EDEBİYAT NOTLARIM-VII
1-CEMİL MERİÇ
Değerli düşünür Cemil Meriç’in birçok düşüncelerine katılmazsam da yazılarındaki özü, buluş ve yaratımlarını zevkle okurum. Bu yaratımlar bana sihirli bir anahtar gibi hep esin kapıları açar. Derin bir şiirin imbikten süzülen damlalarıyla yüreğimi yıkarım. Mitolojinin sularına dalarım.Güzel söyleyişleri yaratıcı gücümü biler.
Cemil Meriç bir üsluptur.
M.GÜNER DEMİRAY
***
BU ÜLKE’den:
“…(Batı’da) Burjuvazi iktidara geçer geçmez kiliseyle nikâh tazeledi; kiliseyle, yani nass’la. İmtiyazlarını koruyacak bir hisardı nass. Şimdi aklın bayrağını omuzlamak yeni bir içtimai sınıfa düşüyordu,en yoksul ve kalabalık sınıfa. …
(s.179)”
*
3
” Köleler ehramlarda yaşıyor. Istırap taş olmuş.
Rüyalarından bir Musa yaratıyordu Michelangelo ve zamanı mermere hapsediyordu. Ruhunu işliyordu maddeye:coşkunluklarını, emellerini, vecitlerini (sevgiden doğan coşkularını) işliyordu.
Yaratmak yabancılaşmaktır. Yaratılan bir başkası. Yaratmak yok olmaktır, ya yaşayacak, ya yaratacaksın. Ebediyet hazin bir teselli mükâfatı.
(s.273)”
*
5
“Zeka rüzgârda unutulan mum, bencillik fanus. Senin fanusun yok. Ve şuurun, hasta bir hayvanın korkularını aksettiren kırık bir ayna.”
(s.275)”
CEMİL MERİÇ’TEN:
“Toprak sarsılıyor!.. Hep birden esfel-i sâfiline yuvarlanmak istemiyorsak, gözlerimizi açmalıyız. İnsanlar sloganla güdülmez. Düşünceye hürriyet, sonsuz hürriyet. Kitaptan değil kitapsızlıktan korkmalıyız. Bütün ideolojilere kapıları açmak, hepsini tanımak, hepsini tartışmak ve Türkiye’nin
kaderini onların aydınlığında fakat tarihimizin büyük mirasına dayanarak inşa etmek. İşte, en doğru yol. Bu firar bir Kabil kompleksi.”
***
*
9
” Itır gülün sesi, ışık sonsuzun. Geceleri ölüm konuşur karanlıklarda.
( s.279)”
*
13
” Münakaşa eden iki insan, aynı graniti yontan iki heykeltraş, hakikatı arayan iki yol arkadaşı. Hedefi, tahrip değil, terkiptir bu kavganın. Mağlubun muzaffer olduğu tek yarış. Yanıldığını kabul etmek, yeni bir hakikatın fethiyle zenginleşmektir: parçadan bütüne, karanlıktan aydınlığa geçiş.
(s.283)”
Cemil Meriç
2-DİDEROT
Elimdeki Diderot adlı yapıtı iki gün önce okuyup bitirdim. André Cresson’un bir yapıtı. Diderot’un yaşamı, felsefesi ve eserlerini inceliyor. Rahmetli Asım Bezirci 1965 yılında Fransızcadan Türkçe ’ye çevirmiş. Ben 1984 yapılan ikinci baskısını okudum.
Diderot (5 Ekim 1713- 1 Ağustos 1784)
18.yüzyıl Avrupası’nın aydınlanmacı önderlerinden biridir. Olumlu düşüncenin aydınlatıcı ortamlarını yaratan bir düşünür/filozoftur. Apaçıklık, akılcılık, bilimsellik hareketleri içinde insanı yeni ufuklara götüren düşünceler üreterek her türlü gerici ve köhnemiş olanı eleştirmiştir. Bu yüzden çok acılar çekmiştir. Her şeye karşın hoşgörüden yoksun bir dogmatik olmamıştır. O taşkın ve evrensel bir zekanın insanıydı. Hazırladığı Ansiklopedi Avrupa ve insanlık tarihinde görkemli bir anıt olarak yerini almıştır.
Diderot “ çağında büyük bir tohum ekici gibi çevresine yeni düşünceler saçtı.”
II. Katerina dönemindeki Rus reformlarına büyük katkılar sağladığını da belirtmeliyim Diderot’un. Özellikle Rus üniversitelerine.
