Günay Güner
60. Yaşında Bir Kilometre Taşı: Ahmet Erhan
Türkiye’nin onarlı yıllara bölünmüş sömürü ve buna karşı devrimci savaşım tarihi, bir yanıyla da insan öğütme, değerli insan bırakmama, yok etme tarihidir. (Yirmili yıllardaki iç isyanlar bir yana), 1939’da Türk Devriminden öç alma hareketleri başlar. 1950-1960 arası tam saldırıya dönüşür. 1960 Devrimi Türk Devrimine, altı yüz yıl sonra yakalanmış aydınlanma fırsatına sahip çıkma refleksidir. 1970’e yaklaşılırken bu özgürlük olanağına karşı saldırılar da gecikmez.
1970’li yıllar neredeyse tümüyle iç savaş yıllarıdır. Özünü yurduna, halkına adamış bir devrimci gençlik el yordamıyla da olsa örgütlenmiştir. Ne ki bu örgütlülük yaşama pamuk ipliğiyle bağlı olunma durumunu önlemeye yetmez. Arkasına devlet gücünü de almış faşist güçler her gün aydın avına çıkarlar. Acımasızlık, toplu kıyımlar çığırından çıkmıştır…
(Sıradan insan kaygılarıyla, derin acıdan uzak yaşam sürme olanağı bulmuş hiçbir Türk genci yoktur.)
Ozan Ahmet Erhan anılan devrimci gençliğin, belki de daha geniş bakışla, düşününü, yaşama bakışını inceltmiş her Türk gencinin şiirsel sözcüsü oldu. Yaşamın sel suları, biricik kişiliğiyle, üstün yeteneğiyle Ahmet Erhan’ı bu düzleme ulaştırdı.
Sayımlamalara çok önem veren Eleştirmen Tuncer Uçarol’un “Çığlıklarla Dolu Bir Kuşağın Ozanı: Ahmet Erhan” başlıklı yazısı da dönemin bunalımına, sözkonusu bunalımla Ahmet Erhan şiiri ilişkisine yoğunlaşır:
“…Ama asıl önemli yanı; Alacakaranlıktaki Ülke’de, 1980 öncesi ergenlerini birbirine öldürten o dönemin genç psikolojisini, başarıyla, acılarla, doğallığıyla şiirlemesi. O yıllarda o günler için çok şiir yazıldı. Ama onların hemen hepsi; ölümü yücelten, devingen şiirlerdi. O görev şiirlerinde korku yoktu! Umut doluydu. Ahmet Erhan’ın 23 yaşındaki ilk kitabı ise yaşamı hep alacakaranlıkta gören o kargaşa ergenlerinin üzerine sinmiş ölüm korkusunu öne çıkarıyor, ‘Bugün de Ölmedim Anne’ diyebiliyor. Yaşama doymamış bu çocukların; teker teker arkadaş ölümlerini (kefenlenmelerini, törenlerini) yaşayarak, ölmeden ölmeleri, geceleri odalarında karabasanlarla erimeleri, gene de yüreklerini kalkan bilip sokaklarda yürüdükleri, kahvehanelerde ürküntülerle oturdukları ezgileniyor. Ölümden kurtulmak için ölümü bile düşündükleri… Kentten kaçış düşünceleri… Kitap, böylece “bir çağı sürükleyen duyguların”, çığlıklarla birden erginleyen ergenlerin iç dünyası. Bir gencin, o zaman kan içinde yazdığı acılı kuşağının gerçek günlüğü. Ölüm çığlıklarından arta kalan şiirler.” http://www.gercekedebiyat.com/NewDetails.aspx?dataID=619
Ahmet Erhan şiiri denetimsiz bir duygusallık değildir; dengeli, ölçülü, adeta bir opera niteliğindedir.
Yaşama doğuyorsun, 1960 güneşi alıp başını gitmekte, gitgide kararmakta ortalık. Öldürümler idamlar, işkenceler… Ardından 1980 darbesi. İki kişi bile yan yana gelemiyor. Kuşku, işkence, kaçkınlık, soysuzluğun saldırısı… 1990’lar yine kıyımlar, kıyımlar, kıyımlar… 2000’ler gericiliğin, işbirlikçiliğin, emperyalizm uşaklığının sıradanlaşması. Bir insan nasıl soluk alabilir? Nasıl gündelik yaşamı tadabilir? Olanaksız.
Ahmet Erhan uzun zaman sağlık sorunlarıyla iç içe yaşadı. Bildiğim kadarıyla, sayrılığı yenmek için yoğun çabaya girmedi. Ahmet Erhan’ı 4 Ağustos 2013’te, 55 yaşında yitirdik. 2018 yılında 60 yaşındadır…
O Akdenizli yüreğiyle sımsıcaktı, içtendi… Şiirde kalıcı bir dize bırakmak bile zordur, denir ya, Erhan unutulmayacak şiirler bıraktı. “Kedi payı balık” bırakan inceliğin insanıydı. Bunu bilenler bilir. Ahmet Erhanların gidişiyle ozan ruhu da yitip gitti. Artık birbirini sımsıkı kucaklayan, derinden özleyen ozanlar yok, dense yeridir.
Işıklar içinde uyu Ahmet Erhan Ağabey.
İstanbul’a, sana selam yollardım ya, gözyaşım selam olsun, gözlerinden öperim dostum.
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.