EDEBİYAT NOTLARIM-5
a-AY IŞIĞI SOKAĞI
Temmuzun sonuna doğru Stefan Zweig’ın Ay Işığı adında öyküler toplamından oluşan yapıtını okuyup bitirdim. Doğrusu ilginç öyküler. İnsanın usuna gelmeyecek bir olaydan sonra düğüm çözülüyor ve öykü sonuçlanıyor. Çoğu da intiharla bitiyor. Aslında Zweig Freud’un öğretisine büyük ilgi duymuş, psikolojik konuları incelemiş, bunun sonucu roman ve öykü kahramanlarına belirgin karakterler kazandırmıştır. Ruhsal iç konuşmalara, ince duygulara ve ayrıntılara önem vermiştir. Neslenllikten çok sezgiye dayanır yapıtları. Etkili bir söylemi vardır.
Stefan Zweig Viyana’da varlıklı bir Yahudi ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Avrupa’nın hızlı değişimine tanıklık etti. 1934’te Nazilerin baskısı yüzünden Avusturya’dan ayrıldı. Önce İngiltere’ye, 1940’ta Brezilya’ya göç etti. Avrupa’nın Hitler’e köle olduğunu düşünerek umutsuzluğa kapılan Zweig 1942’de ikinci eşiyle birlikte intihar etti. Belki biraz sabırlı olsaydı Hitler canavarının nasıl yok edildiğini görecekti.
Ay Işığı Sokağı’ndaki öyküler olay öyküleridir. Ruhsal nitelik ve gerilim havası içinde sunulan ve kendini okutan özgün öyküler. İnsanı, karakterlerin yarattığı ruh çalkantılarına çeker. Umulmayan bir anda sonuçlanır.
“ Fransa’nın bir liman kentinin denizci mahallesinde gezinirken duyduğu arya söyleyen sesi izliyerek tanımadığı insanların marazi hayatlarına dalan bir gezgin; patronuna kölece bağlılığı yüzünden korkunç bir eyleme sürüklenen karanlık, itici ve yabani bir hizmetçi, 1810 yılında İspanya’daki savaşta yaralanan bir Fransız albay ve ölümü; 1918 yılının bir yaz gecesi Leman gölünde bulunup kurtarılan, ancak sonra yüreğini kavuran yurt özlemine yenik düşen bir Rus savaş esiri; yaşıtları üniversiteye giderken hâlâ liseye devam eden avare bir gencin öğretmeninin otoritesine isyan ettikten sonra ödediği ağır bedel.”
Kısaca konular bunlar öykülerin.
Zweig’ı okumalı derim. Uç noktaların gerilimini yaşamak ve kahramanların ruh dünyalarına girmek için.
b-ŞİİRİN KIYILARINDA
Değerli şair kardeşim A.Kadir’in “Şiirin Kıyılarında” adı altında topladığı şiirlerini -2017 Yunus Nadi Şiir Ödüllü kitap- bu günlerde okuyup bitirdim. Yalınlığın derinliğini. Sezgiyi yalımlayan gücünü bu şiirlerde yaşadım. Dizelerdeki sağlamlık, seslerdeki uyum şiirin teknik yanını temellendirdiği denli estetik duyguları da körüklüyor. Lirizmi şiirin yapısına yedirmiş A.Kadir; baştan sona yalınlığa lirizmi giydirmiş.
A.Kadir’in yörüngesi elbette toplumculuktur. Toplumculuğu lirizmin ırmağında ses verir, yürekleri tutuşturur. Gizli bir usçuluk da şiirinin öğesidir. Mitolojik örneklemelerde , nesnelerin canlandırılmasında nedenlerini sezeriz bu durumun. Mitler şiirlerinde çağdaş yorumlarla rayına çoktan oturmuştur; bu nedenle işlevselliğini sergiler sürekli.
A. Kadir Paksoy, yaşama, doğaya dönüktür hep. Adil ve barış iklimine girmiş bir dünya düşleminin peşindedir. Değilmidir ki biz de aynı yolun yolcusuyuz. Güzel insanlarla bezenmiş bir dünya! O güzel insanların güzel atlara binip seğirttiği, mutlu yaşadığı bir dünya!