Diderot’un bilim karşısındaki davranışı Bacon, Newton ve Buffon’un davranışına dayanır.
“… Matematiği severdi. Matematikle uğraşır, aklın mantık yoluyla eğitilmesi konusunda matematikten çok yararlanılacağına inanırdı.”
“Kadın güzelliği karşısında, bilim ve gerçek karşısında, sanat ve erdem karşısında coşar, tutkuya kapılırdı.”
Diderot’un düşüncelerini kavramak hiç de güç değil. Aykırı düşüncelerinin atılganlığıyla olduğu kadar gerçekliğiyle de insanı kendine çekiyor. Olağanüstü bir coşkunluk içinde arasıra aşırı, ama çoğunlukla güçlü ve etkili bir belâgatı ve aykırı düşünceleri var.
M.GÜNER DEMİRAY
Diderot’dan :
1- “…İhtiyat ve sabırdan ayrılmayalım. İyi bir gözlemin yüz kuramdan daha değerli olduğunu unutmayalım. Böyle yapmakla, her şeyi çözmesek bile, iyi şeyler bulmak ve gerçekteki yalnız bilinmeyen değil, özellikle bilinmeyen şeyler karşısında da şaşırmadan düşünmek şansımızı artırmış oluruz. …”
2- “…Madde hareketsiz ve cansız sayılırsa, hareketin kaynağını bulmak güçleşir. …Maddenin hiçbir parçası yok ki bir çekim merkezi olmasın. Maddenin hareketliliği apaçık ortada. Madde hareket ve kuvvetle doludur. …”
3- “…Evrende her şey ya akış ve çabalayış durumundadır ya da hem akış, hem çabalayış durumundadır. …”
4- Tutkulara durmadan atıp tutanlar var. İnsanoğlunun bütün üzüntüleri tutkulara bağlanıyor. Ama bütün zevklerin kaynağı da onlar olduğu unutuluyor. Tutkunun yapısında öyle bir öğe var ki, ne çok iyidir denebilir, ne de çok kötü. Ama bana üzüntü veren şu ki, onlara hep kötü yönden bakılmaktadır. Bununla beraber insanı yüksek şeylere ulaştırabilen ancak tutkulardır, büyük tutkular…
5- Şüpheci kimdir? Şüpheci, inandığı her şeyden şüphe eden, aklının ve duyularının ona doğru diye gösterdiklerine inanan bir filozoftur. Daha açık ve kesin bir şey mi istiyorsunuz? Pyrroncu bir şüheciye içinizden hak verirseniz siz de şüpheci olursunuz.
6- “…Çalışmak.. İşte, bu ölümlü dünyada payımıza düşen şey; işte görevimiz. Bizden sonra geleceklere eskisinden çok ışık ve esenlik bırakmak, geçmişten kalan mirası artırmak…”
7- “ …Ben büyük bir aktörde sağlam bir muhakeme yeteneği ararım. İsterim ki onda soğukkanlı ve sakin bir seyirci ruhu olsun. …Büyük bir aktör eşsiz bir sanatçıdır. …Bir rolü öldürmek için bir kötü aktör yeter.
8-İki çeşit sanatçı vardır: Coşkularına kapılıp gidenler, soğukkanlılıkla ve düşünüp taşınarak çalışanlar. … İnsanı coşturan tek şey gerçekliktir.
3-GİZLİ SEVDA
“Hani bir sevgilin vardı
Yedi sekiz sene önce,
Dün yolda rastladım
Sevindi beni görünce.
Sokakta ayaküstü
Konuştuk ordan burdan,
Evlenmiş, çocukları olmuş
Bir kız, bir oğlan.
Seni sordu.
Hiç değişmedi, dedim,
Bildiğin gibi..
Anlıyordu.
Mesutmuş, kocasını seviyormuş,
Kendilerininmiş evleri..
Bir suçlu gibi ezik,
Sana selam söyledi.”
(1953)
BEHÇET NECATİGİL (1916-1979)
( Necatigil’in bu şiiri de şiir tarihinin önemli duraklarından biridir. Bu şiir kolay yazılmış gibi geliyor insana. Oysa hiç de öyle değil. Necatgil usta güç olanı kolay kılmıştır. Buna edebiyatta “sehl-i mümteni denir. Bugünkü terimle ” güç-kolay.” Şiirde yalın söze de ağırlık verilmiş aynı zamanda. Buna da ” kelâm-ı basit” denir.
