İKİ AŞK ÖYKÜSÜNDEN DOĞAN İKİ ŞİİRİM
a-ANKARA RÜZGÂRI adlı şiirim.
Bu şiirin doğmasına neden olan öyküm şu:
1960-1961 yılları. Ben Sivas’ın Çepni köyünden Kırıkkale’nin Bedesten köyüne atanmıştım. 19-20 yaşlarındayım. Köy bir dağ köyü idi. Okul binası yoktu. Her gün bir evden yemek geliyor. Taşlı ekmek yiyorum, nerdeyse dişlerim kırılacak. Küçük bir damı okul yaptık çocuklara, elimden geldiğince bir şeyler öğretmeye çalışıyorum. Zaman zaman yakınımızdaki ormanda ders yapıyoruz. Yol yok, bel yok. Bu arada Ankara’da da köylere yönelik eğitim yayınları yapacak Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Film-Radyo-Grafik dairesinin bir parçası olan Radyo İle Eğitim Merkezi açılmıştı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın Ankara Radyosuyla (TRT) işbirliği sonucu yurdun dört bucağını kapsayan eğitim yayınları başlamak üzereydi. Bir hemşerim (Orada çalışan köy enstitülü Ali Şenen- sonradan trafik kazasında öldü, ışıklar içinde yatsın-) bu konuda beni aydınlattı, bu daireye gelmek istersem bana yardımcı olacağını söyledi. Ben de tuttum Milli Eğitim Bakanlığına Radyo İle Eğitim Merkezinde çalışmak istediğimi, başaramazsam tekrar köye gönderilmemi kabul edeceğimi belirten bir dilekçe verdim. Dilekçeyi verdim ya, umudum yoktu pek. O zamanlar Milli Eğitim Bakanı CHP’li Dr. İbrahim Öktem’di.
Köyde üç ayım dolmuştu, sert bir kış geliyordu. Birgün bir yıldırım telgrafı verdiler elime. Bakanlığın Mesleki ve Teknik Öğretim Genel Müdürlüğünden. “Hemen gel göreve başla “ diyorlardı. Gereken işlemleri yapıp gittim Ankara’ya. Okul Radyosu ve Ocakbaşı, Tarladönüşü programlarında senarist öğretmen ya da skeç yazarı olarak görev yapmaya başladım. Arkadaşların teksleriyle birlikte tekslerim Turgut Özakman’ın denetiminden ve onayından geçiyor, ondan sonra yayımlanıyordu. Teksler Mehmet Ali Aybar’ın başkanı olduğu Türkiye İşçi Partisine (Sosyalist parti, bende bu partini n etkin bir kişisiyim o zamanlar) komşu Amerikan Kültür Merkezinde tiyatro oyuncuları tarafından seslendirilip teype geçiriliyor, sonra yayına hazır hale getirilerek Ankara Radyosu’na veriliyordu. Bir-iki yıl böyle güzel geçti. Radyodan da alkış alıyordum, bazı skeçlerim halktan çok beğeni aldığı için tekrar tekrar yayıma konuyordu.
Samanpazarı’nda bir otelde kalıyordum, sabahları Opera’nın önündeki Opera Durağı’ndan Belediye otobüsüne biniyor iş yerine gidiyordum. O sırada da güzel bir kız her gün aynı durağa geliyor, – 18 veya 19 yaşlarında olacak- başka bir otobüse binip gidiyordu. Derken ısındım ona. Hani elektrik almak derler ya, öyle bir şey. Zamanla bu kıza abayı yaktım. Yerimde duramıyorum. Ama yaklaşıp da aşkımı bir türlü söyleyemiyorum.- Ben hep öyleyim zaten, lal olur kalırım, elim ayağım titrer- Sıkıntılı, içedönük bir delikanlıyım. Bu Sevim Bali adlı bir kızdı. Nihayet bir gün dişimi sıkıp yanına yaklaştım. Ona olan aşkımı açıkladım. Ağzından çıt çıkmadı. Günlerce yalvardım, dut yutmuş bülbül gibiydi. İçimde bir yangın, sarhoş gibi dolaşıyordum Ankara’da. Bindiği otobüse binip izledim. Ulubatlı Hasan İlkokulunda sınıf uygulama çalışmaları yapıyordu. Ankara öğretmen Okulu son sınıf öğrencisiydi. Sonra tutup pembe bir kâğıda sevdamı dile getiren bir mektup yazıp gönderdim. Duyduğuma göre mektubu okuyunca ağlamış. Ama bana yanıt vermedi yine. Hep sessiz kaldı. Baktım bir gün durağa yanında bir oğlanla geldi. Birden başım döndü, sersemledim. Kan beynime sıçradı. Ve hastalandım.
