ÖYLE MİYMİŞ?
“Biz hep açık konuştuk
Gökyüzünden maviydi sözlerimiz.”
(Cahit Külebi; “Açık” başlıklı şiirinden)
Yücel Çağlar*
“Merhaba!”
Halikarnas Balıkçısı’nın ünlü “Merhaba”sına özendim; özendim ama olmadı. Ayırdında mısınız; bir baş eğme var benim merhabamda; bir çekingenlik, dahası, bir kaygı… Neden böyle duyumsuyorum? Şunun şurasında mavi mavi söyleşeceğiz bu köşede; korkuyor olmayayım sakın? Öyleyse eğer, bu, artık her alanda yaşadığımız tedirginliklerin bir yansıması olabilir mi acaba? Bilemiyorum. Anlaşılan, bu ruhsal durumdan kurtulabilmem, gönlümce bir “merhaba” diyebilmek için daha çok çaba göstermem gerekecek; göstereceğim kuşkusuz. Bunun, daha önce ve şimdilerde gösterenlere saygının bir gereği olduğunu düşünüyorum çünkü. Öyleyse; gönlümce bir “Merhaba!”
Peki, “MaviKöşe”de nelere değineceğim?
Ben bir orman mühendisiyim. Artık yetmişi aşan yaşantımın neredeyse yarım yüzyılını eylemli olarak orman mühendisliği yaparak geçirdim. Bu yüzden orman ekosistemlerinin her durumu içime işledi. Öyle ki; “ormancıca” düşünmekten, “ormancıca” söylemlerden pek kaçınamıyorum. Ancak yine de bu bağlamda “doğal” süreçler, ortamlar ile varlıkların yaşama kültürümüze, doğal olarak da ülkemizdeki sanatsal verimlere yansıma biçimleri ile düzeylerini tartışırken onları kayırmamaya özen göstereceğim; bakalım, başarabilecek miyim? Ah, bir de mühendisçe söylemlerden hiç olmazsa bu “köşede” bir kaçınabilsem… Yanlış anlaşılmasın; mühendislik, tümden olumsuzladığım bir uğraşı alanı değil. Ancak, insanlar ile ekosistemler arasındaki ilişkilerin, daha doğru bir söyleyişle etkileşimlerini düzenlemesi söz konusu olduğunda mühendisliğe indirgenmiş yaklaşımlardan uzak durmaya çalışıyorum.
Neden ille de “mavi”?
Açık söylemeliyim; mavi, mavilikler çoğu kişi gibi benim de tutkunu olduğum bir renk; ancak, yalnızca bir renk değil. Çünkü bakıyorum da mavinin yakıştırılmadığı pek az şey var. Kanıt mı istiyorsunuz, işte Oğuz Tansel’in verimleri… Tansel’in yalnızca “Mavu Boğaz” başlıklı şiiri bile size de yeni yeni mavileri, mavilikleri çağrıştırmıyor mu:
Kuşça Dağları’nın eteklerinde
Toprağa denize benziyor sabah
Irmak mavi köy mavidir
Siyah karakol mavi kanal
Orman yol köprü mavi
Yolcular maviymiş eskiden
Zulme karşı dağa çıkan
Erkinlik için yol kesen
Mavi eşkiyalar olmuş bir zaman
Kuş mavi ağaç mavi
Dağ mavi, aşk mavi
Dünya mavileşmiş burda
Mavi türküler aklımda
Böylesine maviler olabiliyorsa eğer, benim “köşem” de neden mavi olmasın ki… Ama sorun bu değil kuşkusuz, sorun, bu “köşeyi” gerçekten de gerektiğince mavileştirip mavileştiremeyeceğim. Bu yönden “mavi öğretmenim” olarak bellediğim Oğuz Tansel’in hoşgörüsünü dileyeceğim. Geçer not alamadığımdaysa, başarısızlığımı mühendisliğime verip hoş görmenizi bekleyeceğim.
Öte yandan, bilirsiniz; mavi esenleştirici, sağaltıcı bir renktir. Bu nedenle, Arapça kökenli olması dışında mavinin bende çağrıştırabileceği hiçbir olumsuzluk yok. Ancak “MaviKöşe”, mavinin, bu işlevinden çok duyguda, bilimde, sanatta, düşünde sonsuzluğu çağrıştırması yönünden “mavidir”; hakkını verebilirsem, ne güzel olur.