Bu şiiri her okuduğumda eski nişanlım aklıma gelir. Sanki şiirdeki kadın o. Arkadaşım onunla bir sokakta karşılaşıp konuşmuş da bana anlatıyor gibi gelir. Ürperirim. Kalbimin tıpırtılarını duyarım.)
M.GÜNER DEMİRAY
4-OYUNCU KADIN
Karanlık gözlü,
Ey düşlerimin kadını,
Fildişi sandallı,
Benzerin yok dans edenler içinde,
Yok ayakları senin gibi kanatlı.
Seni çadırlarda bulamadım,
Kırılan karanlıkta.
Seni kuyu başında bulamadım,
Testili kadınlar arasında.
Ağaçtan filizlenen dal gibi genç kolların;
Yüzün bir aydınlık akarsu.
Badem gibi ak omuzların,
Soyulmuş körpe bademler gibi.
Bakır kafeslerin ardında
Harem ağalarıyla korumuyorlar seni.
Yaldızlı maviler, gümüşler dinlendiğin yerde.
Sırtında sırma telle işlenmiş koyu giysiler,
Ey Nathat-İkanaye, “Irmaktaki Ağaç”.
Otlarda akan su gibi üzerimde ellerin,
Parmakların donmuş bir dere.
Ak çakıl taşları bakıcı kızların,
Duyulur çevrende türküleri!
Benzerin yok oyuncular içinde,
Yok ayakları seninkiler kadar hızlı.
EZRA POUND TÜRKÇESİ: CEVAT ÇAPAN
( Ezra Pound ABD’lidir ve dünyanın en büyük şairlerinden biridir. Ancak bu şair 2.Dünya Savaşı’nda İtalya’da faşizmi desteklemiş, İtalya radyolarında Musolini rejimi lehinde uzun uzun konuşmalar yapmıştır. Bir tür Mussolını’nin propogandisti olmuştur. Müttefik kuvvetlerin zaferi üzerine ABD’ye götürülmüş, önce kent meydanında maymun kafesine konularak halka teşhir edilmiş, sonra da bir akıl hastanesine kapatılmıştır. Amerikan aydınlarının büyük insani çabaları sonucunda hastaneden çıkalrılarak serbest kalması sağlanmıştır. Ama şair kısa süre sonra ABD’yi terk ederek İtalya’ya yerleşmiş, bir daha da Amerika’ya dönmemiştir.)
5-MECNUNUM LEYLAMI GÖRDÜM
Mecnunum Leylamı gördüm,
Bir kerecik baktı geçti,
Ne sordum, ne söyledi,
Kaşlarını yıktı geçti.
.
Soramadım bir çift sözü,
Ay mıydı, gün müydü yüzü?
Sandım ki Zühre yıldızı,
Şavkı beni yaktı geçti.
.
Ateşinden duramadım,
Ben bu sırra eremedim,
Seher vakti göremedim,
Yıldız gibi aktı geçti.
.
Bilmem hangi burç yıldızı,
Bu dertler yâreler bizi,
Gamzen okun bazı bazı,
Yâr sineme çaktı geçti.
.
İzzeti der ne hikmet iş,
Uyur iken gördüm bir düş,
Zülüflerin kement etmiş,
Yâr boynuma taktı geçti.
.
( Veli’im eydür ne hikmet iş,
Uyumadım ki görem düş,
Yâr zülfünü kement etmiş,
Boğazıma taktı geçti.)