Aslında “Günaydın Öğretmenim” sesinin aydınlığında Abdülkadir Bulut (Cemal Süreya’nın deyişiyle –Kasabalı Lorca-), A.Kadir Paksoy, M.Güner Demiray- beni de kabul ederseniz- birleşirler. Özde bir dağ toprağının evrene yansıyan çiçekli birikimidir bu, ak yakalı, siyah önlüklü çocuklarla gülümsüyerek ahlatların ferah duldasında.
Bir haksızlık olmaya görsün, yüreği yekinir birden A. Kadir’in ve şiirsel tepkisini dile getirerek dizelerle karanlığın üzerine yürür.
Kutlarım “fırtınadan en çok pay alan” ozanı.
*
Bu yapıtından birkaç şiir:
USTA
…
Hep yalvaçlar çıkmaz ya göğe
Bazen de yıldızlar iner yere
Anladım seher yıldızı ile konuştuğumu
Onu göremeyince gökte
Tanyeri dedikleri
Ustam sabahın ocağı
Tutuştu usuldan
Seher yeli üfleyince
Yaktım çubuğumu ben de
Uzanıp ustamın ateşinden
Saatler yaşamı çaldı
Yürüdük şiir üzre
*
ŞİİR HER ZAMAN
Şiir hep vardı
İlk patlamadan beri
Evrenin genişlemesinde
Seslenişinde yıldızların birbirlerine
Dostlukla kardeşlikle
Karıncaların ağzında geldi şiir
Bir buğday tanesiyle
Evrenin bir ucundan
Özlemle sevgiyle
Evrimleşti şiir
Maymundan insana
Kaldırdı başını o da
Ayağa kalkınca insan
Onurla erdemle
Şiir hep vardı
Yağmurun yağışında
Kuşların ötüşünde
Kilimin nakışında
Biçimlenişinde taşın toprağın
Sevinçle kederle
Hep var olacak şiir
Göğe uzandıkça ağaçlar
Çiçekler açtıkça
Estikçe rüzgâr
Kuşlar öttükçe
Meledikçe kuzular
Yeşerdikçe toprak
Aydınlandıkça düşünce
Ve en çok da
En çok da
Sevdikçe insan insanı
Yalansız riyasız
Sevda ile us ile
*
ADAŞIMA ŞİİRLER’DEN (Abdülkadir Bulut’a)
ııı
Bulut’sun
Turnalarla bir
Ne mutlu göğe
Kadir’sin
Yıldızlarla bir
Ne mutlu evrene
Abdal’sın
Pir Sultan’la bir
Ne mutlu şiire
Adaşımsın
Yurdumla bir
Ne mutlu bana
A.KADİR PAKSOY
*
c-HALİL CİBRAN (1883-1931)
Lübnan kökenli Amerikalı düşünür, romancı, mistik şair ve ressam. Halil Cibran ilköğrenimini Beyrut’ta tamamlamış, sonra ailesiyle birlikte Lübnan’dan Boston’a göç etmiştir. Maruni Kilisesine bağlı bir kültür ortamında yetişmiş, buna karşı kilisenin kurallarına karşı çıkmış ve aforoz edilmiştir.Bu arada islâmiyet’ten, süfî geleneğinden ve Bahailikten büyük çapta etkilenmiştir. Resim bilgisini geliştirmek için bir müddet Paris’te kalmıştır. Sonunda New York’a yerleşerek Arapça ve İngilizce öyküler, denemeler yazmaya ve resimler yapmaya başladı. Cibran yazılarında daha çok aşk, ölüm, doğa ve yurt özlemi gibi konuları işemiştir.
Bazı yapıtları : Asi Ruhlar, Yeryüzü Tanrıları, Meczup, Ermiş, Kırık Kanatlar v.b…
Her şeyden önce Halil Cibran şair ruhu taşıyan önemli bir şairdir. Derin bir felsefenin içinde yüreğinden kopan lirik deyişler üretmiştir. Düşüncenin ışığında lirizmini yaratır. Her davranışı şaircedir. Resim ve şiir, iç dünyasından bir su gibi büngüldeyip çağlar. İmgelerle, söz ustalıklarıyla kanatlanır deyişleri.
