TAHSİN ŞİMŞEK
MAKAL’DA YALINLIĞIN UYANIŞI
Karnını doyuramayan, barınma sorununu çözemeyen insandan sevmeyi, meslek edinmeyi, zevk sahibi olmayı hele sanatla uğraşmayı bekleyemeyiz. Orada bulacağımız tek değer, gelenekten getirdiği o birazcık sağduyu ve birkaç atasözüyle birkaç halk hikâyesidir. İşte bu koşulları yaşayan bir köyü anlatarak yazın yaşamına başlayan Mahmut Makal, anlattığı koşullarda doğup büyüyen, şansı yaver gittiği için Köy Enstitüsü aydınlığından yararlanan o bir avuç köy çocuğundan biridir.
Benim doğduğum yıl, Varlık’ta yayımlanan Aksaray-Nigüz köyü notları, edebiyat dünyamıza bir yumruk gibi inmiştir.Bizim Köy, içeriğiyle ve anlatımıyla edebiyat dünyamızın boğazında düğümlenip kalmıştır. Bu ilk etkidir, bizim köyü “Bizim Köy”, Mahmut Makal”ı “Mahmut Makal” yapan. 1940’lar, toplumcu-gerçekçi yazınımızın en ışıklı dönemi olsa da yazınımız, bu yalınlıkta bir söyleme, yaşam dışına düşmüş bir böyle bir mekâna alışık değildir. Dönemin yapıtlarında, toplumun gerçekleriyle sanatın olanakları iyi kötü buluşturulmaktadır. Bunu en iyi buluşturanlar örnek alınmaktadır. Bu alanda şiirin öncüsü Nazım da, öykünün ve romanın öncüsü Sabahattin Ali de sanatsal kaygıyı konunun ardına itenlerden değildir. Onlar için ‘ne söylendiği’ kadar ‘nasıl söylendiği’ de çok ama çok önemlidir. Ama Mahmut Makal’ın en çok dikkati çeken yanı, bana göre zamanın sanatsal beğenisine, hatta genel sanat kaygısına boş vermesidir. “Anlatılacak şey, bir biçimde anlatılır, önemli olan neyi anlattığınızdır” anlayışıyla hareket etmesidir; “yalınlığı uyandırma”sıdır. Köy Enstitüleri ve Halkevlerinin aydınlığından yararlananların dikkatlerini köye yönelttikleri bir dönemde, “köy” de istim üstündedir. Geleceğinin demeyelim, çıkarının nerede olduğuna karar vermenin arefesindedir. Uzun süren kulluk, yaşanan onca savaş, açlık ve yoksulluk… Bir de çok partili yaşama geçişin sancıları.
Rauf Mutluay, 100 Soruda Çağdaş Türk Edebiyatı (sayfa 486) adlı yapıtında Mahmut Makal’la ilgili şu saptamayı yapıyor: “1932’de Yaban’ın çıkış yıllarında başlayan tartışmalar böylece canlanır. Türk köylüsü gerçekten böyle midir, yoksa yazar karamsarlığı doğruları tersine mi çevirmiştir. Köy notları çığırını açtığı kabul edilen Mahmut Makal, ardından gelen birçok akranına, gözlemlerini edebiyat eserlerinde kullanma yöntemimi aşılamış olur. Ama kendi eserlerinin çoğunluğu gerçeği doğuran doğruya verme ilkesine dayanmaktadır.” Burada “gerçeği doğrudan verme” saptamasının altını ayrıca çizmek gerekiyor. İyi ki gerçeği doğrudan vermeyi seçmiş. Bu sayede “Yılanların Öcü”nün önünü açmıştır. “Kaplumbağalar” da kabuklarına hapsolmaktan kurtulmuşlardır.
