Öykü
ARAMIZDA KALSIN
Fatigül Balcı
İki yıl önce, bir ekinoks gecesi (21 Haziran) yeni evimize henüz taşınmıştık, daha perdeler bile takılmamıştı. Üst kattaki yatak odamızda eşimle uyuyorduk, çıplak, birbirimize sarılmış vaziyette. Yüzüme ışık tutulmuş gibi gözlerimi açmaya çalışırken de korkuyorum, eşim uyuyor ışığı açan ya da tutan kim? Bunu düşünerek gözlerimi aralamaya çalışırken bir buz kütlesine sarılmışım hissiyle titreyerek eşimi yataktan itmem bir oldu, öyle bir itme ki doksan kiloluk adamı yastığı atar gibi atmıştım. “Ne yaptın sen ya!” diye canı yanmış bir sesle inleyen eşim “ne oluyor, bu ışık ne?” diyordu şaşkınlıkla.
Keskin ışıktan yanan gözlerimi kapattım hemen. Korku ve merakla bakmak istediğimde pencerenin (oda, terastan yana boydan boya cam) tam karşısında gökyüzündeki kocaman ışık topunu gördüm, saniyelik bir bakıştı, çünkü bakamıyorsun. Yakından tutulan yüksek dereceli sıcaklık gibi insanın içine işleyen bir ışık. Yüzümü yastığa gömdüğüm halde, baktığım anda kör edecek derecede keskin bir ışık olduğunu hissediyorum. Röntgen gibi bütün organlarımı ortaya koyan, yüzükoyun yattığım yerde göğüslerimin ucunu sızlatan koyu acı bir ışıktı.
Bir an hiçbir şey hissetmedim, kafam gövdemden ayrıldı, çırılçıplak yattığımı, eşimin pencerenin önünde dikildiğini yukardan izledim sanki… Sonra birden ışığın çekildiğini anlıyorum. Aynı anda hafiflemiş olarak rahat bir nefes alıyorum. Eşim elinde tabletle uğraşıyor, sinirlenmiş, “Allah kahretsin, açılmadı bir türlü, çekemedim” diyor, batı tarafına gittiğini gösteriyor, hızla uzaklaşıp kaybolmuş. Işığı yaktı ahlaya oflaya, söylenerek.
Bayılmış da ayılmış, uyumuş uyanmış gibi bir sersemlik içindeyim. Kısacık sürede olanları anlamaya çalışıyorum. Eşim aksıyordu “ne yaptın sen ya, nasıl attın beni yataktan, halterci misin, nesin?” Bilmiyorum, dedim, nasıl attığıma ben de inanamıyorum. Her ikimiz de çok şaşkındık, korkmuştuk ve her ikimiz de aynı şeyi düşünüyorduk.”
“Neyi düşünüyordunuz?”
“Olağanüstü bir olay yaşadığımızı, dünya dışı varlıklar tarafından odamızın gözetlendiğini. Bu çok sinir bozucu bir şeydi, Doktor Bey.”
“Öyle olmalı. Sonra?”
“En az bir çeyrek saat sessizce yatağın üstünde oturduk, gözümüz pencerede. Eşimin kolu kanıyordu, dirseğini çarpmıştı düşerken. Sorusunu tekrarlıyor, nasıl atmışım yataktan; ne oldu, ne haldeyiz demiyor da, yataktan atılmanın derdinde. Bana sarılmak için dokunduğu an top gibi zıpladım, oysa kımıldayacak gücü bulamıyordum ki kalkayım yerimden. Elleri soğukkanlı bir hayvanın pençeleri gibi ürpertmişti beni. Şaşkınlıkla yüzüme bakıyor, “korkma” diyor, “korkma bitti.” Beni yatıştırmak için kucaklamak istiyor, dokunmasına izin vermiyorum, bir buz kütlesi gibi hissediyorum onu.
Eşim giyindi terasa çıktı, ben de ardından. Bir metreden fazla yaklaşamıyorum yanına, acayip duygular içindeyim… İkimizi de birer maket gibi, korkuluk gibi görüyorum, cansız, ama pekâlâ canlıydık. O hiç etkilenmemişti, gayet normal, ufoyu görüntüleyemediğine kızıyordu hâlâ.
Kesinlikle emindik dünya dışı varlıklarla muhatap olduğumuzdan. Bir yerlere haber verse miydik? Gökyüzü açık, görünürde bir şey yoktu, şehrin dışı olduğu için de yıldızlar ışıl ışıldı.