*
AŞIK İZZETÎ ( AŞIK VELİ)
( Halk yazını araştırmacılarına göre “Mecnunum Leylamı Gördüm” şiiri, ozan Aşık İzzetî’den önce yaşamış İğdecik köyünden Aşık Veli’ye (1800 – 1853’lü yıllar) ait. Bu görkemli şiiri en iyi çalıp söyleyen Aşık Veysel olmuştur. Sonradan şair Ali İzzet Özkan’ın bu şiiri kendine mal ettiğini söylüyor uzmanlar. Doğru. Başkalarının yaratılarına saygı duymak gerekir. Ancak bu şiir halk dehasının bir ürünüdür. Dünya şiir tarihinin önemli şiirlerinden olması gerekir bence. Hangi ozan olursa olsun bunu yaratan büyük bir usta ozandır. Onun önünde saygı ile eğiliyorum. Bu estetiği yaratmak kolay değil. Gerçekle düş arasında görünüp kaybolması güzel bir sevgilinin! Şimşek gibi bilinci aydınlatıp gitmesi birden. Boynunda aşkın kemendi, yıldız gibi kayıp geçmesi ve onun kalpte bıraktığı sevda yüklü düşsel izi. Bu anı dile getirmek her ozanın yapamayacağı bir iş. Ancak 18.Yüzyıl şairi Nedim bir gazelinin beytinde bu şiirdeki izleğe yakın duyguyu dile getirmeye çalışmıştır. “Yok bu şehr içinde senin vasfettiğin dilber Nedim/Bir peri-suret görünmüş bir hayal olmuş sana.” diyerek düşlediği güzeli aramaya yöneltmiştir kalbini. Ama insan bilincini sarsan bu şiirin etkili görkemine ulaşamamıştır. Bu bakımdan bu şiir derin bir duyuşla, uyumlu bir imge gücüyle yaratılmıştır. Ayrıca bunu söze ve müziğe dökmek de üstün bir yetenek ister. Bence bu büyük şiirin etkili ve çok güzel senfonik bir bestesi de yapılmalıdır. Usta sanatçılar tarafından librettosu yazılarak çok sesli bir yapıda Türk ve dünya operalarında yerini almalıdır bu yapıt.)
M.GÜNER DEMİRAY
*
Ahmet Özdemir
20 Kasım 13:32
“Sevgili hocam, öncelikle selamlarımı saygılarımı sunuyorum. Sözünü ettiğiniz şiir, ne Veysel’e, ne İzzeti’ye ne de Ali İzzet’e aittir. Şiir 1700llü yılların sonunda doğan ve 1853’de ölen Şarkışla’nın iğdecik köyünden Aşık Veli’ye aittir. Aşık Veysel türküyü Çepnili İzzeti’den öğrenmiş. İzzeti kendi adıyla tapşırmış. Veysel’de bilmediği için İzzeti diye plağa okumuş. Veysel’in ilk plaklarından biri bu. Daha o zaman Ali İzzet’in adı yok. Sonra Aşık Ali izzet “İzzeti” mahlası var diye kendine sahiplenmiş Zeki Müren’e ve diğer bazı yerlere benim diye yutturmuş. Aksini söyleyecek İzzetî hayatta değil. Aşık Veysel’le zaten komşu köyllülür. Veysel yüzüne tükürüyor ama pişkin. Yirmi otuz yıl önceye kadar biz Aşık Ali İzzet’in değil. Çepnili İzzeti’nin diye söyleyip dururken, gerçek Hacıbektaş Dergahı’nın eski kayıtları yeni yazıya çevrilince ortaya çıktı. 1800’lü yılların ilk çeyreğinde Aşık Veli Hacıbektaş’a gitmiş ve bu deyişi söylemiş. Orada defterlere kaydetmişler. Tamamını ben de başkaları da yayınladı. Orijinalinin mahlas dörtlüğü şöyle:
‘Veli’m Eydür Ne Hikmet İş
Uyumadım Ki Görem Düş
Zülfünü Kement Eylemiş
Boğazıma Taktı Geçti ‘
Ne yazık ki ben de 1990’da yayınlanan Cönklerden günümüze Halk Şairlerimiz radyo programı dizisinde ve aynı adlı kitabımda Aşık İzzeti’nin olarak yayınladım. Gerçek olan Aşık Veli’nin olduğudur. Bilginize sunarım.”
*
Not: T.C Kültür Bakanlığı Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü’nün çıkardığı Halk Ozanlarının Sesi dergisinin Eylül 1993 sayısında benim Çepnili İzzet Özbek adlı şairle ilgili çıkan yazımın dip notuna şöyle bir kayıt koymuştum: ”Ben Çepni köyünde görevliyken (1959-1961) baba dostu rahmetli Emin Çavuş bana bir Aşık Ali’den söz ederdi. Şarkışla’nın Höyük köyünden olduğunu söyler, bu usta aşığı kimsenin pek tanımadığını belirtirdi. Emin Çavuş’un ifadesine göre Âşık Ali çoğunlukla Sabri mahlasını kullanmış, 19.yüzyılın sonlarına doğru 80 yaşında ölmüştür. Çok coşkulu bir ozanmış Âşık Ali. Hatta Âşık Ali İzzet’in kendine mal ettiği ‘Mecnunum Leylamı gördüm/ Bir kerecik baktı geçti’ şiirinin aslında Âşık Ali’ye ait olduğunu sık sık dile getirirdi.”
