Öykü
SEVGİLİLER GÜNÜ
Zehra Tırıl
Sabahtan lokantanın bahçesine kırmızı, kalp biçimli balonlar asıldı, masalar eklendi. Renkli mumlar, içlerinde bir dal karanfil olan ince boyunlu vazolar beyaz örtülerin üstünde yerlerini aldı. O gün de tıpkı bayramlar, yılbaşılar gibi özel bir gündü ve lokanta hazırdı.
Bulvarın ağaçları kararırken lokantanın eski dil yeni adı iki cephesinde ışık ışık akmaya başlamış, mumlar, lambalar yanmıştı, renkli ışıklarda kar salt mutluluğa yağarmış gibi uçuşuyordu. Parıltı uzaklardan; insanların komşuluk hatırı saydığı, birbirinin acısını, sevincini bildiği günlerin konuşulduğu, yıkılma sırası günbegün yaklaşan müstakil evlerin oralardan görünürdü, gösterişe gönül indirmeyen taş döşeli sokakların oralardan.
Lokanta pahalı giyinen, pahalı gezen, pahalı yaşayanların yemek yiyebildiği lokantalardandı. Park yeri yavaş yavaş doluyordu, birbirinden şık insanlar, beyaz ceketlerinin cep ağızlarına adları simle işlenmiş, müşteri karşısında boyunları kıldan ince pervanelerce karşılanıyordu. Bahçe ısıtıcılarının kızıllığı sigara içen genç aşıkların yüzlerine, ellerine, sarındıkları sütlü kahve pelüşlere aşkın büyülü resimlerini çiziyordu, yoldan geçenlerin gözlerinin kaçamak okuduğu büyülü resimler.
Oyuncular rollerini oynamak için yerlerini almışken, senaryoda rolü olmayan seksenlik bir amca bastonuna dayanarak sahneye girer. Ayakkabısı, bastonu yerde çamurlu lekeler bırakarak kasaya yürür. Hoş geldiniz, afiyet olsun, güle güle efendim’leri işe adanmışlıkla yineleyen kadın, dilenci sandığı yaşlıyı pahalı yaşayan müşterilerin yanında, onlardan biriymiş gibi karşılar.
Buyur amcacığım?
Amca başındaki rengi solmuş, kar tutmuş bereyi eline alıp, bir tane paket ekmek arası döner istedi. Ekmek arası döner. Bir tane mi, diye sordu kadın. Bizde ekmek arası döner yok, ama ona benzer bir şey hazırlarız.
Yaşlı adam ücreti öderken sözcükleri birbirine çarçabuk ulayarak, evdekine sevgililer günü hediyesi, dedi, sesindeki haylaz çocuğa, yüzündeki yaşlı utangaçlığa kadın genişçe gülümsedi.
Ah ne güzel! Sevgililer gününüz kutlu olsun, şekeriniz de bizden. Yine bekleriz!
Adam beresini giydi, yeni silinmiş parkelerde yeni lekeler bırakarak akşamın karanlığına, soğuğuna yürüdü. Evdeki altmış yıllık karısıydı ve dünyası televizyondu, ağrılarını sızılarını onda dinler, boşa geçmiş ömrünün ağıtını onda duyar, avunur, özenir, uyur, uyanır, yine uyur.
Televizyon o gün sabahtan, o gün ne, haftalar öncesinden beri, sevgililer günü, diyor başka bir şey demiyordu. Yaşlı kadın ne zaman yüzünü televizyondan pencereye çevirecek olsa ellerinde çiçeklerle koşturanları, lokantadaki hazırlığı görüyordu. Gün ilerledikçe televizyonun karşısında küskünleşti, o gün sağırlığı daha bir arttı, kocasının dediklerini ikiletti, üçletti, yarım duydu, yarım anladı. Altmış yıllık evliliklerinde bir kere bile lokantaya götürmemişti. Dünya sevgililer gününü kutluyor benim karımın onlardan ne eksiği var, dememiş, düşünmemişti. Böyle bir adamla ömrünü geçirmiş bahtsız bir kadındı. Atla deve miydi ki? Akşama doğru açıkça küstü kocasına. Şimdi, ne pişirdin, akşama ne var, diyecekti? Duymayacaktı o da.
Kocası ilk defa o akşam bunları sormadı, bir şey demeden evden çıktı. Kadın perdenin arkasına gizlenerek kocasının gittiği yöne baktı. Yaşlı kalbinin çarpıntısından döşüne vuran ağrıya ellerini bastırıp koltuğa düştü.
Adam anahtarıyla kapıyı açıp karısının sevineceği bir haberi verirken, istediği bir şeyi aldığında yaptığı gibi sesine hafif azar, büyüklük sindirerek, al, diyerek pencerenin önündeki karaltıya doğru salladı elindekini. Işıkları bari yak, televizyon da açık, diye söylendi. Karısı yüzü pencereye dönük susuyordu, uyumuş, dedi. Uyandırmamak için karşısındaki koltuğuna oturup uyanmasını bekledi, sevgililer günü hediyesi soğuyacaktı, ona da söylenirdi şimdi uyandırmadın diye. Uyandırsa mıydı, çıtırtısına uyanırdı halbuki, hele son zamanlarda ne uyuduğunun ne uyanıklığının aslı vardı. Karısının uyanmasını beklerken o da uyuyakaldı.
O gün Sevgililer Günü, Dünya Öykü Günüydü; üniversite öğrencisi Özgecan’ın tecavüz edilip, bıçaklanıp yakıldığı gündü. Açık kalan televizyonda, Boğaz Köprüsünde yirmili yaşlarında bir kadın, her gün birilerinin ölümüne sessizce tanık olmaktan her şeyin iyileştirilebileceğine olan inancını yitirdiğini haykırıyordu; intiharını kuşatan polislere.
telgrafhanesanat
Yorum Kapalı.