“Sosyal ve Kültürel İktidar!”
Nazım Mutlu
Adı “Ensar” olan malum vakfın özellikle geçen yıl Karaman’daki öğrenci yurdunda yaşanan ve toplumda derin öfkeye, tepkilere yol açan malum olaydan sonra sırtında taşıdığı kamburun iktidar açısından bir önem taşımadığı anlaşılıyor. Hükümete göre bu vakfın çalışma ve etkinlikleriyle ilgili herhangi bir yasal ya da ahlâksal engel söz konusu değildir!
Çünkü “bir kereden bir şey olmaz”dı!
Bu durum, iktidar temsilcilerinin çeşitli zamanlarda Ensar Vakfı’nın çalışmalarında boy göstermelerinden anlaşılmaktadır.
Fakat asıl konumuz bu olmadığı için uzatma gereği duymadan bir alıntıyla asıl konumuza girelim:
“Biz 14 yıldır, kesintisiz hamdolsun siyasi iktidarız ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var. Elbette çok sevindirici, ümit verici gelişmeler yaşandı, yaşanıyor. İmam hatiplere olan ilginin artması, tüm okullarda Kur’an-ı Kerim, Siyer-i Nebi, Osmanlıca gibi derslerin seçmeli olarak okutulması başlı başına çok güzel şeyler. Bunlar önemli gelişmeler. Bununla birlikte ülkemizin ihtiyacı, milletimizin talebi, bizim hayalimiz olan nesillerin yetiştirilmesi konusunda hâlâ pek çok eksiğimiz bulunuyor. Dilimizden tarihimize kadar birçok alanda ecdadımıza ve kültürümüze duyulan husumetin ürünü bir yaklaşımla hazırlanmış olan müfredatlar daha yeni yeni değişiyor. Medyadan sinemaya, bilim teknolojiden hukuka kadar pek çok alanda hâlâ en etkin yerlerde ülkesine ve milletine yabancı zihniyetteki kişilerin, ekiplerin, hiziplerin bulunduğunu biliyorum. Açıkça söylemek gerekirse bu durumdan da büyük üzüntü duyuyorum.” (Koyu yerler tarafımca işaretlendi.)
Vakfın 28 Mayıs 2017 Pazar günü İstanbul Kongre Merkezinde yapılan 38. Genel Kuruluna katılıp bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın konuşmasının bir bölümü bu.
Cumhurbaşkanının daha öncesinde de türlü yer ve zamanlarda benzer anlamda görüşler bildirdiği akıllardadır:
“Maalesef eğitimin niteliği konusunda istenilen yerde değiliz. Bilgi temelli ekonomi ile bizi ön saflara taşıyacak eğitimi hedeflemeliyiz.” (18 Eylül 2014, TÜSİAD toplantısı)
“Bu konudaki (eğitim) tüm hassasiyetlerime, tüm gayretime rağmen maalesef geldiğimiz yer kesinlikle benim arzu ettiğim, hayal ettiğim yer değildir.” (19 Haziran 2015, TÜRGEV’in 2015 Mezuniyet ve İftar Programı)
“Ülke olarak çok önemli mesafeler kat ettik. Ancak bu süreçte eğitimde ve kültürde hedeflediğimiz noktaya gelemediğimizi üzülerek söylemek istiyorum.” (26 Aralık 2015, Birlik Vakfı 30. Yıl Kutlamaları)
“Kişi noksânını bilmek gibi irfân olmaz”mış.
Ensar’daki konuşmanın başında geçen “sosyal ve kültürel iktidar” konusunda yapılan saptama bizce de yerindedir. Siyasetten ekonomiye, medyadan bürokrasiye dek birçok alanda gücü tartışılmaz bir iktidar olma durumuna karşın, “sosyal ve kültürel” alanda bir “iktidar” ortada yoktur. Örnek: Basında bir Uğur Mumcu ya da İlhan Selçuk; edebiyatta bir Nâzım Hikmet ya da Yaşar Kemal; tiyatroda bir Yıldız Kenter ya da Genco Erkal; müzikte bir Fazıl Say ya da Suna Kan; sinemada bir Yılmaz Güney ya da Erden Kıral; resimde bir Eşref Üren ya da Fikret Otyam; bilimde Cahit Arf ya da Aziz Sancar… (dallar ve adlar çoğaltılabilir) yetiştiremediler.
Bırakalım 14 yılı, 140 yıl iktidarda kalsalar yine yetiştiremeyecekler!