M.GÜNER DEMİRAY
6-DEĞİŞİM
“Herakleitos, ‘Bir nehirde iki kez yıkanılmaz’ demiştir. Diyalektiğin babası olarak bilinen bu eski Yunan filozofunun söyledikleri şimdiye kadar yalanlanamadı. Hatta Karl Marx filozofisini, bu felsefeden esinlenen Hegel diyalektiğini tersine çevirerek yarattı. Özet şuydu:
‘Her şey kendi zıttını içinde taşır ve her şey sürekli olarak değişir.Bir nehrin suları akıp gider. Siz nehre girersiniz ama her girişinizde ayrı sularla yıkanırsınız.’
İşte sürekli değişim budur ve değişmeden kaldıklarını idda edenler kendi değişimlerinin farkında olsalar bile bunu inkâr etmeye yeltenecek kadar zavallı yaratıklardır.
Bunlar belkide sürekli değişim yasasının evren dışı aciz mikro organizmalarıdır. Evrenin sonsuzluğu içerisinde incelenmeye bile değmezler.”
Not: Bir yerde evrim de var olmak için değişen koşullara ayak uydurmaktır. Ayak uyduramayanları doğa eliyor.(seleksiyon) Bu durum tüm canlılar için geçerli.
İnsanlar ve uluslar için de geçerli. Darwinizm’in kökleri ta Herakleitos’a dayanıyor. Her zaman değişimin bilinci içinde olmalıyız. M.Güner Demiray
7-AKLIN ÖZGÜRLÜĞÜ
“Uygar eser meydana getirmek yeteneklerinden yoksun olan toplumlar, özgürlük ve bağımsızlıklarından mahrum edilmeye zorunludurlar.” Atatürk
“Ey millet iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat, uygarlık tarikatıdır.” Atatürk
*
Kaç üniversite bitirirse bitirsin beyni zincire vurulmuş kişilikler bilim adamı olamaz. Özgür ve bağımsız düşünemeyen bilimsel çalışmalar yapabilir mi?
Bu dogmatik yapı yaşamın her alanı için de tehlikeli . Beynin afyonlanması akla kelepçe vurmak demektir. Cemaatin mankurtları –akıllarını tutsak edenler- ne büyük facialar yaratabileceklerini düşünemezler. İşte bu zavallıları kullanır düşmanlar, gizli örgütler.( Son olaylar bunun kanıtı değll mi?)
Aydınlanma ve laiklik çok önemli. İnsanın özgürleşmesidir bu hareketler. Kendi aklının gücünü bilmesidir. İnsan olma, birey olma, bilinçli yurttaş olma, ulus olma, uygar olma davasıdır. Aydınlanma ve laiklik eğitiminden geçmeyen toplumlar çağ dışı kalmaya yargılıdır. Bu nedenle eğitim bu amaca yönelik olmalıdır her zaman.
Albert Einstein’in şu sözü çok değerli: ” Eğitim, gerçeklerin öğretilmesi değildir. Düşünmek için aklın eğitilmesidir.”
Yani asıl olan, sorgulayan, araştıran, yaratıcı ve eleştirel düşünebilen kişilikler hazırlamaktır yaşama. Yurdumuzun böyle güçlü, çağdaş insanlara gereksinmesi vardır. Filozof Spnoza’nın bu konudaki şu düşüncelerine katılmamak elde mi? “ En güçlü insan, en bağımsız insan aklının buyruğuna giren insandır,” diyor.
O halde:
Çağdaş, güçlü ve huzurlu bir vatan yaratmak istiyorsak aklın meşalesini yakmış “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” kuşaklar yetiştirmek olmalıdır amacımız.
M. GÜNER DEMİRAY
8-Francis Bacon
“DENEMELER”
Dün Francis Bacon’un “Denemeler” adlı yapıtını okuyup bitirdim, Akşit Göktürk’ün o güzel çevirisinden. Bacon çağının koşullarına uygun biçimde yaşamın her yönüne eğilmiş denemelerinde. Burada kendi düşüncelerini, yargılarını, deneyimlerinden vardığı sonuçları bize sunuyor. Görüş ve düşünlerini bize aktarırken kutsal kitaplardan alıntılar yapıyor. Ayrıca Roma ve Yunan mitolojilerinden yararlanıyor, tarihsel bilgileri kanıtlarına destek yapıyor.