Dün Ermiş adlı yapıtını bitirdim.
Bu yapıtından bazı alıntılar:
“Ardımda bıraktığım, bir düşünce de değil, açlık ve susuzluğun tatlandırdığı bir yürek”
*
“Ve sen ey engin deniz, uyku bilmez ana,
Irmaklar ve akarsular için sensin yegane huzur ve özgürlük…”
*
“Sessizliklerin peşine düşmüşüm ve sessizliklerde nasıl bir hazine bulmuşum başkalarına güvenle dağıtabileceğim? Bu benim hasat günümse eğer, tohumu hangi anımsanmayan mevsimlerde hangi tarlalara ekmişim? Fenerimi yukarı kaldırma saati geldiyse sahiden, içinde yanan benim alevim olmayacak. Fenerimi boş ve ışıksız kaldıracağım.
Gecenin muhafızı da yağ doldurup yakacak onu.”
*
“Kanatları sizi sardığı zaman ona teslim olun .Tüyleri arasına gizlenmiş kılıç sizleri yaralayacak olsa da. Hem aşk sizlnle konuştuğu zaman , ona inanın. Bahçeyi tarumar eden kuzey rüzgârı gibi darmadağın etse de düşlerinizi sesiyle.
Çünkü aşk taçlandırdığı gibi çarmıha da gerer sizi. Hem besler büyütür, hem de budar sizi.”
*
“Kendinden başka bir şey vermez aşk ve kendinden başkası ndan almaz. Ne sahip olur aşk, ne de sahip olunmak ister. Çünkü aşka aşk yeter.”
*
“Birlikte durun ama yapışmayın birbirinize: Çünkü ayrı durur tapınağın sütunları. Hem birbirinin gölgesinde büyümez meşeyle selvi.”
*
“Kışın şarap alırken, her tas için yüreğinizden bir şarkı geçsin.
Ve o şarkıda hazan günlerinin, bağın ve üzüm cenderesinin bir anısı olsun.”
*
“İş, görünür kılınmış aşktır.”
*
“Sevinç ve keder birlikte gelir; biri sofranızda sizinle birlikte otururken, unutmayın, diğeri yatağınızda uyumaktadır.”
*
“Acılarınızın çoğu kendi seçiminizdir. Acı, içinizdeki hekimin hasta nefsinizi sağaltmakta kullandığı acı iksirdir.”
*
“Benlik sınırsız ve ölçüye gelmez bir denizdir.”
*
“Dostunuz, gereksinim duyduğunuzda yanınızda olandır.
Sevgiyle ektiğiniz, şükranla biçtiğiniz tarlanızdır. Sizin sofranız, ocağınızın başıdır. Çünkü açken ona gelir, huzur için onu ararsınız.”
*
“ Zaman da tıpkı aşk gibi bölünmemiş ve temposuz değil miydi?”
*
“Haz arzularınızın çiçeklenişidir, ama meyvesi değildir. Bir doruğa seslenen derinliktir, ama ne derindir ne de yüksek. Kafese kapatılanın kanatlanışıdır, ama kuşatılan uzam değildir. Eh, hakikatın ta kendisi şu ki haz bir özgürlük şarkısıdır.”
*
“Karın altında düş gören tohumlar gibi düşler yüreğiniz ilkbaharı. Düşlere güvenin, çünkü onlarda saklıdır ebediyetin kapısı.”
*
“Elmalara bürünmüş dev bir meşe gibidir içinizdeki engin insan. Gücü sizi toprağa bağlar, mis kokusu göklere yükseltir ve ölümsüz olursunuz onun kalıcılığında..”
*
“Her kışın yüreğinde titreyen bir bahar vardır. Her gecenin peçesinin ardında tebessümle bekleyen bir şafak vardır.”
d-YARALI GÜMÜŞ
Dün, değerli şair Hilmi Haşal’ın gönderdiği ve yaz okumalarıma aldığım ” Yaralı Gümüş” adlı şiir yapıtını okuyup bitirdim. Elbette bu okumalar anında okumalar olmadı. Bu okumalar, metinleri yeniden, döne döne, dura dura düşünüp ve sezgilerimi kamçılayarak yaptığım okumalar oldu. çağrışım ağlarımı uyanık tuttum hep dizeler üzerinde. Bütünsel bir bakış açısına da sarıldım çok kez. Ayrıca düşlerimin kanatlarını taktım bu şiirleri okurken. Bir anlam genişliği yaşadım, bir anlam evreni yarattım. çok sesli bir çavlanın senfonisi sardı beni. Acı savatın gümüşteki hüznünü duydum.