Bu arada da İmece dergisinde yazı ve şiirlerim çıkıyor. Ayrıca değerli Yazar ve Çevirmen Müşerref Hekimoğlu’nun yönetiminde çıkan Öncü gazetesinde de yazıyorum. Bir gün rahmetli Müşerref Hanımefendi beni gazete idarehanesinde oturan 27 Mayıs İhtilalini yapan Milli Birlik Komitesi‘nin saygın üyelerinden biriyle tanıştırdı. (Muzaffer Özdağ mı idi, ya da Orhan Kabibay mı,bir başkası mı? Anımsıyamıyorum şu anda) Sonra bu Devrim üyesi subay bizi Wolswagen arabasına aldı bir devlet kurumuna götürdü. Orada Müşerref hanımla tartıştılar. Devrimlerin ödünsüz sürmesi konusundaydı galiba. Müşerref Hanım öyle istiyordu. Sonra bu değerli subay arabasıyla bizi tekrar gazeteye getirip bıraktı. Ama ben hep aşk acısı çekiyordum. Varsa Sevim, yoksa Sevim! Bir gün de dediler ki Milli Birlik Komite üyesi Mehmet Özgüneş eğitim sorunları konusunda konuşacak. Gittik. Neden sonra konuşma arasında ikide bir “ Aramızda komünistler var.” deyip duruyor. Ben de o zaman sıkı bir sosyalistim. Öncü gazetesinde Şevket Süreyya Aydemir’in “Sosyalist Kültür Derneği” açacağı duyurulmuş, yazarlardan görüş isteniyor. Ben de görüşümü, düşüncemi yazdım Öncü’ye. Yani hep sol noktadayım. Böylece kuşkular içinde çıktım toplantıdan. Ama aşkımın ateşi kuşkularımı bastırıyor bir yerde.
Bu arada İmece dergisine gidiyorum. Dergide çıkan “Ben Halkım” adlı şiirim çok yankı yaptı. Sonradan ilköğretim müfettişi Feyzullah Ertuğrul Bey o zamanlar şunları söylemişti bana: Gözün aydın olsun, Ben Halkım adındaki şiirin Doğu Berlindeki Bizim Radyo’da okundu. Dinledik. Sevindik.” Ben biraz tedirgin oldum. İçime bir korku düşmedi değil. Komünist bir ülkede şiirin okunursa o zamanlar seni pek iflah etmezlerdi Türkiye’de .
Sonra bir gün İmece dergisinde oturuyoruz. İçeriye uzun saçlı, sazı elinde Diyarbakırlı Âşık İhsani geldi. Ben de arkadaşlara Sevim’i nasıl alabileceğimi anlatıyorum ve gözlerim doluyor. Aşık İhsani hemen atıldı oradan:” Kızın kapısına gidelim, kapısının önüne oturalım. Ben sazımla senin Sevim Hanıma olan aşkını dile getiririm. Onu anasından isteriz. (Ben babasının ölmüş olduğunu öğrenmiştim)”
Daha sonra bu mücadeleye dayanamıyarak hastalandım. Bir müddet tedavi oldum. Aşağıya aldığım şiirin doğuş serüveni bu kısaca.
Şimdi ki yaşında nasıl bir görünüm sergiler kimbilir?
M.GÜNER DEMİRAY
***
ANKARA RÜZGÂRI
Ateş nehrinde gençliğimin
Bir bahar gibi patladın Ankara
Bu yüzden günlüğümün ilk sayfasında
Mustafa Kemal kokan bulvarların yazılıdır
Yine bu yüzden seni
Bozkırın yıldızı bildim
Sancılarımı eğiren şafak vakti
*
Devrim mayıslarını yaşadım seninle
Devrimin coşkusunda sel gibiydim
Çitlembikler açıyordu
Ben zil zurna aşıktım kızın Sevim’e
-Öğretmen okulu habersizdi bu serüvenden-
-Ancak Opera Durağı tanığıdır bu aşkın-
Ceyhun Atuf halkı selamlıyordu halkevinde
*
Görkemli gövdende büyüdü sevdalarım
“Sevimleştin” bende Ankara
Boynumda gül madalyonu
Şiirimde gökkuşağı oldun
*
Hiç unutur muyum
İmece sinmiş sabahlarını
Midaslı köylerini çekirge, güneş yanığı
O dingin yağmurlarını unutur muyum hiç
Yüreğime usul usul çiseleyen,
Hâlâ kulaklarımda
Rüzgârında pastoral senfonilerin
Sayrılı günlerimi ninnileyişi,
Kimbilir belki esrikliğimi yaşıyordur hâlâ
Kumru gözlü sokakların,
Aryaya dönüştürüyordur bunlu saatlerimi
*
Ah eşkin yürüyüşlü dadal atım
Şimdi sesin bir çığlık düşlerimin harmanında
Aşkım ulaşılmaz bir pembe mektuptur
O eski, uzak rüzgârlarında savrulur.
M.GÜNER DEMİRAY ( Ankara Rüzgârı adlı kitap-Kültür Bakanlığı-, Güneşin Sofrasında Söylediğim Şiirler)
***
b-BİLMEDİĞİMİZ AYRILIK
Bu şiirin kısa öyküsü.