Şunu söyleyeyim ki Bacon’un denemelerini Montaigne’inin denemelerine göre daha kitabi buldum. Montaigne konuşma diliyle yazıyor. Daha samimi, daha içten. Kendini gözlemliyor, kendini söylerken insanı anlatıyor. Montaigne kalemini daha ustaca kullanıyor, sanatçı kimliğini yüksek çizgilerde tutuyor. Bacon ise bilimsele yakın duruyor, kuramlar üretip varsayımlar yaratıyor kitabi söyleyişiyle.
M.GÜNER DEMİRAY
***
DENEMELERDEN alıntılar:
“…
Bir göreve yükselmek çetin bir iştir; insan çabaladıkça yeni güçlüklere sürüklenir; zaman zaman küçülür, onursuzluk yoluyla onur kazanır. Yüksek görevlerin tabanı kaygan olur, buralardaki insanın sonu ya yuvarlanmak ya da en azından gözden düşmektir. …”
“…
Ama hiç kimse, kendi yaradılışını yenmiş olduğuna çok güvenmesin, çünkü o uzun süre derinlerde gizlenir de, bir elverişli durum bulur bulmaz gene ortaya çıkıverir. Tıpkı Aisopos’un masalında genç bir kıza dönüşen kedinin, masanın başında hanım hanımcık otururken yanı başından bir fare geçince her şeyi unutup atılıvermesi gibi. …”
“…
Erdem değerli bir taş gibidir, en güzel görünüşünü yalınlık içinde kazanır; kendini de en iyi, yüzü gözü güzel kimselerde değil, duruşu ağırbaşlı, yapısı biçimli kimselerde gösterir.
…
İnsan kimi yüzler görür, parçaları inceleyince hiçbirini güzel bulmaz, ama parçalardan oluşan bütün güzeldir. Güzelliğin temel ilkesinin davranış inceliği olduğu bir gerçekse, yaşlı kimselerin çoğunlukla daha sevimli görünmelerine hiç şaşmamak gerekir. …”
“…
Okuyorsan, ne karşındakini susturmak, bilgiçlik satmak için, ne her okuduğuna körükörüne inanmak, ne de konuşmalarına konu bulmak için, ama incelemek, düşünmek için oku. Kitap vardır, ancak tadına bakılmak içindir; kitap vardır yutulmak, kitap da vardır çiğnenmek, özümlenmek içindir; başka deyimle, kimi kitapların insan ancak birkaç bölümüne göz atmalı, kimisini baştan sona şöyle okuyup geçmeli, pek azını da her ayrıntı üzerinde titizlikle durarak adamakıllı okumalı. …
Tarih insanı bilge kılar, şiir iç zenginliği, matematik titizlik, doğal bilimler derinlik, mantık ile söz söyleme sanatı ise tartışma yeteneği kazandırır. …”
“…
Süleyman: ‘Güneş altında yeni bir şey yoktur,’ der. Platon’un ‘ bilgi bir anımsamadan başka bir şey değildir’ demesi gibi. Süleyman da her yeniliğin ancak bir unutma olduğu sonucuna varır. …
…
Maddenin sürekli bir akış içinde olduğu, bu akışın hiçbir zaman durmadığı kesin bir şeydir”
FRANCİS BACON
9-AYNI BARDAKTAN İÇMEYECEĞİZ
Aynı bardaktan içmeyeceğiz
Ne sıcak şarabı, ne suyu,
Kuşluk vakti öpüşmeyeceğiz,
Pencereden bakmayacağız akşama doğru.
Sen güneşle soluklanıyorsun, ben ayla,
Ama düştüğümüz aynı sevda.
.
Sadık ve sevecen dost, benim yanımda,
Senin yanındaysa neşeli bir sevgili.
Gri gözlerindeki korkuyu anlıyorum sanma,
Ve bu çektiklerimizin sensin sebebi.
Sıklaştırmıyoruz ayaküstü buluşmalarımızı.
Ne çare ancak böyle koruyabiliriz huzurumuzu.
.
Şiirlerimde yalnızca senin sesinin ezgisi duyulur
Senin şiirlerinde benim soluğum eser.
Bir ateş ki, ona kim dokunur,
Buna ne korku, ne unutuş cesaret eder
Ve bilsen nasıl hoşlandığımı
Seyretmekten senin kuru, pembe dudaklarını.