Bizim Köy’le ilgili Şükran Kurdakul’un saptaması söyle: “İlk kez, köyden yetişen genç bir yazarın köyün durumunu gerçeği saptırmadan vererek, kalkınma olanaklarını araştırması, günlük gazetelerin başyazılarına, üniversitelerin toplumbilimsel çalışmalarına konu olarak alındı.” Bu saptamada “gerçeği saptırmamak, kalkınma olanaklarını araştırmak, toplumbilime konu olmak” vurguları dikkati çekiyor. Ama siyasal güçler, bundan yararlanmak, “Toprak Sorunu”nu çözmek yerine, olaya yine önyargıyla yaklaştılar. Makal’ları yetiştiren eğitimin ve dünya görüşünün kökünü kurutmaya kalktılar. Makal’ın yetiştiği okullar köy enstitüleriydi. O halde başta Tevfik İleri olmak üzere hedefi netleştirmişlerdi: “Hedef köy enstitüleri “İleri”!…” Bu okullarda yetişenleri, olsa olsa “Zulüm Makinası” yola getirebilirdi. Bu yüzden siyasetin giyotini, o makine yıllarca hiç durmadı. Niye öğretmen örgütlenmesi, yüz yıllık geçmişine karşın hâlâ yapılanmasını tamamlayabilmiş değil. Çünkü günübirlik siyaset yapanlar, feodal yapıdan yaralananlar, Makal’larla uğraşmayı daima iş güç edindiler. Makal’ın Milli Eğitim Bakanı’na çektiği telgraftaki, o istifa dilekçesindeki, şu sözleri birlikte okuyalım: “Tüm örgütünüzle benimle uğraşmaktan kurtulup biraz da eğitim işlerine bakmanız için istifa ediyorum.” Aynı zihniyet, 60 Kuşağı’na da az çektirmedi. Belki Makal’a ilgim de onunla birçok noktada örtüşen yaşam çizgim.. Köy çocukluğu ve benzer koşularda öğretmenlik. 1968-1971 arası Beytüşşebap’tayım, ilkel yaşamın tam ortasında, 1980’de Sincanlı-Güneyköy’de sürgün… O istifa noktasına gelmiş ve istifa etmişti; ben deli raporu alma noktasına gelmiştim ve aldım.
Türkiye Yazıları’nda (9. Sayı, Aralık 1997) yayımlanan “Mahmut Makal Yaşam Öyküsünü Anlatıyor” başlıklı yazı tam bir ibret belgesidir. Mahmut Makal, “Demircinin, kömürcünün, amirin memurun eşit olması gerektiğini söyledi.” gerekçesiyle tutuklanmıştır. İşin ilginç yanı, Mahmut Makal’a: “Senin tutuklanman da salıverilmen de buradan geçti.” diyen kişi Cumhurbaşkanlığı Genel Yazmanı Nurullah Ataç’tır ve İnönü’nün yazmanıdır. Hani şu çok partili yaşama geçiş aşamasında eli ayağına dolaşıp hata üstüne hata yapan İnönü’nün. Görüyorsunuz,Atatürk’ün kemiklerini sızlatanlar sadece Atatürk karşıtları değilmiş!… Dünden bugüne altmış yıllık demokrasimizde, hep üstteki kimliğe ve kişiliğe göre değil, alttaki sandalyeye göre karar verildi. Bu yüzden hiç kuşkusuz Mahmut Makal çok partli yaşama geçiş sürecimizin Dreyfus’udur. Edebiyatımızın yüz akı Memduh Şevket Esendal da Köy Enstitülerine ve Makal’ın sanat anlayışına tepeden tırnağa karşıdır. Çünkü ona göre Makal, “Anadolu büyüsü”nü ve “Anadolu romantizmi”ni bozan adamdır. Samsun meydanlarında Makal’dan pasajlar okuyarak oy toplayan Tevfik İleri, Milli Eğitim Bakanı olur olmaz ilk iş olarak Makal’ın peşine düşüyor; o yetmiyor Makal’ları yetiştiren Köy Enstitülerini de kapatıyor. Özetle Makal, köylünün, bir “konukseverlik”ini, iki “askerlik severlik”ini, üç “gönül zenginliği”ni anlatmak yerine açlığını ve yoksulluğunu yazmaktadır. Dilde dolaşan rivayet odur ki Mahmut Makal, bir Rus ajanıdır. Köylüye ısrarla söylenen şudur: “Neden yaşatıyorsunuz onu aranızda? O bir yılan. Sizin kötülüğünüz için yazılar yazıp taa Rusya’ya bile yolluyor.” Hele bu arada Bizim Köy’ün yurt dışında basılmaması için, Makal’ın elinden belge alınmaya çalışılmasına ne demeli. İş bununla da kalmıyor, Türk bürokrasinin öyle bir aymazlığı var ki, tam bir utanç belgesi. Safsatanın safsatası. Mahmut Makal’ın “Bizim Köy” ile “Hayal ve Gerçek” adlı yapıtları İngiltere’de tek cilt halinde “Anadolu’da Bir Köy” adıyla basılıyor. Sonrasında yaşananları, yayınevi sahibi David Kessler’in ağzından aynen aktarıyorum: “Bir gün sizin sefaretten iki kişi geldi. Kitabı kaç bastığımızı sordular. Beş bin basmıştık, söyledim. Hepsini satın alıyoruz, dediler. Sevindim. Neden sevindiğimi sordular. Yeniden basabileceğim için seviniyorum, dedim. Yok, hayır, biz yeniden basmamanız koşuluyla alıyoruz, dediler. O zaman, satmıyorum, dedim ve kös kös gittiler.” Üstelik Cumhuriyet daha yirmi yedi, yaşında, “Ankara’nın taşına bak gözlerimin yaşına bak.”
