Öykü
ÖLÜMSÜZ OZAN
Isaac Asimov
Çeviren: Günay Güner
“Ah, evet, ünlü ölülerin ruhlarını geri getirebilirim” dedi Dr. Phineas Welch.
O biraz sarhoştu ya da olmak üzereydi. Kuşkusuz, bu yıl Noel partisinde biraz sarhoşluk gerekliydi, en azından yanlış olmazdı.
Scott Robertson, okulun genç İngiliz eğitmeni; gözlüğünü düzeltti ve konuştuklarının duyulup duyulmadığını anlamak için sağına ve soluna baktı “Gerçekten, Dr. Welch.”
“Ben ciddiyim; sadece ruhları değil bedenleri de geri getirebilirim.”
“Bunun mümkün olduğunu söylemezdim” dedi Robertson resmi bir ses tonuyla
“Neden olmasın? Yalnızca geçici bir aktarım durumu.”
“Zamanda yolculuk mu demek istiyorsun? Ama bu oldukça, nasıl demeli, alışılmadık, sıradışı.”
“Nasıl olduğunu bilirsen hiç de öyle değil.”
“İyi de nasıl, Dr. Welch?”
Fizikçi “Sana söylememi ister misin?” diye ciddiyetle sordu. Kimseye fark ettirmeden bir kadeh içki daha arıyordu ama bulamadı. “Birçoğunu geri getirdiğim oldu” dedi. “Arşimed, Newton, Galileo. Adamcağızlar…”
“Onlar burayı sevmediler mi? Onların bizim modern bilimimize hayran olacaklarını sanıyordum” dedi Robertson. Söyleşinin güzelliğine kapılmıştı.
“Ah, onlar. Özellikle Arşimed. Başta onun, didinip öğrendiğim Yunancamla, modern bilimden biraz söz ettiğimde sevinçten delireceğini sanmıştım. Ama öyle olmadı.
“Sorun neydi peki?”
“Öncelikle kültür ayrılığı. Onlar bizim yaşam tarzımıza alışamadılar; berbat bir yalnızlık içindeydiler, korktular. Onları geri göndermek zorunda kaldım.”
“Bu çok kötü.”
“Evet. Onlar büyük beyinler ama esnek beyinler değiller; evrensel değiller. Sonrasında Shakespeare’i denedim.”
“Ne?” diye bağırdı Robertson. Heyecan iyice artmıştı.
“Bağırma oğlum” dedi Welch. “Bu kötü bir davranış.”
“Shakespeare’i geri getirdim mi dedin?”
“Evet, getirdim. Bir evrensel akla gereksinimim vardı; halkın yeterince tanıdığı, yüzyıllarca yaşattığı birine. Shakespeare böyle bir adamdı. Bende imzası var. Bir anı, bilirsin.”
“Sende mi” diye sordu Robertson. Gözleri büyüdü.
“Tam burada.” Welch yelek ceplerini arandı. “Hah, işte.”
Bir kartvizit geçti eğitmenin eline. Bir yüzünde şöyle deniyordu: “L. Klein & Sons, Toptan Donanım.” Diğer yüzünde ise dağınık biçimde “Willm Shakesper” yazılı.
Robertson hemen atıldı: “Nasıl görünüyordu?”
“Resimlerindeki gibi değil. Keldi ve çirkin bir bıyığı vardı. O çok aksanlı konuştu. Zamanımızda onu hoşnut etmek için elimden geleni yaptım. Oyunları üzerine hâlâ düşündüğümüzü, sahneye koyduğumuzu söyledim. Aslında, onların İngilizcedeki, belki de herhangi bir dildeki yazının en önemli yapıtları olarak gördüğümüzü söyledim.
“İyi, iyi” dedi Robertson nefes nefese.
“Onun oyunları üzerine binlerce yorum yazıldığını söyledim. Doğal olarak birini görmek istedi; kitaplığımda bir tane vardı, ona verdim.”
“Ve?”
“Ah, hayran kaldı. Kuşkusuz, O, 1600 yılından bu yana değişen olaylara, güncel deyimlere ve göndermelere, kaynaklara ilişkin sorun yaşadı ama ben yardımcı oldum. Hiç böyle bir işleyiş hayal ettiğini sanmıyorum. Zavallı adam. O sürekli ‘Tanrım! Beş yüzyılda sözcükler nasıl unutulur, gömülür? Bir sel yıkımı denebilir buna.’ diyordu.”
“O öyle demezdi.”
“Neden demesin? Oyunlarını olabildiğince hızla yazdı. Son teslim tarihleri yüzünden öyle yapmak zorunda olduğunu söyledi. Hamlet’i altı aydan daha az bir sürede yazdı. Konu eski bir konuydu. O yalnızca çok iyi cilaladı.”
“Yani bir teleskop, ayna tutmak, parlatmak; hepsi bu. Tüm yaptığı buydu, öyle mi” dedi İngiliz öğretmen öfkeyle.
Fizikçi duymamış gibi yaptı. Birkaç adım ötedeki barda el değmemiş bir kokteyl bulup çıkardı ve o tarafa doğru yöneldi. “Ölümsüz ozana bizim bile üniversitede Shakespeare dersleri verdiğimizi söyledim.”
“Ben de veriyorum.”
“Biliyorum. Onu senin akşam dersine kaydettim. Hani o Bill neydi öyle, öğrenmek için bu değin istekli bir adam görmemiştim. Çok çalışıyordu.”