Arı, duru bir yazgının yaşam yolundaki kara desenli kederli çizgileri ve bundan damlayan estetik.”…yaşam mı? o gümüş gibi, kararmadan parlatmıyor işte…-NANKÖR- S.8″, “…koca semt aşka karşı, karmaşaya dost… (…) oysa sarı açar kışı bilmeyen papatyalar…-GÜZ- S.13”
Şiirler “gümüş” simge sözcüğü temeli üzerine kuruluyor. Halk arasında “o gümüş gibi” derler ya. Yani arı, temiz bir insan, kötülüklerin yer etmediği bir ruha sahip, aktöresi sağlam, güvenilir kişi anlamında. Böyle kişiliklerin savatlanması, hüzünler ekilmesi ruhuna. Bu ana izleğin özündeki serüvenleri sezdiren imgeleri kendime göre çözümleyerek şiirlerin aydınlığını yakalamaya çalıştım. Ayrıca deyiş güzelliği ve ses armonileri de şiirleri daha bir çekici kıldı benim için.
Yaralı Gümüş’ten iki şiir:
ÖLÜM VE BEN
bembeyaz öleceğim herkes gibi, biliyorum…
cenazem uzun sürmesin, nutuk çekmeyin
(sıkıcıdır uzayan törenler)
yalnız, güzel bir kız şiir okusun
cesedimin başucunda, İlhan Berk’ten bir şiir
(güzeldir şiir okuyan kızlar)
seçmekte zorlanırsanız, Güzel Irmak’tan olsun
“Teşekkür” olsun.
herkesin bildiğini biliyorum; öleceğim bembeyaz
ama herkesin bilmediği bir şeyi de biliyorum
ölüm bende nicedir, ısıtıyorum onu içimde
( bir nesne; gümüş kararıyor gibi…)
ölüm soğuk derler ya onun için
özdeşimdir artık ölüm,, biliyorum…
( bir tek ayrıntı: toprağa katılmam eksik bu seansta)
kâğıt ışığa düşecek, adım sözcüklere düşünce
bitecek, çünkü ölüm en kötü şiirdir, biliyorum.
Mayıs 1998
***
GÜMÜŞTE KALIT
söz gümüşse
söz’ü ararken içilmiş iksir
esenliğe varmak için mi
söz’e kaldım, söze kaldım
tansık nerede, o son dil
gümüşten değer çalan
aşka ve arşa değin
söz’ce kaldım, sözde kaldım
ne gümüş ne de altın imiş haz
anlam yolda geçer, aramaktır yol
karanlıktan ve ışıktan yüce geçer
öz’de kaldım, özde kaldım, öz’e kaldım
öze söz kaldım; özge dil, tutuk dil
yalan köz mü, ölümüm var daha
söz gümüşse, gümüşte eridim giz’e
size öyle kaldım.
Haziran 1999
HİLMİ HAŞAL
e-KRAL LEAR
Kral Lear’ı bugün okuyup bitirdim. İnsanın yapısını biraz daha tanımaya çalıştım.
Gerçekten Shakespeare baş döndürücü bir usta yazar. Yapıtları insan ruhunun laboratuvarıdır. İnsanda iyi tohumlar kadar kötülük ve günah tohumları da vardır. Yerine göre bunlardan biri filizlenir, etkinleşir, yakınlarına ve topluma zarar vermeye başlar.
Kral Lear da Shakespeare’in önemli yapıtlarından biri. Shakespeare’in dehası, Lear trajedisinde diğer yapıtlarından daha fazla egemen olmuştur.
Yapıtta eylemle doğa arasında karşıtlık olmadığı gibi, bilakis bu iki unsur tam bir ahenk ve koşutluk içinde olurlar. Kralın kızgınlığı ile doğanın kızgınlığı, şiddeti aynı orandadır.
