MaviKöşe (Altı):
Tanrıların Dağları…
Yücel ÇAĞLAR
ormanlarindelisi@gmail.com
Yeryüzünde Tanrıları Kazdağları kadar çok olan kaç dağ var acaba? Herhalde çok fazla değil. Yeryüzünde Kazdağları kadar söylencelere ortam olmuş başka bir dağ da yoktur büyük bir olasılıkla. Tanrıların ve tanrıçaların tanrısı Zeus ile oğlu Dardanos, Athena, Hera ve güzeller güzeli Afrodit ve daha kimlere kimlere yurt olmuştur Kazdağları. Ya Troya Savaşı’ndan Sarıkız’a konu olduğu söylencelerin çeşitliliğine ne demeli ? Bakın, henüz, çoğu Dünyada yalnızca Kazdağları’nda doğal olarak yetişebilen bitki türü çeşitliliğine, yeryüzü biçimlerine ve ormanlarının ayırtedici yapısal özelliklerine; Kazdağları’nda yaşayan köylülerin toplumsal ve kültürel özelliklerine hiç değinmedik bile. Bu özelliklerini göz önünde bulundurarak Kazdağları Milli Parkı’nı, ancak dört boyutlu bir yaklaşımla gerektiği kavrayabileceğimizi düşünüyoruz.
Söylenceler, bu Milli Parkımızın en önemli ayırtedici boyutlarından birisini oluşturuyor. Şu sıralar daha da ünlenen Troya Savaşı’nın Kazdağları’nın, söylencedeki adıyla da İda Dağı’nın eteklerinde yapıldığını artık herkes öğrendi. Atina Üniversitesi’nden Costas A.THANOS Kazdağları’nın, söylencedeki adıyla da İda Dağı’nın İlyada söylencesinde tam 47 kez değinildiğine dikkat çekerken bakınız neler söylüyor[1]:
“Zeus “güzel kokulu sunak ve korusunun bulunduğu ormanlık, bol su kaynaklı ve yabani hayvanların evi olan İda Dağı’nın tepesine (Gargarus) yerleşmiş ve burada hüküm sürmüştür. Zeus buradan Truva kentini ve Achaeans’ın gemilerini seyretmiş, savaşları gözetlemiş ve gök gürlemeleri ile şimşeklerini göndermiştir.”
Herkes olmasa da çoğu kişi Afrodit ile Anchises’in aşk serüvenlerini anımsayacaktır. Yine herkes, ilk güzellik yarışmasının bu dağlarda gerçekleştirildiğini biliyor. Hani şu, birbirlerini çekemeyen Hera; Athena ve Afrodit arasındaki çekişmeyi güzellik yarışması düzenleyerek çözümleyen Paris’in öyküsünü… Kısacası, Kazdağları, tarih öncesi dönemlerin de gözde yerlerinden birisidir.
Daha yakın dönemlere gelindiğinde, bu kez karşımıza Sarıkız söylencesi çıkıyor. Söylencenin tarihsel kökeni 14. Yüzyılın başlarına değin iniyor. 1300’ler, Sarı Saltuk’lu Türkmenlerin Kazdağları’na yerleştirildiği yıllardır. Bu yerleşmeler sırasında dağlara o dönemlerde kutsal sayılan yaban kazının adı verilmiştir. Sarıkız söylencesi ise iki biçimde anlatılmaktadır: Birisi, 1915 yılında İttihat ve Terakki’nin buyruğuyla Anadolu’da Alevilerle ilgili bir araştırma yapmakla görevlendirilen Bigalı Baha Sait Bey tarafından ortaya çıkarılmıştır. Bigalı Baha Sait Bey’e göre Sarıkız Hazreti Ali’nin kızıdır ve Selmanı Pak tarafından Kazdağı’na getirilmiştir. İkinci söylence ise daha yakın zamanlara ilişkin: Babası yöre dışında çıkan Sarıkız kendisiyle evlenmek isteyen gençlerin yakınları tarafından karalanır. Bu karalamalara inanan Babası da Sarıkız’ı iki kazla birlikte dağa bırakır. Bir süre sonra da dağda ölmediğini öğrenince kızının erdiğini düşünür. Sarıkız, daha çok bu kimliğiyle tanınıyor ve sayılıyor. Yöreden ozanların şiirlerine de konu olan Sarıkız’ın gömütünün bulunduğu tepe, şimdilerde de ziyaret ediliyor; çeşitli törenler yapılıyor, kurbanlar kesilip ve dileklerde bulunuluyor. İşte, gömütte bulunan deftere düşünülen dileklerden birkaç örnek[2]:
“Sarıkız Ana, 1,5 sene önce askere giderken senden aldığım hayırla askerliğimizi bitirip geldik. Sana adadığım kurbanı az önce kestik. Bu kurbanı kabul et ve bundan sonraki hayatımda da beni hayır ve şerrinden eksik etme.”
“Sarıkız ben …köyünde…’yı çok seviyorum. Beni ona kavuştur. Onu canımdan çok seviyorum.”
