Kabristan Sizlere Ömür
Ferit her sabah çalıştığı şirkette günlük gazeteleri okumayı huy edinmişti. Üç tane gazete gelirdi şirkete. Biri hükümet yanlısı, ikincisi suya sabuna dokunmayan, üçüncüsü de solcuların gazetesiydi. Yine bir sabah haberleri çabucak gözden geçirirken ilkokul arkadaşı İlhan’ın vefat ilanı gözüne ilişti. Ferit’in yüreği burkuldu.
İlhan elli yıllık arkadaşıydı; belki daha da fazla ama uzun bir zamandır karşılıklı görüşememişlerdi. İlhan bir gün ansızın tası tarağı toplayıp doğup büyüdüğü şehri terk etmişti. İlhan’ın vefat ilanını tekrar okudu. Cenaze doğduğu şehre getirilecek ve yeni mezarlıkta defnedilecekti.
“İlhan’ın sülalesindeki ölmüşlerin hepsi eski kabristanda yatıyorlar. İlhan’a yer mi kalmamış orada?” diye düşündü.
***
Öğle yemeğini sekreteriyle birlikte yedi.
“Zeynep, mezarlığa gidiyorum. Bir zahmet söylersin patrona.”
“Tamam, Ferit Bey. Yahya Bey, dönerse söylerim. Bir görüşme için İstanbul’a gitmişti de…”
Ferit şirketin bulunduğu caddenin başındaki taksi durağına doğru yürümeye başladı. Genellikle gideceği yerlere yürürdü, hem de tempolu bir şekilde atardı adımlarını. Fakat son zamanlarda eski gücünde değildi sanki. Kasları ağrıyor, sigara içmemesine rağmen nefes nefese kalıyordu. Şirket doktorunun dediklerini hatırladı.
“Ruhsal gerilimlerden, sıkıntılardan uzak durmaya bakın ama şikâyetiniz devam ederse mutlaka bir kardiyoloğa görünün.”
Evet, ağrısından kurtulmak için birkaç gün önce nasıl diş hekimine gittiyse, en kısa zamanda bir kalp doktorunun kapısını çalmalıydı.
Bunları düşünürken yanından hızla bir genç kız geçti. Kız yürümüyor, uçuyordu. Ferit arayı kapatmaya yeltendi. Kıza yetişmek için adımlarını hızlandırdı ama çabası boşunaydı. Halbuki bir yürüdü mü hiç kimse yetişemezdi Ferit’e. O günler tarih mi olmuştu ne! Üstüne üstlük bir de göbek bağlamaya başlamıştı. Tez elden eritmeliydi o göbeği.
Başta bekleyen taksiye bindi. Genellikle bu durağın sürücülerini tanırdı. Fakat direksiyondaki genç şoförü ilk kez görüyordu.
“Merhaba, Hayri’nin taksisi değil mi bu?”
“Ben yeğeniyim, adım Kadri. Hayri dayım olur” diye yanıtladı genç sürücü.
“Benziyorsun dayına… Yeni mezarlığa gideceğiz.”
“Tabii, beyefendi.”
Taksi hızla yol alırken eski mezarlığın önünden geçtiler. Giriş kapısının önünde inanılmaz bir kalabalık vardı.
“Allah… Allah, bu kalabalıkta neyin nesi?” sözcükleri çıktı Ferit’in ağzından.
“Benim de garibime gitti. Bizim durağa yeni gelen belediyeden emekli bir şoför, artık eski mezarlığa cenaze gömülmediğini söyledi.”
“Hiç öyle şey olur mu, yahu?”
“Biz de inanamadık ama adam eski mezarlığın taşınacağından bile bahsetti.”
“Kim, nereye taşıyacakmış? Annem, babam ve kayınvalidemin mezarları var orada.”
“Valla ben söyleyenin yalancısıyım.”
Yeni mezarlığa geldiler, Ferit parayı uzattı.
“İçeri girmene gerek yok, teşekkürler.” dedi.