Nedeni, yine yukarıdaki konuşmanın içindeki ikinci koyu bölgede söylenen sözlerdedir ama istenirse bu sonucu çıkarmak için çok sevdiklerini ve hatta yeniden canlandıracaklarını sandıkları Osmanlı’nın son 300 yılına bakmak da bir fikir verir. O yüzyıllardan bilim, sanat ve düşünce dünyamıza ne kaldıysa, 14 yıllık iktidara düşecek pay da 300’ün 14’e bölümünden çıkan sonuç kadar olacaktır. İşin nedenini daha açık söyleyelim: Çünkü bu alandaki iş ve eylemlerinin içinde bilim yok, bilimin biçimlendirdiği akıl yok! Eleştiri yok, sormak yok, sorgulamak yok!
Bu yaratıcı ve sürekli ileriyi kovalayan değerlerin yerinde ne var?
Biat, biat, biat…
Ya da tarikat, cemaat, itaat!
Öyleyse?
Bilim ve sorgulayıcı aklın olmadığı, dogmaların cirit attığı iş ve eylemlerden de bir “sosyal ve kültürel iktidar” çıkmaz oğlu çıkmaz!
Bu arada, tam bir yazıklanma metni niteliğindeki söz konusu konuşmada yer alan “Dilimizden tarihimize kadar birçok alanda ecdadımıza ve kültürümüze duyulan husumetin ürünü bir yaklaşımla hazırlanmış olan müfredatlar” saptamasının da gerçeği yansıtmadığını buraya not edelim. Çünkü devr-i iktidarlarında ikisi köklü, öbürleri de parça parça olmak üzere en az beş kez müfredat değişikliği yapılmış, 2012’deki “4+4+4”lük bölmeli sistemle de -kendi anlatımlarıyla- “dindar ve kindar nesil” izlencesiyle eğitimde bilimin, sanatın göbeğine bombayı koymuşlardır. Şimdi yakında yenisi devreye sokulacak müfredat da yakınma konusu olan sonucu değiştirmeyecektir.
Durumun gerçekliğini bir de Necip Fazıl’dan başlatıp yine onda bitirdikleri kültürel zeminlerinden anlayabilirler aslında, istenirse. Ama bunu fark etmek de bilimsel aklı gerektirir.
Yukarıdaki konuşmada koyulaştırılmış son tümce ise bilimin temeli olan neden-sonuç ilişkisinin “sonuç” halkasını oluşturan durum saptamasıdır. “Sosyal ve kültürel iktidar” alanı, dev inşaat ihalelerini yandaşlara peşkeş çekmek ya da kamu mallarını uluslararası şirketlere çerez parasına satmak kadar kolay bir meziyet değildir. Uğraş ister, kütüphane ve laboratuarlarda sabahlamak ister, emek ve sabır ister. Ayrıca “en etkin yerlerdekilerin ülkesine ve milletine yabancı oldukları” saptaması da bir tartışma ortamında konuyu ele almayı gerektirir. 15 yıllık (süreyi de düzeltmiş olalım, 14 yıllık değil, 15) süresince başbakanı ya da bakanlarıyla bir kez bile bir tartışma zemininde göremediğimiz iktidarın “ülkesine ve milletine yabancılık” konusunda kamuoyunu ne zaman, nasıl ikna ettiği de belli değildir.
Türkiye’nin bugün saplandığı ulusal ve uluslararası çıkmazların iktidarın ideolojisiyle koşutluk taşıdığını, bundan dolayı da olup biten hiçbir şeye şaşırmamak gerektiğini belirtip “sosyal ve kültürel alan”daki çağdışı zorlamaların ülkede yarattığı tatsız sonuçlara, çok taze verilere dayalı birkaç örnek vermek gerekirse:
TÜİK’in 1 Haziran’da açıkladığı verilere göre opera ve bale seyirci sayısı 2015-2016 sezonunda, 2014-2015 sezonuna göre yüzde 19.1 azalarak 272 bin 578 oldu. 80 milyonda 272 bin! Yani yüzde 0, 35! Bu dönemde oynanan eser sayısı yüzde 10.5 geriledi ve 170’te kaldı. Sezonlar itibarıyla karşılaştırıldığında, 2015-2016 sezonunda, bir önceki sezona göre opera ve bale salonlarında gösteri sayısı yüzde 9.7 azalışla 685’e geriledi.
Orkestra, koro ve topluluklarda ise toplam izleyici sayısı 2015-2016 sezonunda, 2014-2015 sezonuna göre yüzde 4.2 azalarak 463 bin 422 olarak kayıtlara geçti. Orkestra izleyici sayısı bu dönemde yüzde 2.8 artarak 155 bin 811’e ulaşsa da koro izleyici sayısı yüzde 18.2 azalarak 73 bin 437’ye, topluluk izleyici sayısı ise yüzde 3.3 gerileyerek 234 bin 174’e düştü. Orkestraların gösteri sayısı, 2015-2016 sezonunda yüzde 1.8 azalışla 214 oldu. Sezonlar itibarıyla kıyaslandığında koroların gösteri sayısı 2015-2016 sezonunda, önceki sezona göre yüzde 11.1 azalışla 169’da kaldı.