Eşim aşağıdan cep telefonlarımızı getirdi, tıpkı tablet gibi onlar da açılmadı ve daha sonra da açılmadılar… Merakımızdan, arka tarafta epey ilerideki şantiyeye gittik, projektörle harıl harıl çalışıyorlar, prefabrik yapar gibi duvarları bloklar halinde birbirine geçiriyorlardı. Vardiya şefinden, işçilerden, bekçilerden sorduk, kimse bir şey görmemiş. Etrafımızdaki evler henüz boştu, soracak başka kimse yoktu.
Nedense hırsız arar gibi evin bütün odalarını dolaştık, terasa çıktık. Duyduğumuz ufo ve uzaylı hikayelerini hatırlıyoruz. “Ufo Uzay Bilimleri Araştırma Merkezi” diye bir yer olduğunu biliyorduk, ertesi günü orayı arayıp haber vermemiz gerektiğini söyledi eşim. Ben sadece dinliyorum, ağzımı açıp konuşamıyordum, açsam çenem birbirinden ayrılacaktı sanki, dirseklerim masaya dayalı, yüzüm avuçlarımın içinde oturuyorum. Eminim, eşim, kadın olduğum için, fazla korkmuş, etkilenmiş olabileceğimi ve bu yüzden tepki gösterdiğimi düşünüyordu; çünkü biraz yanıma yaklaşacak olsa o istemsiz tepkiyi veriyordum.
Susa konuşa sabahı ettik terasta, masanın iki başında karşılıklı oturarak. Eşim, beni kaldırmak için uzanınca yine aynı tepki, daha sonraları da… O günden beri hep aynı durumdayım, değil dokunmak, uzanırken buz kesip ürperiyorum, soğukkanlı bir hayvanla karşı karşıya kalmış gibi oluyorum. Eşim, bu tutumum karşısında rahatsız olduğu kadar da sabırlı davrandı, baktı olmuyor, yardım almamı istedi. Ben kendimi biliyorum, değiştim, bambaşka biri oldum… Herhangi bir doktorun derman olacağını sanmıyordum bana. Yine de bir denemek istedim işte.
Evliliğimizin beş yılında bütün planlarımızı gerçekleştirdik. Eşim uzmanlık sınavını kazandı, cerrah olarak benim çalıştığım hastaneye atandı. Arabamızı, evimizi aldık. Sıra bebekteydi, temmuzda hamile kalırsam, mart, nisan gibi kucağımıza alacağımızı hayal ediyorduk.
O olaydan sonra asla kocama yaklaşamadım, dokundurtmadım, daha bir adım kala kapağı açılmış buzluk gibi soğuk vuruyor yüzüme, tüylerim diken diken oluyordu. İlk zamanlar yastık koydum aramıza daha sonra yatağı ayırmak zorunda kaldım. Onun kadar bana da zor geliyordu bu durum, çok üzücüydü, çok özlüyordum sevdiğim adamı, ama elimde değildi. Eşim doktor, ben biyolog, vardiya usulü çalışıyoruz nerdeyse, birbirimizi daha az görmek için.
O gece bir yerlere haber vermeyi düşündüğümüz halde kimseye duyurmadık, sadece şantiyedekilerden sormuştuk o kadar, yani onlar görmediyse biz de görmedik, kim ne bilecekti ve asla birine anlatmayacaktık, aramızda kalacaktı. Öyle de oldu, aramızda bile konuşmak istemedik hayatımızı altüst eden bu olayı!
Dünya dışı varlıkların dünyamıza geldiklerine, insanlarla iletişim kurduklarına dair bir sürü yazı okudum. Sıklıkla insanların vücuduna implant (milimetrik metaller) yerleştirdiklerini de öğrenince, bir bahaneyle tarama yaptırdım, yoktu neyse ki bir şey. Hatta kimi hamile kalan kadınların bir süre sonra karnındaki ceninin yok olduğu da okuduklarım arasındaydı. Bu türden olayları yaşayanlar bir dernek bile kurmuşlardı (UUGD) Ufo, Uzaylı Görenler Derneği.
“Türkiye’de Alıkonma ve Kaçırılma Vakaları” adlı bir panele katıldım. Panelistlerin, dünya dışı varlıkların olduğunu iddia ettikleri konuşmadan sonra, söz alan katılımcılar da onları destekleyen kaçırılma, alıkonma vakalarını anlattılar. Tabii ki ben sessiz kaldım, eşimle aramdaydı. Bugün bu anlaşmayı bozdum, Doktor Bey, aramızda kalsın lütfen. Bazı doktorlar hastalarından elde ettikleri böylesi ilginç bilgileri, sözüm ona o araştırmacılarla paylaşıyormuş, az çok tanıyorum seni, böyle bir şey yapmazsın öyle değil mi?”
“Tabii ki yapmam, aramızda kalacak korkma.”