Seri adımlarla İlhan’ın toprağa verileceği yere kadar yürüdü. Rahmetlinin eşi Serap’ın elini sıktı, başsağlığı diledi. Rahmetlinin askerdeki oğlu Sadık birliğinden izin alıp gelmişti.
Ferit, “Başın sağ olsun, Sadık.” dedi, genci yanaklarından öptü.
Biraz sonra imam geldi ve dualar eşliğinde İlhan defnedildi.
Ferit elinde olmadan farklı düşüncelere daldı. Hayri’nin yeğeni Kadri’nin dedikleri kulaklarında çınlıyordu. Hem o kalabalık neydi öyle? Hiçbir zaman mezarlık kapısının önünde az önce gördüğü insan kalabalığına tanık olmamıştı. İlhan’ın dul eşi Serap ve oğlu Sadık’la vedalaştıktan sonra atladı bir taksiye.
“Eski kabristana gidelim” dedi sürücüye.
Bir saat önceki kadar olmasa da kabristan yine kalabalıktı. Ferit buraya aşağı yukarı altı ay önce, Anneler Gününde gelmişti. Annesiyle babasının dip dibe yattığı mezarlara doğru yürürken bir değişiklik çarptı gözüne. Sanki etraf boşalmış ve mezarlar eksilmiş gibiydi.
Bir an için mezarların başına bir şey gelmiş düşüncesi Ferit’i korkuttu, kalbi küt küt atmaya başladı. Neyse ki rahmetlilerin mezarını görünce içi rahatladı. Az ileride mezar taşlarını söken birkaç işçi gördü. Oldukça sessiz çalışan bir iş makinesi de taş ve mermer parçalarını bir kamyona yüklüyordu.
Ferit çalışanların yanına gitti, “Kolay gelsin beyler. Hayırdır, kabristanı mı onarıyorsunuz?” diye sordu.
İşçilerin başındaki adam gözlerini kaçırarak, “Biz hiçbir şey bilmiyoruz, gidin ilgililere sorun” diye isteksizce Ferit’i yanıtladı.
Ferit adamın dediğini yaptı. Kapısında, Müdüriyet yazan eski bir yapıdan içeri girdi. Karşılaştığı ilk görevliye gördüklerini anlattı.
“Kabristanda hummalı bir faaliyete başladık. Mezarlığımızda yakını olanlara mektup yollayıp yapılacakları anlatıyoruz.”
“Bana mektup falan gelmedi.”
“O zaman bugün ya da yarın mektup elinize geçer ama eğer beklerseniz mektubunuzu hemen verebilirim.”
“Yok istemem. İçeriği nedir bu mektubun? Taksi şoförü arkadaş mezarlığın başka bir yere nakledileceğinden bahsediyordu.”
“Mezarlıklarla ilgili son kararnameye göre eski mezarlık çok seri bir şekilde yeni alanına taşınacak.”
Ferit afalladı, ne diyeceğini bilemedi. Görevliyle daha fazla konuşmak anlamsızdı zaten; koşar adımlarla dışarı attı kendini. Gazeteci arkadaşı Ali’yi aradı, “Müsaitsen geleyim, görüşelim.” dedi.
“Bekliyorum.” dedi Ali.
Havalar hissedilir derecede soğumaya başlamıştı. Ali’nin odasında sıcacık bir çay içmek Ferit’e çok iyi gelmişti.
“Ya, işte böyle Ali. Kararname çıkartmışlar güya; milletin mezarını kamyonlara yüklüyorlar.”
“Dahası, devlet mezarlar için para teklif ediyor.”
“Nasıl yani, anlamadım?”
“Biz biraz işin üstüne gidelim dedik; ama sonra yazı işleri müdürü odasına çağırdı. Patron geri adım atmamızı istemiş. Maliyeciler gelip hesaplara falan bakmaktan bahsetmişler. Az çok bilirsin bu tür işleri. Eskidendi o cevval gazete patronları.”
“Hani yaptıklarını biliyoruz da; ama yine de böylesine bir talana girişmeleri çok garibime gitti be, Ali.”