1967 yılında annemle Kayseri’ye gittik. Kenti dolaşıyorum. Bu arada bir pastaneye girdik annemle. Bir şeyler atıştırdık. Baktım 22 ya da 23 yaşlarında bir güzel kız bir yetişkin kadınla-annesi olacak herhalde- bir köşedeki masaya oturdular, bir şeyler ısmarlayıp yemeye durdular. Ben kızı iyice gözlemledikten sonra annemin kulağına eğilip “Anne şu kız bir içim su. İşte bununla evlenebilirim ben. Bunu gözden ırak tutmayalım,” dedim. İş böyle başladı. Araştırdık, sorduk. Öğretmenmiş. Adı Yurdanur Coşkuner. Babası ve annesi Pazarören Köy Enstitüsü çıkışlı Halil Bey, Zekiye Hanım. Halil Bey Kayseri Halk Eğitim Müdürü. Annesi bir okulda öğretmen, kendisi de bir okulda. Neyse dünür gittik, nişanı taktık. Artık benim de bir nişanlım var. Güzel bir Avşar kızı. Yaz tatilindeyiz, günlerimiz iyi geçiyor. Düğünlere gidiyoruz, dans ediyoruz. Geceleri sinemalara gidiyoruz- o zamanlar Kayseri’de bir Alemdar Sineması vardı, oradaki filmleri kaçırmazdık.- Gece faytonla gelirdik, balkonlarına kapağı atar, zaman zaman orada sabahlardık. Sık sık Alemdar lokantasına gider, güzel yemekler yer, az mitarda şarap veya bira alırdık. Bazen de mehtapta faytonla gezerdik Kayseri’yi. Bazen gündüz gezilerine çıkardık, ama çevreden rahatsız edildiğimiz de olurdu. Bir yaz böyle geçti. Daha sonra nişanlım (Yurdanur) beni üzecek ve kıskandıracak davranışlarda bulunmaya başladı. Tanıdığı erkek arkadaşları geliyor, kızarıyorum, sıkıntılar basıyor beni. Çıldıracağım nerdeyse. Kendimi yiye yiye susmaya devam ediyorum. Ve susuyorum.
Okullar açıldı açılacak, ben Zile’ye gideceğim.. Beni uğurluyor, ağır ağır otogara doğru yürüyoruz, bu sırada benden Ümit Yaşar Oğuzcan’ın “Beni Unutma” adındaki şiir kitabını istedi. Bir kitabevine uğradık aldım ve verdim ona. Ve gittim.
Haftada bir o bana, ben ona mektup yazıyoruz. Mektubunun birinde “Seninle hayatın taşlı dikenli yollarında beraber olacağım” demişti. Ben bu söz üzerine bayağı moral bulmuş ve sevinmiştim. Bu arada iki simge şarkımız var. “Ufacık Tefeciktin, Yemyeşil Gözlerin vardı”, sözleri Orhan Seyfi Orhon’un olan “Dünyada biricik Sevdiğim Sensin” şarkıları. Nihayet son mektubunu gönderdi. Ayrıldık. Hani hayatın taşlı dikenli yollarında benimle olacaktı?… Nişan yüksüğüm, beraber çektirdiğimiz fotoğrafımız, bir şiirim-bu şiirim bende yok- onda kaldı.
Zorla kimseyi tutamam. Zorla güzellik de olmaz. “ Nasıl istiyorsan öyle olsun!” dedim. Bu iş de burada bitmiş oldu. Bunu desem de bu ayrılık beni çok sarstı. Hastanelik oldum yine.
Böylece bir aşk serüveni daha sona ermişti.
…
BİLMEDİĞİMİZAYRILIK
Üveyikler gibi ansızın
Bahar inmişti dallarımıza,
Bir mavi mevsimdi zaman
Bir sonsuz gökten
Üstümüze yağan
*
Aşkın sularında yan yana iki martı,
Sırısıklamdık sevişmelerin ikliminde,
Gök eleğinden dökülen yıldızlar
Aşkımızı yazıyordu nisan toprağına,
Bir gül ülkesiydi yüreğin,
Ben onun bahçıvanı.
Geceler çürümüştü, bir ışık yeldi saçlarında,
Dilimizde türkülerin en alımlısı
Uzuyordu sevda sevda.
*
Neden bilmem,
Birden karardı sular sevgilim!
Birden söğüdün rengi döndü,
O ceylan şafaklarda ördüğüm demet
Savrulup toz oldu eteklerinde,
Dudaklarında kaldı en güzel şiir,
Aşkı noktaladım gözbebeklerinde.
M.GÜNER DEMİRAY (Kıyı dergisi, Güneşin Sofrasında Söylediğim Şiirler.)
***
HEPSİ AYNI
Kaç sevgiliyi sonuncu saydıysam
Hepsi de aynı kadındı
Bilmiyorlardı kendilerini
Ama ben biliyordum
Çünkü ben aynı bendim
Kaç kadını seviyorum dedimse
Hepsi de aynı kadındı
Bilmiyorlardı birbirlerini
Ama ben biliyordum
Çünkü hepsini seviyordum
Kaç kadın ihanet ettiyse
Hepsi de aynı kadındı
Bilmiyorlardı kaç yaram olduğunu
Ama ben biliyordum
Çünkü vurulan hep bendim
AZİZ NESİN
Yorum Kapalı.