YÜZYIL ÖNCESİ
A.CELAL BİNZET
Yirminci yüzyıl.
Ona bakarken nasıl bir yöntem izlenmesi gerektiği konusu tartışma götürür. Savaşlar, parçalanmalar ve yeni oluşumlar arasında kültür ve sanatın coşkun dalgalanmaları var. Yeni düşünce pırıltıları, yeni bir dünyaya bakışın izleri. O karmaşık bakış açısını bir ölçüde seyreltip birkaç noktaya yoğunlaştırmak, sorunu bir ölçüde olsun yalınlaştırabilir. Galiba bunlardan en kestirmesi geçmişteki önemli olayların belli yıldönümleri üzerine olanı. Yoksa binlerce sayfa incelemeye konu olmuş bir süreç için yeniden neler yazılabilir ki?
Bilinenleri yineleyerek anımsayalım.
Yirminci yüzyılın ilk gerçeği imparatorlukların son bulması. Aynı zamanda Büyük Fransız Devrimi’yle başlayan uluslaşma sürecinin olgunlaştığı bir dönem.
Elbet kanlı bir süreç.
Sonunda Avrupa anakarasının parçalanarak yeni devletlerin ortaya çıkışı.
Bu açmazdan yaralanmak isteyen uzakta bir başka güç daha var. Okyanus ötesinin devleti, yayılmacılığını Avrupa’nın zayıf anında devreye sokarak egemenliğini perçinleyecektir. Kışkırtılan ulusların çıkardığı birinci ve ardından ikinci paylaşım savaşlarıyla koskoca anakara çöker. Bu bilinçli bir oyun. Çöken Avrupa’ya karşı yükselen Amerika. Parasal olduğu denli askercil ve kültür/sanat alanlarında her şeyin yönetimini kendinde toplama amacı taşıyan bir büyük yapılanma var artık. Toplumsal çelişkilerden yararlanarak ortaya çıkan başka güçlerin de bulunduğunu tarih yazıyor. Kuzeyimizdeki Çarlık Rusyasından doğan Sovyetler Birliği ve ardından Türkiye Cumhuriyeti. Bunlar okyanus ötesinin tehlikeli bulduğu yapılanmalar. Kendi varlığını güçlendirme ve egemenlik alanını genişletmek amacıyla üretilen yeni politikaların uygulanmaya başlanması bu döneme denk düşer. Sovyetler ile Türkiye’nin ortak yönü, ikisinin de yozlaşmış birer imparatorluk yıkıntısından yeni bir toplum yaratma ülküsünü hedeflemeleridir. Lenin, kendi düşüncelerini eklediği Marksizm’i uygulayarak toplumun belli başlı kurumlarında yeni hedefler belirleyecektir.
Çok boyutlu neden ve sonuçları olan bir devrimi irdelemek kolay değil. Olsa olsa yüzüncü yılı nedeniyle o büyük dönüşüm için küçük bir bakış açısı niyetine okunmalı bunlar. Öncesinde yer yer küçük çatışmalarla başlayan olaylar dizisi 1914 yılında yükselir. Sınırsız Rus topraklarının en büyük toprak ağası Çar’a karşı ayaklanan köylü ve işçi sınıfının kurduğu yeni devletin ilkeleri bellidir. Olayın çok yönlü olduğunu, politik dengeler konusunda çok yönlü seçenekler ortaya çıkardığını söylemeye gerek var mı? Burada, yeni devletin kültür ve sanat konusuna yaklaşımını açıklayacak birkaç noktaya değinmeye çalışalım. Bu arada Rus yazınının anlatı ve içerik açısından zenginliği gerçeğini unutmamalı. Böylesine kuvvetli bir geleneğin üzerinde yükselen yazın alanı devrimin açtığı yolda daha coşkulu örneklerle okuruyla buluşur. Müzik ve sahne sanatları için de aynı sözcükleri rahatça kullanmak olası.
Plastik sanatlarda yaşananlar devrim niteliğinde. Çağdaş sanatın kimi önemli akımları çıkış işaretini buradan alacaktır. Süprematizm ve Konstrüktivizm’in ilk deneysel örneklerinin yaşam alanı bu topraklardır. Vasiliy Kandinsky’e (1866-1944) burada ayrı bir yer açmak gerekiyor. Geç-İzlenimcilik’le başladığı resim serüvenini Fovizm, Soyut Sanat ve Dışavurumculuk’la sürdürecektir. Sanat üzerine düşüncelerini “Sanatta Ruhsallık Üzerine” kitabında toplayan sanatçının ünlü deyişlerinden biri: “Her sanat yapıtı çağının çocuğudur ve pek çok durumda duygularımızın kaynağıdır.” Sanatçı, Eğitim Komiserliği adına 1918-21 yılları arasında ülkenin değişik yerlerinde 22 müzenin kuruluşunda görev yapacaktır.
Kuşkusuz bu örnek onca sanatçının yetiştiği toplumdan yalnızca birisi. Pek çok sanatçı devrimin içinde sanatını gerçekleştirir. Kazimir Malevich ve Vladimir Tatlin adlarını bu bağlamda anmadan geçmek doğru olmaz.
Müzelerin oluşturulmasında asıl girişimler Lenin’den gelir. Fovist ve Kübist yapıtlardan oluşan zengin bir koleksiyona sahip Morozov’un evi Eğitim ve Kültür Komiserliği’ne bağlı müzeye dönüştürülür. Moskova’lı sanayici Şukin’in Fransız İzlenimciliği ve sonrasını kapsayan resimlerini yerleştirdiği Trubetskoy Sarayı da aynı biçimde müzeye çevrilir. Lenin bu iki müzeyi de ulusal servet kapsamına alır. (J.Pedro Lorente, “Çağdaş Sanat Müzeleri, s.: 112-113)
Günümüzde dünyanın belli başlı müzeleri arasında gösterilen Hermitaj ile Tretyakov’da yer alan yapıtlar sanatsal açıdan büyük önem taşımaktadırlar. Bundan üç-beş yıl önce bizde yakalanıp Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde gösterime çıkarılan(!) Picasso’nun 1904 tarihli “Köylü Kadın” portresi aslında Hermitaj’da bulunuyor. Bizdeki sahtenin şimdi nerede olduğu bilinmiyor. Bu örnekten de anlaşılacağı gibi adı geçen müzeler dünyanın en önemli sanatçılarının yapıtlarından seçmeleri kapsamakta.
Yüzyıl öncesinin dünya tarihinde derin izleri bırakan çalkantılı toplumundan çıkarılacak dersler var. Köklü dönüşümlerin gündemde olduğu zamanlarda bile sanatın vazgeçilmezliği ilk planda görülüyor. Belki de bir toplumu ayakta tutan en önemli payandanın sanat olduğu bilindiğinden.
Çağdaşlığın ölçütü onu sahiplenmekten, sanatçıyı yüceltmekten başka nedir ki?
Bugün gelinen noktada yaşananlara bakarak yüzyıl öncesi üzerine yapılacak her tür değerlendirmenin eksik kalacağı açıktır. Yukarıdaki notlar yalnızca kısa bir değinme olarak okunmalı.
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.