“Oğlum bunda yadırganacak bir durum yok. Parklar, okullar, bazı askeri bölgeler ve daha bir alay devlet arazisi hep imara açıldı biliyorsun. Kabristanın bulunduğu yer şehrin neredeyse göbeğinde; uçsuz bucaksız büyüklükte bir arazi. Şehirde böyle yer hiç kalmadı. Oradan iyi yer mi bulacaklar? Her şeyi kotardıktan sonra yüksek yüksek siteleri, alışveriş merkezlerini, aklına gelen her tür binayı dikecekler.”
Ferit daha fazla şey duymak istemedi, “Geç oldu ben gideyim artık.” diyerek çıktı Ali’nin odasından.
Ali’nin anlattıkları Ferit’i perişan etmeye yetmişti; kafası karman çorman olmuştu. Kafasını dağıtmak için o soğuk havada yürüdü. Issız ve fırtınalı denizlerde bata çıka ilerleyen pusulasız bir tekneye benziyordu sanki. Evin yolunu nasıl bulduğuna hayret etti. Kapıyı açan Zehra’ya sıkı sıkı sarıldı, bir türlü bırakmadı kadını. Karısını öptü, kokladı. Zehra’nın saçlarını okşarken başından geçenleri anlattı.
“Olacak şey mi bütün bunlar, Zehra? Bir zamanlar fikirleri yüzünden hapislerde yatan Ali bile teslim bayrağını çekmiş. Ali de kabullendiğine göre diğerleri kim bilir neler yapar?”
Zehra kararlıydı, “İki elimiz kanda bile olsa o üç mezarı ziyaret edelim, Ferit. Çocuklara da söyleyelim bu bayram gelsinler yanımıza, hep beraber gidelim ölmüşlerimizin ziyaretine.” dedi.
Ferit hemen telefona sarıldı, oğlu Hakan’ı aradı. Telefon uzun uzun çaldı. Ferit telefonu kapatıyordu ki, Hakan’ın sesi geliverdi kulağına.
Selam ve bir iki kelamdan sonra Ferit konuya girdi, “Hakan evladım, bak ne diyeceğim? Al karınla, çocukları bayramda bize gelin. Ablanı da arayacağım; onları da davet edeceğim. Bayramın ilk günü kabristana gideriz hep beraber.” dedi büyük bir keyifle.
“İmkânsız baba. Bayramda Antalya’ya kayınvalidelere gideceğiz. Ablam da gelemez; eniştemle Miami’ye uçacaklar.”
“Peki, oğlum. Annenin çok selamı var.” dedi ve telefonu kapattı, somurttu. Genellikle böyle yapardı Ferit. Sevmezdi bu huyunu ama elinde değildi. Kendince mantıklı olan teklifleri geri çevirilince fevri davranırdı. Bir de Hakan’ın son zamanlarda iyiden iyiye karısının güdümüne girmesine ve daha da önemlisi çok para kazanmak için hırs yapmasına çok bozuluyordu.
Zehra anlamıştı gelmeyeceklerini. Kış yaklaşırken havaların iyice soğuduğu bu şehre ne diye gelsinlerdi ki? Arada bir telefon edip hatırlarını soruyorlardı ya…
Karısına hüzünle baktı Ferit, “Bayramda Hakanlar Antalya’ya, Hazallar da Miami’ye gideceklermiş.” dedi.
“Üzülme Ferit. Önceden plan yapmışlar anlaşılan. Başka bir vesile olur da gelirler inşallah.”
Aynı anda Hakan’ın eşi Yıldız, “Ne diyordu baban?” diye mutfaktan seslendi.
“Bayram için bizi davet ettiler de…”
“Sen ne dedin?”
“Ne diyeceğim? Antalya’ya gideceğimizi söyledim. Peder bir de iyice hassaslaşmış mı ne? Beraber mezarlığa gideriz gibi laflar etti. İnsan altmışından sonra dünya değiştirenleri ziyaret etmek düşüncesine kapılıyor galiba.”
“Neyse, aldırma sen. Yemek hazır.” dedi Yıldız.
***
Ferit hafta sonu fazla mesai yaptı, iş dönüşü gitti Hayri’nin çalıştığı taksi durağına.