“Bu durumda evliliğimizi daha ne kadar sürdürebiliriz, bilmiyorum? İki yıldır karısıyla yatmayan, baba olma hayalleri suya düşen bir adam niye katlansın ki! Evimizi de, beraberliğimizi de öyle çok seviyoruz ki. “Evinizi seversiniz de, beraberliğiniz mi kalmış” diyeceksin, öyle değil işte. Her ikimiz de can atıyoruz evimize, birbirimize aşkla bakıyoruz; hani hiç kavuşamasan, dokunamasan da aşktır ya, öyle işte. Bu duygunun, bu inancın sadece bana ait olduğunu düşündün değil mi? Düşünce okuma gibi bir yeteneğim de gelişti, zira eşimin düşündüklerini, duyumsadıklarını anlıyorum. Misal eşimin kokumdan huylandığını, beni arzulamadığını biliyorum. Başkasıyla beraber olduğunu da ne yazık ki, bundan artık rahatsızlık duymadığını, kanıksadığını da ve şimdilik ayrılmayı düşünmediğini de!
O olaydan sonra algım olağanüstü yükseldi, bambaşka bir insan oldum. Tahlil sonuçlarını kan daha makineye sokulmadan biliyorum. Bunu birkaç kez meslektaşlarıma da kanıtladım, hatta uyuşmayan sonuçların, kalitesiz Çin malı kitlerden kaynaklandığını da. Baktım ki bundan hoşlanmıyorlar, bıraktım işgüzarlık yapmayı da, ukalalık yapmayı da. Aslında hiç de iyi değil birilerinin, senin hakkında ne düşündüğünü bilmek, çok kötü hem de, her şeyi bilmek çok kötü…”
“Ben ne düşünüyor olabilirim şu anda senin için?”
“Şu kanepede çırılçıplak, bacaklarım iki yana açık. Kesilip temizlenmiş tavuk gibi. Ateş topu gibi, hayal ediyorsun.”
“Emin misin?”
“Evet, algıladığım bu.”
“İki yıldır kocasıyla yatmayan genç kadın için ilk akla gelen ateş topuna döndüğüdür haliyle. Başka biriyle yattın mı bu süre içinde?”
“Evet. Biriyle denemek istedim; demez mi ‘sen pissin, çok fena kokuyorsun’ elimden kendini bir kurtarması vardı…”
“İlginç.”
“Biliyorum kokmadığımı. Ne çürük dişim var, ne mide rahatsızlığım, ne de vajinal. Emin olduğum halde test bile ettim…”
“Rüya görüyor musun, daha doğrusu ne tür rüyalar?”
“Ben de tam buna gelmiştim. Rüyalarım da farklı o günden sonra. Otuz yıllık hayatıma dâhil olmayan, hiç ilgisi bulunmayan şeyler görüyorum; anlat desen anlatamam. Sabah uyanınca hatırlar da hemen unutuverirsin ya, hiçbiri kalmaz aklımda.”
“Kalmadığı halde ilginç, sıradışı olduğunu ne biliyorsun?”
“Kısa bir süreliğine hatırlıyorum, ondan kalan hislerden çıkarıyorum; hani kötü bir düşün etkisinde kalırsın ya, ağlamışsan gözlerinde yaş vardır, için sıkılır. Daha çok da bir seyahatten dönmüş gibi hissederim kendimi, mutlu bir yorgunluk, doygunluk, tatmin. O gün farklı, değerli hissederim kendimi… tam ifade edemiyorum.”
“Sık görür müsün?”
“Pek değil, birkaç haftada bir.”
“Rüyalarını uyanır uyanmaz kaydet, ne hatırlarsan hepsini. Rahatlaman için bir ilaç yazacağım.”
“Rahatım, ilaca gerek yok. Olumsuz duygularım yok, ne endişem var, ne korkum ne de kötü hissettiğim oluyor kendimi, sıkıntı stres gibi bir derdim hiç yok. Sağlığım yerinde, kan değerlerim mükemmel. Kendimle barışığım, hayatımdan memnunum. Tek şikâyetim eşimle olan durumum. İlacı o bakımdan vermek istiyorsan eğer, denedim ben, çeşitli ilaçlar da aldım, içkiler de içtim, nafile… Unutmadan bir şey daha, ikinci bir kez daha denemek istedim, o da tam yarı yerde kesti sevişmeyi, başının ağrıdığını öne sürer gibi bir bahaneyle yapamayacağını söyledi, defoldu!”
“Libidon yüksek midir?”
“Artık değil, merak ettiğim için denemek istedim sadece.”
“Bak şimdi ben de merak ettim.”
İzmir/ 21 Mayıs 2018
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.