Bu uzunca “Merhabalaşmayı” buraya değin okuyabildiyseniz, anlaştık demektir; haydi öyleyse başlayalım*.
***
Öyle miymiş?
Geçtiğimiz 21 Mart günü, onlarca kez söyleyip yazmama karşın, yine de “Dünya Ormancılık Günü” adıyla değerlendirilen, daha doğrusu “fırsat bu fırsattır” denilip “Evetçilik” yapılan günlerde Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın WEB sitesindeki “billboardda” görüntüdeki duyuru yer alıyordu. Eh, gezegenimizde “en şerefli mahlûk” insan ya, bu söylemde şaşılacak bir yan yok bence. Ama ben şaşırmasam da bir şey söylemeden geçemeyeceğim:
“- Hadi ordan; çocuk mu kandırıyorsun?”
Bu arada; Necmettin Erbakan bu ünlü çıkışını kime karşı yapıyordu, anımsadınız mı? Hoşgörünüzü dileyerek anımsatayım: Recep Tayyip Erdoğan’a! Gülümseyip geçelim (mi?)
Öte yandan; hayır hayır hayır! Orman ekosistemleri yalnızca ne insanlar, ne de ekonomi içindir! Bu, gerçekten de “çağdışı” sayılabilecek bir savsözdür: Çünkü orman ekosistemlerine 19. yüzyılda, dahası, 20. yüzyılın ortalarına değin böyle yaklaşılıyordu ama bu yaklaşım çoktan terk edildi. O “billboardı” hazırlayan her kim ise sözcüğün tam anlamıyla bir aymazlık içindeymiş. Biliyor musunuz, ben ne onu hazırlayanların ne de onaylayıp da Bakanlık WEB sitesine koyduranların sıradan bir aymazlık içinde olduğunu düşünüyorum; dahası, Erdoğan, dönüp de bu “billboarda” baktığını, düşündüğünü bile sanmıyorum; o kendince yarattığı bir evrende yaşıyor çünkü. Ayrıca, onlardan, sözgelimi, Fransız Ozan Jacques Prèvert** gibi bir yaklaşım beklemiyorum:
“…
İnsanların yaşam anlayışı
Ağaçlar gibi olmadı
Ve insanlar haksızlık ettiler ağaçlara
Onların ölümünü bilmediklerini savlamakla
İnsanlar asla beceremediler
Eğrelti otlarını okumayı
Ve tanıyamadılar onları
…”
Tamam, böyle bir yaklaşım içinde olmasınlar ama aymazlıklarını da bu denli göze batacak biçimde sergilemesinler; katlanamıyorum artık.
Ormancılıktaki şiirsellik de tüketilince…
Abarttığımı düşünüyor, dahası, “- Ormancılıkta da şiirsellik olur muymuş canım!” diyerek tepki gösteriyor olabilirsiniz. Haklısınız; abartıyorum: Ancak ben, ormancılıkta her zaman bir şiirsellik aradım; şaşıracaksınız belki, zaman zaman da buldum; en azından öyle duyumsadım. Öyle ki, şiirselliğin yitirildiğini düşündüğümde, deyim yerindeyse, “karalar bağladım”. 2000’li yıllara değin böylesi anları, dönemleri göreceli olarak şimdilerdekinden çok daha az yaşadım. Ama 2000’li yıllar var ya bu 2000’li yıllar, şiirselliğin ormancılık alanında da tümden yitirildiği yıllar oldu; yine göz göre göre, yine akıl almaz bir aymazlıkla, yine inanılmaz bir devletçilik karşıtlığıyla…
Öte yandan; “şiirselleştirme” demekle ne anlatmak istiyorum? Çok açık: Şiirselleştirme, bence yalnızca bir tür “güzelleme” olarak anlaşılmamalı. Gerçekte, “çok güzel”, “çok hoş” anlamında yaygın olarak kullanılmasına karşın sözlüklerde açıklanmayan bir nitelendirme eylemi “şiirselleştirme”. Ancak, ben bu nitelendirmeyi, Dil Derneği’nin yayımladığı Türkçe Sözlük’te “şiir” için yapılan “Düş gücüne, imgeye, yüreğe seslenen,…” biçimindeki mecaz açıklamasından hareketle yapıyor, diyorum ki; ormancılık yalnızca bilgiye, tekniğe indirgenerek gerektiği gibi yönetilebilecek ya da yürütülebilecek bir etkinlik alanı değildir! Değildir ama çoğunlukla öyle anlaşılmaktadır; sonuç ise ortada. “Doğal” yapısal özelliklerindeki büyük değişiklik; bana sorarsanız onarılamayacak bozulma.