“Biraz muhabbet edelim seninle Hayri. Sonra beni eve atarsın, oldu mu?”
“Emrin olur, Ferit Bey.”
“Senin kulağın deliktir. Yeğenin geçenlerde eski mezarlıkla ilgili bir şeyler anlattı.”
“Evet, Ferit Bey. Devlet orayı gözden çıkarmış. Benim bacanak var Avni, dedesinin mezarına üç bin lira istemiş.”
“Allah, Allah. Bir yaşıma daha girdim. Bak sen şu işe.” diyen Ferit’i sinir basmıştı
“Bacanak mezarlık müdürüne bir kuruş inmem falan demiş…”
“Müdürün tepkisi ne olmuş, peki?”
“Müdür en fazla iki bin lira verebileceklerini belirtmiş. Avni dışarı çıktığında kapının önüne birikmiş adamlardan bazıları müdürün kaç lira teklif ettiğini sormuş. Avni de söylemiş.”
“Peki, sonra neler olmuş?”
“Nasıl olduysa önceden bin beş yüz lirayı kabul edenler dakikasında kabristana doluşmuşlar.”
“Ben de o kalabalığı görünce hiçbir anlam verememiştim. Demek millet devletin verdiği mezar parasını beğenmeyip daha fazla paraya satmak için galeyana geldi ha! Ben bu insanların aklından iyice şüphe etmeye başladım, Hayri.”
“Kızma bana Ferit Bey ama eski kabristanda ailemden birinin mezarı olsaydı ben de satardım.”
Ferit diyecek bir şey bulamadı, somurttu.
“Haydi gidelim, Hayri.” dedi sadece.
***
Kurban bayramına on gün kala Ferit emekliliğini istedi. Geçti patronu Yahya Bey’in karşısına ve bir çırpıda konuya girdi.
“Artık yoruldum be, patron. Dinlenmek vakti geldi bence. İhalelerin gerginliğini artık hiç kaldıramıyorum. Bir ton kayırılan, yeni yetme işadamları ortaya çıktı ve hepsi de sırayla bütün iyi işlerin kaymağını yiyor. Bu olanlar da benim sinirime fazlasıyla dokunuyor. Affımı istiyorum, patron. Ne olur bu isteğimi çok görme, olur mu?”
Patron Yahya da farkındaydı son yıllardaki gelişmelerden. Zaten artık işlerin çoğu ihalesiz yapılıyordu. Yahya’nın emeklilikten sonra çalışma önerisine de sıcak bakmadı Ferit.
Derken bayram geldi. Ferit ve Zehra rahmetlilerin mezarlarına gidip dua ettiler, mermerlerin üstüne düşmüş kuru yaprakları süpürdüler. Bir gün önceki yağmur çok iyi bir iş yapmıştı; mezar taşlarının ıslak bezle silinmesine, çiçeklerin de sulanmasına hiç gerek kalmamıştı. Aniden ortaya çıkan birkaç çocuğa da bayram bahşişi vermeyi ihmal etmediler.
Bayramlarda ziyaretçi kalabalığından geçilmeyen kabristana kelimenin tam anlamıyla hüzünlü bir ölüm sessizliği hâkimdi. Ferit ve Zehra tek tük kalmış mezarların başında toplanmış insanları uzaktan başlarıyla selamladılar. Derken bir görevli çıkageldi, “Müdüriyete gittiniz mi?” diye sordu.
“Hayır, gitmedik. Gitmemiz mi gerekiyor?” diye Ferit sordu.
“Tabii, size bir tebligatta bulunacaklar.”
“Tebligattan haberim var. Almaya da gitmiyorum, tamam mı?”
“Siz bilirsiniz, benden söylemesi.”
Görevli ayrılır ayrılmaz yanlarına biri geldi, yılışık bir tavırla konuşmaya başladı.
“Amca kaç mezarın var? Satmak istersen bir güzellik yaparız. Mevtaları yeni mezarlığa itinayla taşıdığımızı, mezarları çok daha kaliteli mermerden yaptığımızı söylemeye bilmem gerek var mı? Senin gibi inatçılar yüzünden bizim patron bir türlü inşaata başlayamıyor.”