Kral Lear oyunu, Peer Gynt ve Faust gibi yalnız efsane tarihinden değil, gerçekte yaşamış bir İngiliz kralının serüveninden doğmuştur.
Trajedinin konusu, çok ihtiyarlamış ve yorulmuş Lear’ın hükümdarlığını kendisini çok seven üç kızı arasında bölüştürmesi, daha sonra onların sevgi derecesini anlamak amacıyla sorduğu sorulara büyük ve ortancasından aldığı yanıtlar ve bunların ikiyüzlü ve gayri samimi olduğu halde kralın pek hoşuna gitmesi, küçük kızının ise içten ve gerçek olan sevgisine karşın öfkelenmesi ve onu mirasından yoksun bırakması ve bunlara bağlı gelişen yan olaylar.
***
Buraya BİRİNCİ PERDE VE BİRİNCİ TABLO’DAN küçük bir parça alıyorum:
“…
CORDELİA- Hiçbir şey efendimiz!
LEAR- Hiçbir şey mi?
CORDELİA- Hiçbir şey!
LEAR- Hiçten bir şey çıkamaz; bir şey daha söyle!
CORDELİA- Zavallı ben, kalbimi dudaklarıma kadar çıkaramıyorum; efendimizi vazifem olduğu kadar seviyorum, ne daha çok, ne daha az!
LEAR- Ne? Nasıl Cordelia! Sözünü düzelt, yoksa mutluluğuna zarar verirsin!
CORDELİA- Kıymetli efendimiz, beni vücuda getirdiniz, büyüttünüz, seviyorsunuz; ben de bu iyiliklerinize elimden geldiği kadar karşılık veriyorum: size itaat ediyorum, sizi seviyorum ve yüceltiyorum. Madem ki kardeşlerim, yalnız sizi sevdiklerini iddia ediyorlar, o halde niçin evlendiler? Ben evlenince Ben evlenince bağlılığımın, sevgimin ve görevimin yarısı yeminime bağlanan kocama gidecek. Tabiî ben hiçbir zaman bütün sevgimi kardeşlerim gibi babama hasretmek için evlenecek değilim.
LEAR- Bu sözler yürekten mi geliyor?
CORDELİA- Evet, babacığım!
LEAR- Bu kadar genç, bu kadar kaba!
CORDELİA- Bu kadar genç, bu kadar dürüst.
LEAR- Öyle olsun, dürüstlüğünü kendine miras olarak al! Güneşin kutsal nuru hakkı için, Hekate’in* sırları hakkı için, gecenin hakkı için, yaşamımıza ve ölümümüze hükmeden yıldızların hakkı için, sana karşı olan bütün babalık vazifelerimden, her türlü ortaklık ve kan bağlarımdan sıyrılıyorum. Bu andan itibaren bana ve kalbime sonsuza dek yabancısın. Hırsını teskin için öz çocuklarını yiyen vahşi, benim kalbimde bir zamanlar kızım olan senden, daha fazla yakınlık, teselli ve merhamet bulur.
KENT- Asil kralım!
LEAR- Sus Kent! Ejder ile gazabı arasına girme! Ben onu her şeyden çok seviyor, tesellimi onun tatlı ihtimamlarından umuyordum. Çekil karşımdan! Artık gözüme görünme! Eğer ondan baba kalbimi söküp alırsam ancak o zaman mezarımda rahat ederim… Bana Fransa kralını çağırın!… Ne duruyorsunuz?… Burgonya Dükünü de!.. Siz, Corwall ve Albany, kızlarımın payına bu üçüncüyü de katın! Onu, kendisinin dürüstlük dediği gururu evlendirsin! Size, her ikinize hükümdarlığımın nüfuz ve kudretini, üstün haklarını, şan ve şerefini bağışlıyorum. Bize gelince, kendimiz için sizin ve idare edeceğiniz yüz şövalye ile her ay birinizin evinde kalacağız. Biz, kendimiz için yalnız unvanı, ve krallığın fahri hukukunu alıkoyacağız. Nüfuz ve iktidar, hükümetin idaresi, gelirler ve bütün egemenlik sizindir sevgili oğullarım. Bunu kanıtlamak için şu altın tacı ikiye bölünüz!