“Sen benim derslerime William Shakespeare’i mi kaydettin?” diye mırıldandı Robertson. Alkolün etkisiyle beyninin oynadığı bir oyun olarak bile bu düşünce onu sersemletti. Peki, gerçekten de alkolün etkisinden miydi? Garip bir konuşma biçimi olan kel adamı anımsamaya başlamıştı.
“Kuşkusuz, bu onun gerçek adı değil” dedi Dr. Welch. “Ona ne olduğunu boş ver. Bir yanlışlıktı; hepsi bu. Büyük bir yanlışlık. Yazık oldu adamcağıza.” Şimdi kokteyl elindeydi ve başını kadehe doğru eğdi.
“Neden bir hataydı? Ne oldu?”
“Onu 1600 yılına geri gönderdim” diye kızgınlıkla haykırdı Welch. “Bir adamın aşağılanmaya ne değin katlanabileceğini düşünüyorsunuz?”
“Ne aşağılanmasından söz ediyorsunuz?”
Dr. Welch kokteylini bir yudumda bitiriverdi ve “Neden mi, zavallı, ahmak; onu sınıfta bıraktın” dedi.
The Immortal Bard – by Isaac Asimov
“Oh, yes,” said Dr. Phineas Welch, “I can bring back the spirits of the illustrious dead.”
He was a little drunk, or maybe he wouldn’t have said it. Of course, it was perfectly all right to get a little drunk at the annual Christmas party.
Scott Robertson, the school’s young English instructor, adjusted his glasses and looked to right and left to see if they were overheard. “Really, Dr. Welch.”
“I mean it. And not just the spirits. I bring back the bodies, too.”
“I wouldn’t have said it were possible,” said Robertson primly.
“Why not? A simple matter of temporal transference.”
“You mean time travel? But that’s quite – uh – unusual.”
“Not if you know how.”
“Well, how, Dr. Welch?”
“Think I’m going to tell you?” asked the physicist gravely. He looked vaguely about for another drink and didn’t find any. He said, “I brought quite a few back. Archimedes, Newton, Galileo. Poor fellows.”
“Didn’t they like it here? I should think they’d have been fascinated by our modern science,” said Robertson. He was beginning to enjoy the conversation.
“Oh, they were. They were. Especially Archimedes. I thought he’d go mad with joy at first after I explained a little of it in some Greek I’d boned up on, but no-no-”
“What was wrong?”
“Just a different culture. They couldn’t get used to our way of life. They got terribly lonely and frightened. I had to send them back.”
“That’s too bad.”
“Yes. Great minds, but not flexible minds. Not universal. So I tried Shakespeare.”
“What?” yelled Robertson. This was getting closer to home.
“Don’t yell, my boy,” said Welch. “It’s bad manners.”
“Did you say you brought back Shakespeare?”
“I did. I needed someone with a universal mind; someone who knew people well enough to be able to live with them centuries away from his own time. Shakespeare was the man. I’ve got his signature. As a memento, you know.”
“On you?” asked Robertson, eyes bugging.
“Right here.” Welch fumbled in one vest pocket after another. “Ah, here it is.”
A little piece of pasteboard was passed to the instructor. On one side it said: “L. Klein & Sons, Wholesale Hardware.” On the other side, in straggly script, was written, “Willm Shakesper.”
A wild surmise filled Robertson. “What did he look like?”
“Not like his pictures. Bald and an ugly mustache. He spoke in a thick brogue. Of course, I did my best to please him with our times. I told him we thought highly of his plays and still put them on the boards. In fact, I said we thought they were the greatest pieces of literature in the English language, maybe in any language.”
“Good. Good,” said Robertson breathlessly.
“I said people had written volumes of commentaries on his plays. Naturally he wanted to see one and I got one for him from the library.”
“And?”
“Oh, he was fascinated. Of course, he had trouble with the current idioms and references to events since 1600, but I helped out. Poor fellow. I don’t think he ever expected such treatment. He kept saying, ‘God ha’ mercy! What cannot be racked from words in five centuries? One could wring, methinks, a flood from a damp clout!'”
“He wouldn’t say that.”
“Why not? He wrote his plays as quickly as he could. He said he had to on account of the deadlines. He wrote Hamlet in less than six months. The plot was an old one. He just polished it up.”
“That’s all they do to a telescope mirror. Just polish it up,” said the English instructor indignantly.
The physicist disregarded him. He made out an untouched cocktail on the bar some feet away and sidled toward it. “I told the immortal bard that we even gave college courses in Shakespeare.”
“I give one.”
“I know. I enrolled him in your evening extension course. I never saw a man so eager to find out what posterity thought of him as poor Bill was. He worked hard at it.”
“You enrolled William Shakespeare in my course?” mumbled Robertson. Even as an alcoholic fantasy, the thought staggered him. And was it an alcoholic fantasy? He was beginning to recall a bald man with a queer way of talking….
“Not under his real name, of course,” said Dr. Welch. “Never mind what he went under. It was a mistake, that’s all. A big mistake. Poor fellow.” He had the cocktail now and shook his head at it.
“Why was it a mistake? What happened?”
“I had to send him back to 1600,” roared Welch indignantly. “How much humiliation do you think a man can stand?”
“What humiliation are you talking about?”
Dr. Welch tossed off the cocktail. “Why, you poor simpleton, you flunked him.”
Değini: Çeviriyi denetleyen Sayın Özgü Aydın’a teşekkür ederim. GG
Yorum Kapalı.