Ferit adama tiksinerek baktı, “Bizim satılacak mezarımız yok. Bu dünyadan göçüp gitsek bile ben babamın, eşim de annesinin mezarına gömülmeyi vasiyet ettik. Patronun daha çok bekler.” dedi.
Müteahhidin küstah adamı gevrek bir kahkaha attı, “Amcacığım, aynen senin gibi düşünen biri vardı. Arife günü patronun teklifini duyunca, ziyareti falan unuttu. Para bu para, yokluğu yara demişler. Karar versen iyi olur.” dedi.
Zehra’yla Ferit hiç konuşmadan eve geldiler, “Bu dünyanın düzeni bozulmuş. Herkes para canlısı olmuş.” dedi Zehra.
Yemeklerini sessizce yediler. Kahvelerini içerlerken, telefon çaldı. Arayan Hakan’dı.
“Baba merhaba. Bayramınızı kutlayayım dedim. Baba bilmiyorum yeri mi ama sana açıklamam gereken bir husus var. Bana hemen kızma ben sadece elçiyim.”
“Lafı uzatma da, ne diyeceksen de.” dedi Ferit.
“Bizim şirketin patronu İlyas Bey sizin oradaki kabristan için inşaat izni çıkarmaya uğraşan müteahhidin memleketlisi. Ortaklık için imza atmak üzereler…”
“Gerisini duymak istemiyorum. Anneni vereyim.” dedi ve telefonu Zehra’ya uzattı Ferit.
“Hakan oğlum, nasılsın? Bayramın kutlu olsun.”
“Olsun olmasına da, fakat şu babamı razı edersek daha da kutlu olacak. İlyas Bey ortak iş yapmak üzere imzayı attı atacak. Ayrıca anlaşma sağlandığında, işin başına beni geçirecek. Rıza göstermeyen birkaç kişi kalmış ve ne yazık ki bunların arasında siz de varsınız.”
“Oğlum hiçbir şey anlamadım. Bulmaca gibi konuşma.”
Ferit oturduğu kanapeden bağırdı, “Bırak şununla konuşmayı Zehra, Allah aşkına. Şu densizin bayram günü bahsettiği şeye bak. Hakan’ın patronu kabristanı hallaç pamuğu gibi atan adamın memleketlisiymiş, ortaklık aşamasına gelmek üzereymişler…”
Çok içerlemişti, beti benzi atmıştı Ferit’in. Şah damarları ve şakakları zonkluyordu. Hiddetinden gözleri yuvalarından fırlayacaktı.
Hakan babasının dediklerini duydu, “Evet anne, tahmin ettiğim gibi babam çok sinirlendi; onu ikna etmek sana düşüyor. Aradan seneler geçmiş. Artık o mezarlar sadece birer taş yığını. Ha orada olmuş ha yeni yere gitmiş…” dedi sesini iyice alçaltarak.
Zehra oğlunu çok sevdiği için ne yapacağını bilemedi, “Seneye bayram tatilinde gelirsiniz artık.” dedi.
***
Ferit emeklilik maaşının bağlandığı gün şehrin en ünlü tatlıcısına gitti, iki kutu baklava aldı. Kutuların birini yıllardır çalıştığı şirkete diğerini de taksi durağına götürecekti.
Şirkettekilerle ayaküstü lafladı. Eski patronu Yahya dışarıda olduğu için fazla kalmadı.
“Bana müsaade.” deyip çıktı.
Duraktaki taksiciler çok teşekkür ettiler. Tam o sırada durağa gelen Hayri sözü mezarlara getirerek, “Ne oldu o iş, Ferit Bey?” diye sordu.
Ferit kararlı bir sesle, “Herkes pes etmek üzere… Mezarları satmayan bir tek biz kalacağız, Hayri.” dedi.