KENT- Haşmetli Lear; kralım olarak he zaman yücelttiğim, babam gibi sevdiğim, efendim gibi izlediğim, dua ve niyazlarımda koruyucum gibi andığım haşmetli Lear!
LEAR- Kent! Yay hedefe doğru gerildi, oktan kendini sakın!
KENT- Varsın ok bana değsin; sivri ucu kalbimi delsin; Lear çıldırdıktan sonra Kent de saygısız olsun! İhtiyar! Ne yapıyorsun? Kuvvet okşayıcı sözlere boyun eğince zanneder misin ki görev dile gelmekten korkar? Krallar çılgınlık yapınca doğruluk namus borcu olur. Hükümdar olarak kal! İyi düşün, bu taşkın öfkeyi zaptet! Başıma yemin ederim ki, ne seni daha az seven küçük kızındır, ne de hafif sesi boşluk içinde titreşen kalpsiz sayılır!
LEAR- Hayatını korumak istersen sus!
KENT- Ben hayatımı daima senin uğruna düşmanlara karşı tehlikeye atılacak bir rehin saydım. Senin selâmetin için onu seve seve feda ederim!
LEAR- Çekil gözümün önünden!
KENT- Daha iyi görüşlü ol Lear! Bırak da gözlerinin hedef noktası ben olayım!
LEAR- Apollon hakkı için yeter artık!
…”
*Hekate: Aya mensup, cehennemi tanrı.
SHAKESPEARE Türkçesi: Seniha Bedri Göknil
f-MURATHAN MUNGAN’I OKUMAK (Kısaca)
Beş on gündür elimde Murathan Mungan’ın “Kum Saati” adlı şiir yapıtı vardı. Dün bitirdim. Evirip çevirip yeniden yeniden irdeleyerek, dizelerin hinterlentına girerek okudum. Şiirlerin ard alanlarına girdim çoklayın.
Mungan bir kez yabancı sözcükleri -Batı kaynaklı ve Osmanlıca- çok kullanıyor. Önce bunları çözüp öğrenmek gerekiyor.
Ayrıca -Nâzım Hikmet ve bazı şairlerimizin yaptığı gibi- Mungan halk masal ve motiflerinden, dinsel ıralı öykülerden yararlanıyor, bunlar yeni bir anlamla gün ışığına çıkıyorlar.Örneğin: “Adem ve Darwin” dizesi ve benzerleri, “Otoskopik fenomen”, “Sentetik orgazmlar” gibi imgeleri çağrışım ağlarını genişletip derinleştiriyor. İki zıtlık bağdaştırılarak düşünceye çekiyor insanı.
Kısacası Mungan söcükleri yeni bir atmosfere sokup konuşturuyor.
Ama ben genelde “ey sevda sahafları, -kapitalizme de-tüketim ahlakının ince barbarlığı” dese bile Murathan Mungan’a ısınamadım, ısınamıyorum.
***
İMZA ALTINDA
“Şairlik davasın sürme ey gönül
Sözünü bırak çöle çorağa
Mühleti vardır her evvel sözün
Gün gelir anlatır kendini dünyaya
…
Her kol kaldırmaz Ferhat’ın gürzü
Her serap Mecnun gizine çöl değildir
Kendinden başkasını kuşanma sakın
Yol senin, iz senin, menzil senindir
Asrının defterini doğru tutmayan
sırtının hırkasını taşıyamayan
Sözünün yazgısına sahip çıkmayan
Çekilsin yanımızdan devrana kalsın
…”
MURATHAN MUNGAN
g-ANTİKÇAĞ ANADOLUSUNDAN İKİ ŞAİR
1-SARDESLİ ALKMAN (MÖ 630)
“Olimpiyat’ta ünlendi. Son derece aşıkane bir mizacı vardı ve aşk şiirleri yazardı. Lir ya da flüt eşliğinde söylenen şiirlerde ilk kez heksametron dışında ölçü kullandı. (Suidas, Leksikon)”
Hakesikhora (Bakire Türküsü)
…
Görmüyor musun? Yarış atı Venedik’ten
ya saçları kuzenim Hakesikhora’nın!