Ormancılıkta şiirselleştirmeye gelince… Bunun, öncelikle, orman ekosistemleri denilince ya da orman ekosistemlerini görünce ne duyumsadığınıza bağlı olarak anlam kazanabilecek bir nitelendirme çabası olduğunu söylemeliyim. Sözgelimi; orman ekosistemlerinin kimi ağaç, yanı sıra, ağaççık türlerinin rastlantısal olarak bir araya gelmesiyle oluşmuş topluluk olarak gören bir yaklaşımla ormancılıktaki şiirselliğin duyumsanabilmesi olanaksızdır bence. Orman ekosistemlerindeki devinimi, yatay ve dikey değişkenliği, doğumu ve ölümü, sürekliliği; kısacası, ancak orman ekosistemlerini tüm olgularıyla bir yaşama birliği olduğunu görebilen; “Ben ormanları büyürken duyarım” diyen İlhan Berk* gibi duyumsayabilen bir yaklaşım, ormancılıktaki şiirselliği kavrayabilir, tadına varabilir çünkü.
Böyle düşündüğüm içindir ki 21 Mart’ta Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın, dolayısıyla tüm birimlerinin WEB sitelerinde hemen karşınıza çıkan o “billboard”ta yer verilen savsözü hiç yadırgamadım; onların orman ekosistemlerini de her öğesi paraya çevrilebilecek bir “doğal kaynak” olarak gördüklerini biliyorum çünkü. “Moda” bir söylemle; Casiye Sûresi 13. ayetinde ne söyleniyor, anımsarsınız:
“(Allah) Göklerde ve yerde ne varsa hepsini katından hizmetinize / emrinize vermiştir.”
Sermaye birikimine yeni ve çok daha kolay olanaklar sağlamak; bu amaçla akla gelebilecek her şeyi, bu kapsamda tüm kamusal süreç, ortam ve varlıklar ile inançları da metalaştıran; tarımda verimi yükseltmek için şirketleşmeyi yaygınlaştırmaktan başka çıkar yol bulamayan bir siyasal iktidarın bu dinsel düşünceyi ancak bu türden söylemlerle yaşama geçirmeye çalışırdı:
“İnsan için orman!
Ekonomi için orman!”
“Hadi ordan, hadi; çocuk mu kandırıyorsun!”
***
Kısacası; “İnsan için orman, ekonomi için orman” savsözü, bir bakıma, 2000’li yıllarda doruğuna çıkan insancı, yararlanmacı ormancılık politikalarının temel yönelimini özlü biçimde açıklıyor. “- Başka ne bekliyordun ki?” dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız; onlardan, sözgelimi, John Fowles’in1 ya da Hubert Reeves’in2 yaklaşımlarına koşut düşünceler, söylemler, uygulamalar beklememek gerek. Ancak, ne yapayım; dünyadaki gelişmelerden bu denli habersiz olunabilmesini; ormancılıktaki şiirselliği böylesin sığ bir popülizmle tümden yok etmelerini kolay kolay kabullenemiyor; sorgulamaksızın kabullenebilenleri de şaşkınlık, üzüntü ve kızgınlıkla izliyorum.
__________________________________
* İletişim: Ormanlarindelisi@gmail.com
* Bu arada, geçerken belirmem gerekiyor: Kırk yıl önce rüyamda görsem inanmazdım; sonunda benim de bir “köşem” oldu işte. Oysa ben, “köşe” sahibi olmaktan hep kaçınmışımdır. Eyyyy zaman; sen nelere kadirsin! Öte yandan; çok değil, her ay, kimileyin on beş günde bir, kimileyin de “gerektiğinde”, doğaldır ki “patronlarım” (!) ve sağlığım izin verdikçe “merhabalaşabileceğiz.” Dilerim, “merhabalarım” karşılıksız kalmaz.
** Jacques Prèvert; “Ağaçlar”, (Çeviren A. Kadir Paksoy, Şiirler; Aktaran Cevat Çapan; “Karadır esen yel”, Şiir atlası; Cumhuriyet Kitap eki; 1 Aralık 2016)
* İlhan Berk’in “Bir Orman” başlıklı şiirinden…
telgrafhanesanat
Yorum Kapalı.