Ferit taksicilerin yanından ayrıldı. Biraz dolaştı, gitti parkta oturdu, kuşları yemledi. Hava kararmaya başlamıştı. Yürüye yürüye evin yolunu tuttu. Kapıyı açan Zehra üzüntülü gözlerle kocasına baktı. Hakan az önce aramış, “Ne yap et, babamı razı et.” demişti.
Zehra genzini temizledi, bütün cesaretini topladı, “Hakan da beni hep arayıp duruyor. Sen dışarıdayken gene aradı. Çocuğun istikbali mevzubahis; şu inadı bıraksan artık, Ferit.” dedi.
Ferit oturduğu yerden büyük bir hışımla kalktı, karısına dik dik baktı, “Ne biçim konuşuyorsun sen öyle? Paranın esiri mi oldun? Olmaz olsun böyle istikbal.” dedi ve yatak odasının yolunu tuttu.
Zehra kırk yıllık kocasını bilmez miydi? Buna benzer tartışmalardan sonra Ferit’in yanına hiç gidilmezdi; iyice ifrit olurdu çünkü. Ya aradan bir iki saat geçer yatışırdı ya da sabahleyin hiçbir şey olmamış gibi davranırdı.
***
Fakat bu kez öyle olmadı. Müthiş bir hayal kırıklığına uğramıştı Ferit. O sevip saydığı, üstüne titrediği, canı ciğeri, adeta taptığı Zehra; o hokkabaz oğlunun para hırsı yüzünden söz verdiği davadan dönmüştü demek. Bu üzüntülü düşüncelerle derin bir uykuya dalıp gitti. Fakat sabah olduğunda; daldığı uykudan çıkamadı.
***
Zehra oğlunu aradı. Hakan, eşi Yıldız ve iki çocuğu ile hemen geldi annesinin yanına. Ablası Hazal bir gün sonra gelebildi, eşi bir iş bağlantısı için yurtdışındaydı; gelmesi olanaksızdı. Hazal’ın oğlu Amerika’da okuyordu, tam da sınav zamanıydı. Babası gibi o da dedesini son yolculuğuna uğurlamaya gelemezdi.
Çok kalabalıktı Ferit’in cenazesi. Başta Yahya Bey olmak üzere emeklisi olduğu şirketin bütün çalışanları, gazeteci Ali, rahmetli İlhan’ın eşi Serap ve askerliğini yeni bitirmiş oğlu Sadık, akrabaları, tanıdıkları, dostları, arkadaşları, mahallenin esnafı, taksi durağının bütün sürücüleri yer almışlardı.
Ayrıca Ferit’in sağlığında hiç tanımadığı kişiler de cenazedeydiler. Hakan’ın patronu İlyas Bey, İlyas Bey’in yeni ortağı ve ortakların adamları da tam tekmil gelmişlerdi cenazeye. Bu gelenlerden biri de mezarlıkta Ferit’le küstahça konuşan adamdı. Yakasına Ferit’in fotoğrafını iğnelemişti. Zehra’nın elini sıkarken çok saygılı bir sesle konuşmuştu.
“Başınız sağ olsun, hanımefendi. Allah rahmet eylesin.” derken çok üzüntülü görünmeye gayret ediyordu. Zehra üzüntüsünden adamın kim olduğunu anımsayacak durumda değildi.
Mahalledeki camiden kalktı Ferit’in cenazesi, tabutu eller üzerinde taşındıktan sonra cenaze arabasına kondu ve yeni kabristanda toprağa verildi.
Defin işlemleri henüz bitmişti ki, Hakan’ın telefonu çaldı.
“Hakan Bey, hafriyat için kepçeyi getiren kamyon çamura saplandı. Bizim işçilerle kamyoncular arasında kavga gürültü çıktı. Gelebilirseniz çok iyi olur.” diyordu telefondaki ses.
Hakan, Yıldız’a durumu anlattı. Hızlı adımlarla arabanın beklediği yere gitti, arka koltuğa kurulurken, “Şantiyeye gidiyoruz, Davut.” dedi şoförüne.
Hakan on dakika sonra yeni inşaat alanı olan eski mezarlığa ulaşmıştı.
telgrafhanesanat
Yorum Kapalı.