Baharlar gibi açar saf altından;
Hele gümüşten yüzü,
Nasıl sığdırırım sözcüklere?
İşte, Hagesikhora.
Güzellikte Agido’dan sonra,
bir İskit atı
yarışacak bir Lidya atıyla!
Çünkü, yedi kandilli Süreyya’sı
tan yerinin, Sirius yıldızı gibi
çıkıp tanrısal geceden
boy ölçüşür saban tutan elle
2-LESPOS’LU (BUGÜNKÜ MİDİLLİ) SAPPHO (MÖ 600)
“Sappho bir harikaydı. Tarihin başından beri, herhangi bir yüzyılda, hiçbir kadın şairin onunla boy ölçüşebileceği söylenemez. ( Starbon, Coğrafya)”
Bireysel lirikin büyük ustasıdır. Tutkular alanının ayrıntılarına inerken Sappho doğayı, dansı, oyunu duyusal bir atmosfer içinde canlandırır. Tutkulu bir sevgisi vardır.
“Gel beri, göksel deniz kabuğu, lirim benim
bir ses ver bana”
*
“İyilik ettiklerim yaralıyor beni en çok”
*
“Karanlık gözlü uyku
Gecenin çocuğu”
*
“Bunlar Timas’ın külleri, daha gelinlik giyemeden
Persephone’nin karanlık odasına göçen,
kesti arkadaşları ölünce birer birer
güzelim saç örgülerini keskin bıçaklarla”
*
Hangi köylü kızı o gönlünü çelen
Daha eteğini bileklerine düşürmeyi
Bilmeden?”
*
“Siyah uykusu gecenin
Örtüyor peleriniyle gözlerimi”
*
“Geçirmiş sırtına erguvan kaftanını
Geliyor göklerden Eros”
*
“Elma dallarında
Sepserin mırıldanıyor seher yeli
Akıyor uyku titreşen yapraklardan”
*
“Çözüyor yine dizlerimin bağını Eros,
sarsalayıp beni,
kaçsan kaçılmaz, o tatlı-sert yaratık”
(ANTİKÇAĞ ANADOLU ŞİİRİ ANTOLOJİSİ, HAZIRLAYAN: ERDAL ALOVA)
“
h-DOĞANIN ÖFKESİ
Doğa ana çok öfkeli bu günlerde.(İlk insanlar, ilk çağ insanları tanrıların öfkesi derlerdi buna.) Emdiği buharı bulutları aracıyla kova kova üstümüze döküyor. Bununla kalsa şimşeklerini çaktırarak korkunç şekilde haykırıyor. Sesinden yer titriyor. Sonra da yıldırımlarını salıyor. Ben açıkçası bu anda korkuyorum. Öyle bir elektrik boşaltıyor ki yere görseniz. Elektriği alan yer, nesne iflah olmuyor. Gerçekten korkuyorum. Bilimsel önlemleri almak gerek. Yoksa yanabilir insan, ya da tesadüf de olsa yaşamından olabilir bu anda. O civcivli anda suya, metale dokunmamalı, düz yerlerde durmamalı, nötr olmalı. Ağaçlardan uzak durmalı. Denizde olmamalı kişi. Bu günlerde denizatı sitesi, Biga ve çevresi bardaktan boşanırcasına yağmur altında. Nerdeyse bazen afetin sınırlarına gelip dayanıyor yerleşim birimleri bu bölgede .Bir ara güneş açıyor, biraz sonra ardından hemen gür gür baba geliyor. Göz açtırmıyor yağmur.
Bu kızgınlığın ne doğa ana? Alıp da veremediğin ne? Bu kustuğun yıldırımlar?… Korkuyorum. Düşündüğüm için, doğanın tesadüflere nasıl ışık yaktığını bildiğim için. Ama bilimdir yine bu ortamda bana güven veren. Doğaya inat daha çok teknik olarak donanırsam güvenim artar
Göz açtırmıyorsun be doğa ana! Bilgisunar da (internet) zaman zaman kesiliyor. Ama seni hayatımızı daha kolay kılman için razı edeceğiz doğa. O büyük enerjini bir gün depolayabileceğiz belki de. Kimbilir?…
M.GÜNER DEMİRAY
i- Herman Hesse:
2 Ağustos 2019 ·
Dün Herman Hesse’nin KNULP adlı öykü kiitabını bitirdim. Bu yapıt, Dünya Klasikleri arasında çıkmış. Türkçe’ye Zahide Gökberk çevirmiş.
