Öner Yağcı
SAVAŞA KARŞI AYDIN TAVRI
Amerika ve müttefiklerinin Afganistan’ı bombalamalrıyla başlayan bir süreç, tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de aydınların savaşa karşı tavırları konusunda kendilerini denemeleri için yeni bir fırsat doğurdu.
Aslında böyle bir fırsata gerek yoktu, çünkü, özünde hiçbir değişiklik olmamıştı dünyada. Böylesine savaşlar zaten hiç eksik değildi ki.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada savaş olmadı yanılsaması olsa da dünyanın savaşsız bir günü geçmemişti. Uzun yıllardır zaten sürüyordu savaş. İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden hemen sonra başlayan “soğuk savaş” üzerine kurulan bir dünyada yaşıyordu insanlık. Tabii, bu soğuk savaşın mimarlarının, dünyanın dört bir yanında açtıkları sıcak savaş cepheleri yalnızca tuzu biberiydi bu politikanın.
Çok gerilere gitmeye gerek yok, dünyanın son yirmi yılındaki İran-Irak savaşından Filistin’e, Körfez Savaşına, Yugoslavya’ya, Kanayan Kafkasya’ya uzayan coğrafyalardaki savaşlar bile savaşsız bir dünya özleminin hep can yakıcı bir özlem olmasına yol açıyordu.
Yani, Afganistan savaşı, dünyanın barış ortamından savaşa geçtiğinin göstergesi değildi. Hep savaş vardı dünyada soğuk ya da sıcak. Savaş, sömürüsünü ve egemenliğini sürdürmek zorunda olan emperyalizmin kaçınılmaz politikasıydı çünkü. Barış ise, emperyalizmin, savaşsız bir dünyada yerinin olmadığını çok iyi bildiği için uyguladığı “sürekli savaş” politikalarının düşmanıdır.
Barış ve emperyalizm sözcüklerini yan yana kullanmak, emperyalizmin barışı getireceğine inanmak, gerçekliğe göz kapamakla eştir. Sürekli barış ya da sonsuz barış, sonsuzluk özgürlük
terimleri emperyalizmle bir arada düşünülemez bile. Bu bakımdan, ilkin, ABD’nin özgürlük ve barış getireceği aldatmacasına, gerekçesi ne olursa olsun karşı çıkmak, bir aydının doğal görevidir.
Amerika’nın ikiz kulelerine terörist saldırıyı gerçekleştirenlerin cezalandırılması ile başlayıp, kendi halkına karanlığı yaşatan bir yönetimi devirmek, o halka özgürlük bağışlamak gibi bir ikiyüzlülükle süren ve ilk bakışta haklıymış gibi görünen saldırı gerekçesine inanmak da, emperyalizmin tuzağına düşmekten başka bir şey değildir.
Özgürlüğe emperyalizmin eliyle ve desteğiyle ulaşmış tek bir halk yoktur dünyada. Amerikan emperyalizminin birkaç yüzyıllık kısa tarihi, onun insanlığa karşı işlediği suçlar sabıkasının tarihte kapladığı yerin büyüklüğüyle ünlüdür.
Kızılderili katliamlarından, siyahların köleleştirilmesine uzanan insanlık suçları bile yeterlidir ona güvenmemeye. Meksika’nın birçok eyaletini işgal edip topraklarına katan ve elli yıl boyunca bölgenin tüm yerli uygarlıklarını yok eden odur. Çin’de işgale karşı 1900’deki ayaklanmayı bastırıp 500 bin, Hiroşima ve Nagazaki’ye attığı atom bombalarıyla 250 bin kişiyi öldüren odur. Güneydoğu Asya’yı köleleştirilen, halklarını kıran ve birbirine kırdıran; Afrika’nın ulusal kurtuluş savaşlarına karşı çıkıp yüz binlerce Kara Afrikalı’yı öldüren odur. İsrail’i kurdurup Ortadoğu’nun yıllarca kanayan bir yara olmasına yol açan; Ortadoğu halklarını birbirine düşüren odur. “Yeşil Kuşak” teorisiyle dinsel gericilikleri; insan hak ve özgürlükleri maskesiyle etnik ayrımcılığı ve bölücülükleri örgütleyip ulusal devletleri hançerleyen odur. Latin Amerika’nın hemen hemen tüm ülkelerini ve halklarını, yüzyıllardır sömüren, ezen, birbirine düşüren, diktatörlüklere teslim eden, yağmalayan, yüz binlerce insanını öldüren odur. Yugoslavya’yı parçalayan, Afganistan’ı da parçalamak için çabalayan … hep Amerikan emperyalizmidir.
Günümüz aydınlarının böyle bir özgürlük düşmanı, sürekli savaş üreten, gıdası savaş olan bir emperyalist mekanizmayı hoş gören bir davranışa düşmeleri bağışlanmaz bir körlüktür.
Tüm dünya halkalarını köle yapmak politikasıyla, “soğuk savaş” politikasıyla, emperyalist finans kuruluşlarının ekonomik köleleştirmesi politikasıyla; kirli suikast, hükümet devirme, adam kiralama politikalarıyla, var olan Amerikan emperyalizminin “sonsuz özgürlük” rüyasına aldanmak aydınlıkla bağdaşmayan bir tavır olsa gerekir.
Tarihinin ve coğrafyasının hemen her diliminde, sömürüsüz ve savaşsız bir dünya için savaşan insanlıkla sürekli karşı karşıya gelen Amerikan emperyalizmine karşı çıkmadan savaşa karşı olmanın hiçbir anlamı yoktur.
Bugün, savaşa karşı politikanın turnusolları bellidir.
Aydınlar, savaşa karşıyım deyip emperyalizmin savaş politikalarını onaylayamazlar. Aydınlar, bağımsızlıkçı politikalardan yana olmadan savaşa karşı olamazlar. Aydınlar emperyalizmin dünya çapındaki politikalarını görmezden gelerek savaşa karşı olduklarını savlayamazlar. Aydınlar, Amerika’ya da Taliban’a da karşıyız diyerek emperyalist saldırganlığı hoş göremezler; Afganistan’daki gericiliği yıkacak gücün oradaki halklar olduğu bilincinden uzaklaşamazlar. Aydınlar, Amerika’nın insanlığa açtığı emperyalist savaşa ve soğuk savaşa karşı çıkmanın doğal bir insan hakkı olduğunu; emperyalizme karşı çıkışın, aydın olmanın, sanatçı olmanın, özgürlükten, bağımsızlıktan, demokrasiden yana olmanın ölçütü olduğunu unutmamak zorundadırlar.
Aydınların, savaşa hayır demesi yetmez, sömürüsüz ve savaşsız bir dünya için emperyalizme ve onun politikalarına da karşı durması gerekir; gerçek savaş karşıtlığı ve sürekli barış özlemi budur.
(Berfin Bahar, Aralık 2001)
“Savaş ve Edebiyat”, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2004
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.