Bizim Köy’de ben ne buldum, Bizim Köy, beni niye bu denli etkiledi? “Yaşamımız ne kadar durgun, düşünce ve yoksulluk içindeyse, besinlerimiz de o kadar basit ve sayılı. (Bizim Köy, 18.sayfa)” Böyle özetlenen Nigüz köyü / Bizim Köy notları, benim çocukluğumun birkaç yıl öncesini anlatıyor. O yılların ha İç Anadolu köyleri, ha Ege’nin yoksul dağ köyleri…Köylüler, çok farklı koşulları yaşamıyor. Belki bizim buralarda sadece “tezek” yok. Sözün özü, “Hayal ve Gerçek” arasında “Yer Altında Bir Anadolu”. Bakın şu dizelere, onları benim çocukluk anılarım biçimlendirmiştir:
“Bir adım ötede iş / Anlamıyor halden hulden / Anlamamakta / -Hani nerde dastarım” (…) “Uçsuz bucaksız / Soğuğun ve gecelerin öfkesi / Öfkem / Kuru ayaz / Donmuş / Donuyor her şey // Büyüyor dağlar taşlar / -Hooo işim kaydım (Yitik Kuşak’tan)
“Biz o evlerde büyüdük / Damına tuz atılan / Ak toprakla sıvalı / Kiliti hiç bilmeyen o kapılar / Arkası, sadece geceleri dayaklı” (…) Tabanlarımız yarılır / Ellerimiz çatlardı koşuşturmaktan / Her yarığa zift koyduk / Soğan dövdük ağrıyan yerimize / Karahayıt yakıları vurduk / Kızgın tuğlalara oturduk / Ağrıdıkça karnımız ah” (…) “Buğdayı şehirliye / Yumurtayı beylere sattık / O arpa ekmeğiyle yediğimiz / Sıcacık paparayla yattık / Horozu mu / Onu sadece damada keserdik (…) Ocakta pelit közlerdik bazen / Hasırlara armutlar yardık / Katığımız pazar ekmeğiydi / Ağzımızda, ak tülbentten / Sorup sorup emdiğimiz / Kuru lokma, anamızın çiğnediği (Cumhuriyet Kuşağı’ndan)”
Ha Bizim Köy, ha benim köyüm!… Mahmut Makal, “ilkel yiyecek olan pirinç bizim için lükstür”, “…azıcık pekmez bulunur darlık sattırmazsa (Bizim Köy, sayfa 18) ”, “ ‘Baba bal al’ cümlesini okurken, sordum: Elli altı öğrenciden yalnız bir tanesi görmüş. Gerisi bilmiyor. O çocuk da başka köye gezmeye gittiğinden görmüş.” demiyor mu kıtlığı somutlarken. Bizim çocukluğumuzda da analarımız, beş on yumurtayı, parası bilmem hangi yarasına merhem olacaksa, şehirliye satardı gizliden gizliye; hem de koca dayağını göze alarak. Bizim köylerin en keyifli yiyeceği, yabani kapırcak otundan yapılan sac böreğiydi. Baharda annelerimiz ve ablalarımız ellerinde bıçakla bahçe bahçe dolaşırlardı, ot seçmek için. Hiç unutmam, Necati Eğiğim Enstitüsüne girerken, dokuz kişilik mülakat komisyonunda, bana “Boyun neden kısa?” diye sorulmuştu. Ben de oturup Makal gibi, köyümün koşullarını, kıtlığı anlatmıştım. Anlattıkça öğretmenlerimin gözlerindeki ışıltıyı görmüştüm. Edebiyat, bir bakıma gözlemin, yaşamın çocuğudur. Başka bir deyişle koşullarını olanca yalınlığıyla dile getiren edebiyat, gürbüzleşip gelişebiliyor. Makal’ı on sekiz yaşında üne kavuşturan, yirmi yaşında kitap sahibi yapan, sanatın işte bu somuta dönük yüzüdür. Ve öyle bir üslup ki, sıfatsız, benzetmesiz ve mecazsız. Sözün özünü, sözün közü yapan bir dil. Dilin kemiği yoktur, deyip dili eğip bükenlere dilin kemiğinin yalınlık olduğunu gözlere sokan bir anlatım…Burada bu kalem gücünü ona kazandıran Köy Enstitüsünün yaratıcı yanını, Varlık’ın başındaki Yaşar Nabi’nin yetkin seçiciliğini de saygıyla anmak gerekir. Bir de yazınımızın iki büyük ustasını, iki yüce gönüllü insanını. Biri ta Niğdelere kadar gidip Makal’ın avukatlığı üstlenen Oktay Rifat, öteki doğrunun çıplak sesi Orhan Veli. Bakın,Yaprak’ta Orhan Veli ne diyor: “Biz Makal’ın bu yurdu en az Niğde Valisi kadar sevdiğini biliyoruz. Ama ondan fazla sevmesini istemiyorlar galiba.”
Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun Sakal Makal’daki: “Herifçioğlı Sen Mişel’de koyuvermiş sakalı / Neylesin Bizim Köy’ü, nitsin Mahmut Makal’ı” dizeleri, iki açıdan hiç eskimedi. Bir, Mahmut Makal’ın şahsında toplumcu edebiyatın öneminin çok iyi vurgulanması; iki, sanatı entel-seçkinci bir dünyanın keyfi olarak gören sanat anlayışının, ne yapı yapıp, her çağda güncelliğin koruması. Bu yıl, 2006’da, sınava girecek öğrenciler edebiyattan da sorumlu. Girdiğim sınıflarda sordum; Mahmut Makal kimdir, Bizim Köy nedir, diye. Bir Allahın kulundan yanıt alamadım. Ben de aynı şiirin diğer başlığını kullanarak önüme gelenle dalga geçtim: “Aferin oğlum Ahmet, bu yolda devam et.” Demek ki bu ülkede sıfır çekenlerin sayısı, yıldan yıla boşuna çoğalmıyor. Kulakların çınlasın Turan Güneş, Bedri Rahmi’nin bu dizelerle, seni iğnelediğini, az çok hepimiz biliyoruz. Sen de kabrinin üstünde, o günden bu yana, ne “huda-yi nabit”lerin bittiğini bir bilsen! “Ayşe tatile çıksın” diyordun, şimdi bütün aydınlarımız ve sanatçılarımız tatilde. Çoktan o metal müzikler eşliğinde, küresel bir dünyaya, kanat çırpıp uçtular. Şimdi “gökgörmedik”liğin göklerinde savrulmaktalar. Öte yandan “Bizim Köy”lüler, kafileler halinde kentlere taşınmaktalar. Onlar, önce kent yönetimlerini ele geçirip, her şeyin içine bir güzel tükürdükten sonra, abdest tazeleyip tazeleyip ülkeyi yönetmekteler. “O birazcık sağduyu ve birkaç atasözüyle birkaç halk hikâyesini” de unutan, “Bizim Köy”lüler, şimdilerde köy odalarını unutup iyiden iyiye evlerine kapandılar. Sanal dünya sayesinde, hepsinin ‘yüzlerine kan, gözlerine fer’ bellerine can geldi. Bu gözlemimi, sanırım şu dizelerim bir biçimde somutluyor: “O kitapsızlara ki nicedir / Ne Ceyhun Atuf uğrar ne Mahmut Makal / Eskiden gübre kokardı belki, burun akardı / Şimdilerde idrar kokar baştan aşağı / Ve bütün çanakantenlerin altı akar / Durmaz o ağızlar ki açlıktan kokar / Bir de malbro kokar komünist öğretmene inat (Bitik Kuşak’tan) ” Şimdi fark ettim, bu şiir de epeyce gerilerde kalmış ey okur. Allah aşkına komünist öğretmen mi kaldı?… Önce Köy Enstitüleri, sonra da ilköğretmen okulları, eğitim enstitüleri ve yüksek öğretmen okulları boşuna mı kapatıldı?… O günden bu güne yaşananların özetini Makal’ın kendisine yaptıralım “…temizler hamamda, kirliler seyranda…”, “El elden üstün çıkıyor derler ya dert de dertten üstün çıkıyor.” Hem de bu zamanda.
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.