Üç büyük öyküden oluşan yapıtın kahramanı Knulp’tur. Üç öyküde de Knulp’un yaşamından kesitler var. Knulp gezgin, biraz serseri,evi barkı olmayan ama zengin gönüllü, şair tabiatlı, hemen hemen her işi başaran zeki ve yetenekli bir kişilik. Dostlarının arasında, onların yardımlarıyla yaşar. Kent kent, köy köy gezer, kimseye fazla yük olmamaya çalışır. Doğduğu yurdunu özler, zaman zaman çocukluk arkadaşlarıyla buluşur. Müthiş dans eder. İki sevgilisi vardır. Sonunda yaşlanır, kan kusar; buna karşın yine de sayrılarevine gitmez. Kırlarda, ağaç kovuklarında yatar. Bir dağ yamacında yatarken sabahın kırağılı bir saatinde gözlerini açar. Yazar onu öldürmez, ölüme yaklaştığını sezdirir ve yapıt son bulur. Hesse’nin bu yapıtından oldukça etkilendim. Çocukluk ve gençlik yıllarındaki mutlu zamanlarını, kızlarla ve okul arkadaşlarıyla geçen günlerini düşledim. Sonunda insanın nasıl yalnızlığa düştüğünün acısını yaşadım.
Hesse hem İsviçre, hem Alman yurttaşı. Eline sağlık usta yazar.
Yarın dostum Mehmet Özgül’ün çevirilerinden Çehov’u okuyacağım. Bu kaçıncı eğilişim Çehov’a! Her okuyuşumda yeni güzellikler, yeni ayrıntılar keşfediyorum Çehov’da.
I-Elimin altında şair Hıdır Işık’ın şiir kitabı”: Dİ VE DİRİLİŞ AVLUSU.” Bahçede, asmanın altında döne döne okuyor, yorumluyor ve çözümlemeye çalışıyorum çağrışımlar yaparak.
Notlar alıyorum zaman zaman.
Bence okunması gerekli olan genç şairlerden Hıdır Işık. İmgeleri alımlı, dizeleri güçlü.Yeni bir lirizm yaratıyor ilginç bağdaştırmalarla. Güzel başlamış, güzel devam ediyor.
Şimdi ondan bir şiir:
ŞİİRİN SONSUZ HALESİ
“Şiir’in sonsuz halesini umursamaz bir dünya var dışarıda,işte o yüzden bedbahttır çocuksuz sokaklar. Avlusuz evler silinen bir görüntüdür anılardan kalma. Ey buz kesmiş gece,herkes yitik bir arzu halci midir kendi tenhalığında?
ötekilerin hikâyelerinden eksilerek geldim
kitap kokusuyla kendini paklayan evime.
*
çıkarıp üstümden kentin islenmiş gömleğini
masanın ahşap dostluğundaki şiirlere sığındım
*
beton sağırlığından kurtulmanın umutlu Tanrı’sıyla
imgelerle örülü bir yorgan çektim ruhumun üstüne
*
aşk’ın magmasını sözcüklerle delmiş bir şairin
bozkırın ortasından düşle geçtiğini söyledi gece
*
sözcüklerin büyüsünü takıp takıştırmış bir kadın
evcimen bir ıslıkla fırladı kitaptaki bir şiirden
*
radyoda candle in the wind çalmakta
bir uzak ülkenin masalını hatırlatır gibi
*
telaşın sakıncasını yaşam bilenler koşarken dışarıda
yabanıl otları ufkuma çeken kitap kulak kabartıyor
*
köpüklü suları ustaca unutturan şiirsiz dünya
kavak yellerini atlatarak pencereme ilişmiş
*
ah geceyle helalleşen kalbim
şiirsiz dünya ürkütüyor beni!”
HIDIR IŞIK
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.