Öykü
Mukaddes Kocakök
SEVİMLİM
İçeriye girdiğimde annem, yere serdiği sofra bezinin üzerine bacaklarını uzatıp oturmuş; siz deyin elli ben diyeyim altmışıncı ekmek diliminin üzerine, halamın köyden yolladığı tereyağından sürüyordu. İnanılmaz bir hız ve hırsla!
Dondum kaldım. Son bir haftada aldı başını gitti kadıncağız. Henüz kapıdan çıkıp kayıplara karışmadı ama ne zaman neyle karşılaşacağımı kestiremiyorum artık. Öyle görünüyor ki; artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Çenemi tutamayıp ‘’Ah be güzelim, bu kadar ekmeği ne yapacaksın? Ben seninle ne yapacağım?’’ diyecektim ki gözlüğünün üzerinden yüzüme dik dik baktı. Epeydir ne yaptığını bilmeden dolaşan bir kadından beklenmedik bir hareketle, elindeki bıçağı ters çevirip, dizinin üzerine koyduğu ekmek tahtasına sapladıktan sonra başladı kalaya:
-Nerdesin sen?
-…!
-Saate bak! “Hemen geliyorum” deyip çıktın, akşamın kör vakti olmuş ortada yoksun. Git, sen de git.
-‘’Sen de git sen de unut’’ diyorsun yani. Gönül Akkor muydu anne?
-…?
Şaka kaldıracak halde değil. İşini çok ciddiye aldığı belli, benden de aynı saygıyı bekliyor. Aslında ben de havamda değilim ama yok, başka türlü olmuyor, olmayacak.
Az önce söylemeye hazırladığım cümleyi dile dökemeden, bu kez kapı çaldı. Eşşoğlu eşşek Onurcan:
-Bu sipariş, bu da para üstü.
-Ha s.ktir, sen mi aldın bu kadar ekmeği anneme?
-Hee!
-Kafan basmıyor mu sıpa? ‘’Bu kadın bunca ekmeği ne yapacak?’’ diye hiç mi düşünmedin? Evde parti mi var, kanepe mi yapacak?
-Ne bilim ne yapacak! El etti pencereden, ‘’Hepsine ekmek’’ dedi, gidip aldım.
-Bu ne peki?
-35’lik işte!
-Lan rakıyı ne yapacak bu kadın? Bi daha… diye başladığım tümceyi tamamlamama fırsat vermeden fırladı gitti.
Ardından kapattığım kapı sesiyle yankılandı apartman. Kapı tamam ama dönüp salona bakmaya cesaret edemiyorum. Salon böyleyse mutfağı düşünemiyorum bile.
Artık ‘’neden, niçin?’’ diye de sormuyorum ona. Alacağım saçma sapan cevaplar içimi acıtıyor. Öyle çok ki yarası, kıyıp da kızamıyorum. Bir insan daha ne kadar acıya batar? Bu kadarını hak etmek için ne yaptı bu kadın?
‘’Düşünme, düşünme Mehmet Ali’’ deyip, çaresiz dönüyorum.
-Anne?
Annem şimdi de ekmekleri üst üste diziyor. İkinci kule tamamlanmak üzere. Dilimlerin kalınlıkları farklı olsa da kıtırlarını cetvelle çizmiş gibi denk getirmiş, aynı tarafa bakıyor. Usta işi yani! Hem de bu kadar kısa sürede.
Her taraf vıcık vıcık yağ!
Dün, vileda paspasını klozete sokmak üzereyken yakaladığımda biraz sesimi yükseltince gözyaşı dökmüştü ya, yutkunup durdum bu sefer. ‘’Vicdan sorunu eder, bu gece de uyuyamazsın oğlum’’ diye, ağzımı elimle kapatıp salon girişindeki eski koltuğa yığıldım.
Bu kadar insanın canını yakıp, ocağını söndürenler nasıl uyuyor acaba?
Ah annem ya! Öyle muntazam yapıyor ki işini! Hep öyleydi zaten. Ne yaparsa, canını dişine takar, hakkının verirdi. Ablam da öyleydi ama onun farkı, hak arayanlardan olmasıydı; ‘’Hak verilmez, alınır’’ derdi hep.
Babam rahmetli ‘’Deli olma el için’’ dese de o bildiğini okudu. Fabrikada sendika ha? Arkasındakiler arttıkça, uzaktan uzağa parmak sallayanı çoğaldı güzelimin.
Dirseğimi dayadığım kolçaktaki beş parmak yağı oturmadan önce görsem iyiydi ama iş işten geçti artık. Bu arada üçüncü kule hızla yükseliyor. Müteahhit mübarek! Dayanamayıp, gülmekle ağlamak arası sesleniyorum:
-Anne? Sevim Hanım hu! Alooo, kime diyorum?
İptal!
Ben bu Sevimliyle ne yapacağım?
Kuleleri yükseltmek için, elini henüz dilimlenmemiş ekmeklerden birine attığında nevrim döner gibi olunca; az önce öpüşerek yanından ayrıldığım Fidan’ın veda sözleri geldi aklıma:
-Sabır Mehmet Ali, sabır canım. Darda kalınca hep babamın bana bir yerlerden güç verdiğini hissediyorum. Sen de öyle düşün ablanı. O zaman farklı bakacaksın her şeye, eminim.
Tam zamanı!
-Tatlım, hadi gidip ellerini yıkayalım.
-Dur daha, işim bitmedi.
-Annem, canım benim. Gelince devam ederiz.
-Olmaz, şu iki ekmeği de bitireyim sonra.
-O zaman biraz parka gidelim, ne dersin?
-Ablanı da alalım, o da gelsin.
Alalım, alalım da!
İyi ki hatırlamıyorsun anne, iyi ki!
-Tamam canım, onu da alalım. Ver ellerini, kaldırayım seni.
Çok zor! Kırkpınar pehlivanları gibi elleri garibimin.
Yıkadı, yıkadı, yıkadı… Yıkamaktan yoruldu; menemenin yüzüne bakmadan, demlediğim çayın yanında bir dilim tereyağlı ekmek yiyip uyudu.
Seninle ne yapacağımı bilmesem de iyi ki böylesin anne! Bilsen, hatırlasan; cumartesileri çerçeveyi kapar yine giderdin İstiklal’e. Görünmez, duyulmaz olmaya kalbi isyan eden babamın ardından seni de kaybetmeye dayanamazdım.
Temizlik zamanı.
Üstteki komşu ‘’Geceleri çok ses yapıyorsunuz’’ dese de, gece çalışmayı seviyorum; gececiyim ben! Kimse görmüyor temizlik yaptığımı. Ayrıca suyla sabunla çıkan kiri, bu kirle uğraşmayı öğrendim. Yorulsam da siliyor, yıkıyorum çıkıyor. Tertemiz oluyor her yer.
Ya onların elleri? Ya zihinlerindeki görüntü? Neyle silecekler onları?
Onlar da gece çalıştılar, gören olmamış. Gece vardiyasından dönerken götürmüşler ablamı. ‘’Temizlik zamanı’’ demişlerdir kirlettikleri geceye, eminim.
Biliyorum anne, dile getirip söyleyemesen de bu ekmekler öbür anneler içindi. Ve eminim, bana kısmet olduysa da, sanaydı bu 35’lik baba. Şerefine!
Yiğit ablam. Her zamanki gibi, şerefine!
Yorum Kapalı.