Durum böyle iken, beklenen“sosyal ve kültürel iktidar”nasıl gelecek? “Kaldırın şu ucubeyi!” ya da “Böyle sanatın içine tükürürüm!” felsefesiyle; TÜBİTAK’ın tepesine hayvanat bahçesi müdürünü, şehir tiyatrolarının başına güreş hakemini atayarak, bürokrasideki en kilit noktalardan en sıradan koltuklara “benden olsun çamurdan olsun” deyip “liyakat”ın önüne “sadakat” geçirilerek hangi “sosyal ve kültürel iktidar” kazanılmıştır dünyada?
Oldu madem, yeni veriler içeren bir örnek daha verelim, konuyla doğrudan ilişkili:
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun raporuna göre 2017’nin ilk beş ayında 173 kadın öldürüldü. Geçen yılın aynı döneminde bu sayı 137 idi.
Platformun raporuna göre bu yılın (2017) mayıs ayında 39 kadın öldürüldü, 38 çocuk istismara uğradı, 17 kadına cinsel şiddet uygulandı. Mayıs ayındaki ölümlerin yüzde 21’inin faili belli değil.
Raporda, kadın cinayetlerindeki artışla birlikte, cinayetlerin işleniş biçiminin de değiştiği belirtildi. Kadınların işkence gördüğü, çocuklarının gözleri önünde veya çocuklarıyla beraber öldürüldüğü ve şüpheli ölümlerin arttığı ifade edilen raporda, “Evine patlayıcı yerleştirmek, ‘levye’yle öldürmek gibi savaş yöntemleri ve barbar yöntemler kullanıyor. Faili meçhul oranı artıyor, kapatılan kadın cinayeti dosyaları ailelerin uğraşlarıyla açığa çıkarılıyor” dendi.
Okullardaki programlardan bilimi, sanat derslerini söküp atmanın bir bedeli vardır kuşkusuz ve o da doğal olarak “sosyal ve kültürel iktidar” değil, şiddet ve vahşet iktidarıdır.
Sistemin odağına bilimdışılığın, para-kâr hırsının, farklı düşünüp yaşayana kin ve nefret söyleminin konulduğu bir ülkede, yineleyelim, 14 değil, 140 yıl da iktidar kalsanız, sonuç değişmeyecektir. Hiçbir zaman da gerçek anlamda iktidar olamazsınız, olamayacaksınız.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aynı toplantıdaki konuşmasında yer alan “O gece (15 Temmuz 2016) oraya gelenler, Gezi parkının gençleri değildi. Bunu iyi görmemiz lazım. O gece oraya gelenler, vatanını seven, milletini seven, bayrağı, ezanı için yola koyulan gençlerdi.” sözleriyse yıllardır değişmeyen toplumu kamplaştırma politikasının yeni örneğidir. Temelinde bir “itiraz”ı barındıran toplumsal dalgadan kalıcı bir “düşman” yaratma düşüncesiyle “öteki” gençlere biçilen değerin ne olduğunu bir kez daha anlamış olduk.
Son olarak iki alıntıyla “sosyal ve kültürel iktidar”a giden yolun nereden geçtiğini görüp noktayı koyalım:
“Dünyanın hiçbir yerinde zorunlu fizik, kimya, matematik dersinin tartışma konusu olduğunu göremezsiniz. Ne hikmetse zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi tartışma konusu olur. Eğer olsun mu olmasın mı diye tartışılacaksa uyuşturucu bağımlılığından, terörden, şiddetten neden şikâyet ediliyor.” (R. Tayyip Erdoğan, 29 Eylül 2014)
“Yıl, 1973 veya 1974. Atatürk Kültür Merkezi de yeni açılmış! Sanatsal gösteri var. Bize de para lazım. Bilet bulamıyorlar. Saat 4’te gidip bilet alıp millete veriyorduk! Ne o? Millet tiyatro seyredecek. Güzel şey. Bizi ilgilendirmiyor da, bizi bilet ilgilendiriyor… Oradan yolumuzu buluyorduk.” (Binali Yıldırım, 27 Ocak 2017)
“Sosyal ve kültürel iktidar”a açılacak kapının anahtarları böyle olunca, “Bu durumdan üzüntü duymaya” gerek var mı? Perşembenin gelişi çarşambadan belli olduğuna göre…
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.