YAYINCILIK DİZGİCİLİK
A.Cengiz Büker
Ülkemiz yayıncılığının önemli sorunlarından biri de “dizgi” sorunudur. Yayınlanan betiklerden ve dergilerden yanlışsız olanı, içinde dizgi “hatâsı” bulunmayanı hiç yoktur dersek, yanlış söylemiş olmayız.
Günümüzde dizgicilik geçerli bir meslek olma niteliğini kazanmıştır. Bilgisayar teknolojisindeki ilerlemeler, eski “satır bağlama” ya da “harf dizme” güçlüklerini ortadan kaldırmıştır. O zamanki “matbaacılar” ya da “dizgiciler”, “ağır metal hurufât”ın işkencesine sabırla katlanan, gereğinde bir virgülü ekleyip çıkarmak için, koca bir sayfayı dağıtıp yeniden bağlamak gibi, tanımsız zahmetlerle savaşıyorlardı. Elleri kalın, kirli, güçlü olmak zorundaydı, metallerden zehirleniyorlardı…
Ağır işçi idiler. Genellikle “çekirdekten” yetişen, yeterince öğrenim göremeyen çocuklar – gençler yaparlardı bu görevi. Sonra da harf yığınları içinde büyüyüp yaşlanarak…
Oysa şimdi ince parmakların yumuşak tuşlara bir dokunuşu kolayca düzeltiyor harf-satır-sayfa yanlışlarını. Dizgiciler okur-yazar, kimileyin yüksek öğrenimli bile olan görgülü bilgili kişiler genellikle. Ama sanırım gereksiz bir kendine güven, özensizlik, işine karşı kayıtsızlık, ilgisizlik, baştansavıcılık; ya da çalışma koşullarının özendirici olmayışı… başarısızlığa iteliyor.
Aşçılıkta bir deyiş vardır: iyi yemek pişirmek istersen, kendin de pişen yemekle birlikte pişmelidir diye. İşte dizgi de böyle. Bir sözcük yazarken başka yere bakan, gözünü yeniden tekste çevirdiğinde, birkaç satır aşağıdaki benzer sözcükten sürdürürse dizmeyi, ister istemez en az birkaç tümce atlamış olur. Oysa birazcık konuyu ve konunun anlamını da izliyor olsaydı zihninde, bu yanılgıya düşmezdi.
Ya da “kuzucuklar” yazarken kayıvermezdi parmağı “kuyucuklar”a… Şöyle ikide bir yanlış anlamalar olmadan, kimi tümceleri tam çözemeden, anlamadan geçip okumayı sürdürmeler olmadan… içe sine[1] okumanın zevki anlatılamaz. Bu zevki, örneğin Günay Güner’in Çağdaş Türk Dili dergisinin düzeltmenliğini yaptığı zamanki dergileri karıştırırken tadıyorduk doğrusu. Çünkü düzeltilmemiş basım yanlışı bırakmazdı, sağ olsun!
Oysa “en ciddi” olmalarını beklediğimiz kökleşmiş yayınevlerinde bile, sıkça karşılaşıyoruz bu tür yanlışlara… belki eski yıllara göre daha az, ama yine de bugünün tekniğine göre “çok fazla”. Özellikle de iyi anlaşılmamış “öz türkçe” deyişlerde ya da doğru kullanımları unutulan ya da belirsizleşen eski sözcüklerde bunlar çok oluyor.
Çözüm ne olmalıdır? Ola ki, dizgiciler mesleklerinde aradıkları özdeksel – anlamsal doyumu bulamıyorlardır. Konuyu bir de bu yönüyle incelemeli, işçi / emekçi haklarına saygı göstermeli.
Ama emekçiden de emeğinin onurunu, sorumluluğunu taşımasını istemek, doğal hakkımız değil midir?
A.Cengiz Büker
[1][1] içe sine: bir Orta Anadolu deyişidir, rahat rahat, tadına vara vara anlamına gelir.
Yorum Kapalı.