“Sarıkız Ana, Sen benim şu kaybolan keçilerimi sağsalim buldursan, bir daha ve ne zaman gelirsem mum yakacağım.”
Kazdağları’nın söylenceleri, öyküleri hiç biter mi, bitmez; bir de Elifkaçıran, Çeyiz, Ayı ve Hasanboğuldu derelerinin öykülerini bilseniz … Ve daha neler neler…
Azalmış, doğal yapısı büyük ölçüde bozulmuş da olsa ormanlar hem yapısal özellikleri hem de bitki türü çeşitliliği yönüyle Kazdağları’nın bir başka önemli varsıllığı. Saptamalara göre Kazdağları’nda 101 aileden 900 dolayında bitki türü doğal olarak yetişiyor. Öyle ki, başta kazdağı göknarı olmak üzere, sayıları yetmişi aşan bitkinin Dünyada yalnızca Kazdağları’nda bulunabildiği ya da çok ender rastlanabilen türlerden olduğu öne sürülüyor[3] Milli Parkın neredeyse tümü orman. Özellikle, Dünyada yalnızca Kazdağları’nda doğal olarak yetişebilen kazdağı göknarı öne çıkıyor bu ormanlarda. Bu önemi nedeniyledir ki, bugünlere kalabilen 240 hektar genişliğinde kazdağı göknarı ormanı 1988 yılında “tabiatı koruma alanı” olarak ayrılmıştır. Kazdağları’ndaki ormanlarda yalnızca kazdağı göknarı yok kuşkusuz: Kızılçam ve karaçam ile doğu kayını, gürgen, kestane, meşe, fındık, porsuk, ıhlamur, akçaağaç, karaağaç, defne, zeytin, sandal, ardıç, çınar, üvez, söğüt gibi ağaç ve ağaççık türlerinin yanı sıra çok sayıda soğanlı bitki de bulunuyor Kazdağları’nda. Ne var ki, Kazdağları’ndaki ormanlar, daha çok verim gücünün üstünlüğü nedeniyle önemsenmiştir. Dolayısıyla, Kazdağları’nın yönetim amacı da çok uzunca bir dönem olabildiğince daha fazla kerestelik tomruk ve yakacak odun elde edilmesine yönelik olmuştur. Gerçekte, Kazdağları’nda ormanlar tarihin bilinen tüm dönemlerinde bu amaçlarla işletilmiştir. Öyle ki, ünlü Troya Atı’nın Kazdağları’ndaki ormanlarda kesilen ağaçlardan elde edilen kerestelerle yapıldığı öne sürülüyor. Bu amaç, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet dönemlerinde de gözetilmiştir. Sözgelimi, Fransa’da şarap fıçılarının yapımında kullanılacak kereste bile Kazdağları’ndaki ormanlardan sağlanmıştır. Ne var ki; olabildiğince daha çok kerestelik tomruk ve yakacak odun hasat edebilmek amacıyla yönetilmesi nedeniyle, Kazdağları’ndaki ormanların yapısal özellikleri büyük ölçüde değişmiştir. Sözgelimi, Dünya’da yalnızca Kazdağları’nda doğal olarak yetişebildiği öne sürülen kazdağı göknarının oluşturduğu ormanlar azalmış ve kalanlarının da yapısı bozulmuştur. Bu süreç karşısında ozanlarımızdan Hasan Salâh BOZKURT Sarıkıza’a şöyle sesleniyor:
“Gümüş sisli başından bir dileğim var benim de,
Olanca hiddetinle, bütün hırsınla uyan…
Meşhur ormanlarından dal kalmadı elimde,
Yıllardır yanıyorsun hani var mı acıyan?”
