Mehmet’in telefonu çaldı, “Efendim…” der demez, kalın bir ses duydu.
“Benim ben… Köyün eski muhtarı, Vasfi. Nasılsın, yeğenim?”
“İyiyim… Sen, nasılsın Vasfi Bey?” dedi Mehmet isteksizce.
“Bey de nereden çıktı, evlat? Sizin memlekete gelmek üzereyim. Daha önce arayamamıştım, haber vereyim dedim de. Hem seninle hem de ablanla görüşsek ne güzel olur, öyle değil mi?”
Mehmet hemen yanıtladı, “Valla Vasfi Dayı. Bu aralar bizim işler çok yoğun. Dairede işler öyle bir birikti ki, inanamazsın. Kaç gündür mesaiye kalıyorum. Kıpırdayacak halim yok. Sana vakit ayırabilir miyim bilemem.”
“Yahu, bir saatin bile mi yok?”
“Üstüne üstlük, evde de boya badana, tadilat işleri var. Usta milletini bilirsin, boş bırakmaya gelmez. Mesai biter bitmez eve geçiyorum. Gelişin ani ve zamansız oldu be, Vasfi Dayı.”
“Neyse ben bir ablanı arayayım…”
Mehmet telefonu kapatmadan diğer telefonuyla, hemen ablası Elif’i aradı.
“Alo, Elif. Az önce şu köydeki akraba Vasfi Dayı aradı. Bizim buraya varmak üzereymiş, ikimizle de görüşmek istermiş… Çok yoğunum palavrasıyla adamı ektim. Yıllardır görmediğimiz adam hiç çekilmez şimdi. Seni de arayacakmış, haber vereyim dedim.”
“Tamamdır. Uydururum bir şeyler.”
“Elif, biz bu Vasfi’yle nasıl akraba oluyoruz ki?”
“Rahmetli anneannemizin, dayısı Cezmi vardı ya…”
“Köyün ağası rollerinde biriydi, di mi?”
“Evet, Vasfi de onun torunu oluyor.”
“Uzaktan akraba yani.”
“Yani, pek yakın sayılmaz.”
***
Elif konuşmasını bitirir bitirmez, telefonu çaldı. Sesini boğuklaştırarak, “Alo…” dedi. Hemen arkasından da yalancıktan öksürdü.
“Elif kızım, ben Vasfi Dayın. Meşguldü telefonun…”
“Ya hiç sorma… Şirket doktoruyla görüşüyordum. Acayip hastayım, Vasfi Dayı. İşe gidemedim bugün.”
“Geçmiş olsun.”
“Sağ olasın. Nasılsın, iyi misin? Yengem de iyidir inşallah.”
“Yengen de gelmek istedi ama köyde bıraktım onu.”
“Nasıl anlamadım?”
“Sizleri göreyim diye yola çıktım. Aksilik falan olmazsa, en geç bir saat sonra oradayım. Mehmet’i aradım önce ama ondan hayır yok, çok meşgulmüş. Sen de rahatsızsın. Görüşebilsek iyi olurdu ama…”
“Valla bildiğin gibi değil, her yanım dökülüyor.”
“Benim bacanağın oğlu, avukat Kenan’a uğrayacağım. Tanırsın, değil mi?”
“Tanırım da… Kenan’a niye gidiyorsun ki?”
“Kenan’a vekâletname vereceğim. Dededen kalma arazi işi çözüldü. Çok değerlendi oralar. Sizinle de ayrıntıları konuşacaktım.”
Elif afalladı, “Hastaysam da o kadar değil, Vasfi Dayı. Ölüm döşeğinde falan değilim yani” dedi. Yapmacıklı bir şekilde kahkaha attı. Konuşmaya devam etti, “En son ne zaman görüşmüştük?”
“Annenin cenazesine gelmiştik, beş yıl önce.”
“Bizim de yolumuz hiç köye düşmedi…”
“Peki, o zaman. Sen Mehmet’i ara, durumu bildir. Bakarsın vakit ayırır!”
“Bugün Mehmet’i kaç kez aradıysam, bir türlü ulaşamadım. Şansımı deneyeyim yine.”
***
“Alo, Mehmet. Vasfi Dayı, dededen kalan arsadan bahsetti. Alıcı çıkmış galiba. O yüzden aramış. Uygun bir şey uydur da görüşelim.”
“Peki, Elif. Vasfi’ye bir ara telefon ederim.”
Yarım saat kadar sonra Mehmet, Vasfi’yi aradı.
“Vasfi Dayı. Ne yaptın, Elif’le görüşebildin mi? Geleceğini haber vereyim diye Elif’i birkaç kez aradım ama açmadı. Bazen yanına almayı unutur telefonunu. Bak ne diyeceğim? Yüzümü kızarttım, şefle konuştum. Köyden dayım gelmiş dedim, izni koparttım. Nerede buluşalım?”
“Ben, avukat Kenan’ın yazıhanesine geldim bile. Buraya geliverin isterseniz” diye yanıtladı Vasfi.
“Avukat Kenan mı?”
Kenan aldı telefonu, “Yerim değişmedi, hayırsız Mehmet. Elif’le hemen benim büroya gelin. Zengin oldunuz…” dedi, telefonu kapattı.
A.Tarık Emre
telgrafhanesanat
Yorum Kapalı.