Gördüğünüz gibi, Kazdağları’nın doğal varsıllıkları da saymakla bitecek gibi değil. Yeryüzü biçimleri ve su kaynakları bir başka varsıllık Kazdağları’nda. En yüksek tepesi 1800 metre dolayında olan Kazdağları’nda bin metreyi aşkın beş tepe bulunuyor: Kazdağı (1774 m), Babadağı (1765 m), Gürgendağı (1435 m), Tavşanoymağı (1552 m) ve pek ünlü Sarıkız (1384 m). Görüldüğü gibi çok da yüksek değil Kazdağları’ndaki tepeler. Yüksek değil, ama, yükseltiler kısa sayılabilecek aralıklar içinde son derece değişken olduğu için çok sayıda vadi oluşmuştur. Yüksek hava nemi nedeniyle, çoğunlukla yağmur ormanlarını çağrıştıracak sıklık ve çeşitlilikte bitki örtüsüyle kaplı olan bu vadiler Kazdağları’nın görsel çekiciliğini daha da artırıyor; özellikle de Şahindere Kanyonu. Öte yandan, Kazdağları’nın yalnızca Milli Park içindeki akarsuların sayısı otuza yaklaşıyor. Bu nedenle olsa gerek, Kazdağları’na yakıştırılan adları arasında “Çok Pınarlı İda” ya da “Bin Pınarlı İda” da bulunuyor. Tümü de Milli Park içinde doğan bu akarsular soğuk sularını Edremit Körfez’ine boşlatıyor. Pınarların içinde Ayı Deresi’ne karışan Kırlangıç, Adadağı’nın eteklerinden doğan Çiriş ve Elma, Arıtaş Köyü yakınlarındaki Ekşisu, Karataş yakınlarındaki Türkmen Yaylası’ndan doğan Kartal; Tavşanoymağı Tepe’de doğarak Bıçkı Dere’ye karışan Yurt Pınarları ile Aktaş Kayası’nın güneyinden çıkan Pınarbaşı ile Kirazlı ve Aksu pınarları; Sütüven şelalesi gerçekten de görülmeye değer görüntüler sergiliyor.[4]
Tamam; Kazdağları Milli Parkı, söylenceleri, bitki türleri çeşitliliği, yeryüzü biçimi ve akarsularıyla, deyiş yerindeyse “özel” bir yer. Ancak, bir başka “özel” özelliği daha var Milli Parkın; yakınında ve içinde yerleşik halkın kültürel ve davranışsal özellikleri… Bu yerleşmelerin tarihsel kökenleri MÖ Sekizinci Yüzyıla değin iniyor. Türklerin yerleşmesi ise görece olarak daha yeni. Ancak, Türklerin yerleşmelerinin de en az yedi yüz yıllık bir geçmişi var. Sözgelimi, şimdilerde turizm yerleşmelerinin yoğunlaştığı Altınoluk’taki Çam Mahallesi dört yüzyıllık bir geçmişe sahip. Ancak, bu denli eski yerleşmelere karşın, göçmen Türkmenler ancak 19. Yüzyılın ortalarında yerleşik geçmiştir. Şimdilerde Milli Park’ın içinde 13 yerleşme birimi bulunuyor ve bu yerleşmelerde kırk bin dolayında Kazdağlı yaşıyor. Bu sayı, yaz aylarında yüzbinleri aşıyor ve yörede yoğun bir hareketlilik yaşanıyor. Ancak, yöredeki Türkmenler, yaşama kültürlerini özenle koruyor. Sözgelimi, Her durumda geleneksel dayanışmacı, demokrat ve hoşgörülü davranışlarını, akıl almaz bir doğallıkla sergileyebiliyorlar. Ağustos ayının üçüncü haftasında Türkmen Yaylası’nda düzenlediği etkinlikleri yüzyıllardır sürdürüyorlar; giyim kuşamlarındaki yerel özellikleri en azından böylesi etkinlikler sırasında tüm albenileriyle sunabiliyorlar. Kısacası,;yakınlarındaki turizm etkinliklerinin yoğunluğuna karşın Kazdağı Milli Parkı’nın yalnızca doğal koşulları değil insanları da, henüz kirlenmemiştir.
Bu denli önemli özelliklerine karşın Kazdağları’nın milli park olarak ayrılması çok yeni bir gelişme: 1980’li yıllarda, Kazdağları’nın, başta bitki örtüsü ve özellikle kazdağı göknarı olmak üzere başka özellikleri ancak 1980’li yıllarda, dikkat çekmeye başlamıştır: 1993 yılında ise, Kazdağları’nın Güney yamaçlarındaki 213 bin dönümlük kısmı “milli park” yapısına kavuşturulmuştur.
Gördüğünüz gibi Kazdağları, deyiş yerindeyse kucak kucağa bulunan tarihsel, doğal ve kültürel varsıllıkları nedeniyle ülkemizde belki de ulusal park olmaya en çok yakışan bir yurt köşemiz. İnsanın; “- Keşke, çok daha önce ulusal park yapılsaydı !” diyesi geliyor. Ancak, daha önce de vurgulamıştım ya; “zararın neresinden dönülürse kârdır !” Gerçekten de öyle mi acaba ?
***
[1] Costas A.THANOS, “Mitolojide ve Eski Çağlarda İda Dağı; Bir Bitkibilimcinin Yaklaşımı” Kazdağları 1. Ulusal Sempozyumu, Dünü, Bugünü, Yarını ile Kazdağları; TMMOB Orman Mühendisleri Odası, 20-22 Eylül 2001, Ankara.
[2] Azat KAYA, “Kazdağlarında Sarıkız Kültürü”, Kazdağları 1. Ulusal Sempozyumu, Dünü, Bugünü, Yarını ile Kazdağları; TMMOB Orman Mühendisleri Odası, 20-22 Eylül 2001, Ankara
[3] Nihal ÖZEL-Yusuf GEMİCİ, “Kazdağları’nda Flora ve Vejetasyon”, Kazdağları 1. Ulusal Sempozyumu, Dünü, Bugünü, Yarını ile Kazdağları; TMMOB Orman Mühendisleri Odası, 20-22 Eylül 2001, Ankara
[4] Abdullah SOYKAN, “Kazdağı Milli Parkı’nda Doğal Ortam-İnsan İlişkileri ve Zeytincilik”, Kazdağları 1. Ulusal Sempozyumu, Dünü, Bugünü, Yarını ile Kazdağları; TMMOB Orman Mühendisleri Odası, 20-22 Eylül 2001, Ankara.
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.