(1913)
//:: www.siir.gen.tr
ANNA AHMATOVA ( 23 Haziran 1889-5 Mart 1966)
Türkeçesi: HANDE ÖZER
“…1946 yılında Stalin’in ortağı ve kültür bakanı Andrei Zhdanov, Ahmatova’nın Isaiah Berlin’i ziyaret ettiğini öğrendi ve alenen “yarısı fahişe, yarısı rahibe” olarak etiketleyip, şiirlerinin yayımlanmasını yasakladı. Daha sonra açlıktan ölmeye mahkûm etmek ile eşdeğer olan Yazarlar Birliğinden çıkarma girişiminde bulunuldu. Oğlu “Stalinist Gulag”ta gençliğini harcadı ve hatta tahliyesini emniyete almak için Stalin’i öven birkaç şiir yayımladı. İlişkileri hep gergin olarak devam etti. Resmen yokolmasına rağmen; eserleri sözlü olarak ve hatta samizdatla el altından bilinmeye devam etti. …” VİKİPEDİ
10-VEDAT GÜNYOL
US VE DÜŞÜNCE GÖZÜYLE BAKMIŞTIR YAŞAMA.
BİR EĞİTİMCİ OLARAK ÖĞRENCİLERİNE SEVGİ, BİLİM VE BİGİYLE EĞİLMİŞ, AYDINLATMIŞTIR ONLARI.. ONLAR DA HAYATA ATILDIKTAN SONRA BİLE SEVGİ BAĞLARINI KOPARMAMIŞLAR, İLGİLERİNİ ÖĞRETMENLERİNDEN KESMEMİŞLERDİR.
AVRUPA DÜŞÜNÜRLERİ, FRANSIZ AYDINLANMACILARI EDEBİYATINI BESLEMİŞLERDİR SÜREKLİ.
HASANOĞLAN YÜKSEK KÖY ENSTİTÜSÜ ÖĞRENCİLERİNİ VERDİĞİ DERSLERLE IŞIKLANDIRMIŞTIR.
HALKÇI, EMEKÇİ, ÇAĞDAŞ BİR UYGARLIĞI, ÖZGÜR DÜŞÜNCEYİ, ATATÜRK İLKELERİNİ ÖZÜMSEMİŞ, ANADOLU’YU VE NAZIM HİKMET’İ KUCAKLAMIŞ GERÇEK BİR AYDIN VE DENEME USTASIDIR.
ONUNLA İKİ ÜÇ KEZ YAN YANA OTURMAK VE KONUŞMAK DA NASİP OLDU BANA.
IŞIKLAR İÇİNDE YATSIN.
M.GÜNER DEMİRAY
***
“….
-Aklın üstünlüğüne dayalı Batı’da bilimin öne geçtiğini görüyoruz. Reform, Rönesans Hareketleriyle bütün dünyaya yayılan bütün insanlığın ortak kaderini etkileyen bir akım var; Hümanizma. Hümanizma’dan, Batı aydınlanmasından, bize bahsedebilir misiniz?
Hümanizma bence Erasmus’la başlıyor. Rotherdamlı Erasmus’la. O “Deliliğe Övgü” kitabının yazarı. O kitabıyla alaya alıyor, gericileri, hurafecileri. Orada insan değerini ön plana koyuyor, insan sevgisini ön plana koyuyor. Ben zaten onun eserleriyle bu işe girdim. Thomas Moore’un Ütopyası var. Sayısız düşünür ve yazarın eserleri var. Tüm bunlar aklın ışığında dünyaya bir mutluluk getirmek isteyen insanların çabaları.
Hümanizma Batı’da düşün adamlarının çabalarıyla gelişiyor yani?
Elbette düşün adamları Hümanizma’yı yaratan ve geliştiren kişilerdir. Batı aydınlanması XVIII. Y.Y.’da Rousseau, Voltaire, Diderot gibi düşünürlerin çabalarıyla başlıyor. Onlar bütün hurafeleri bir tarafa atarak aklın egemenliğini ortaya koydular. Daha sonraki yüzyıllarda yaşayan düşünürler de öncekileri izlediler.
Ben Paris’te Jean-Paul Sartre’ın konferanslarını izledim. Bir keresinde Gaulle’cüler konferans salonunu basıp, Sartre’a yumurta, taş atmışlardır. Fakat o hiç boynunu bükmeden konuşmasını sürdürmüştü. Batı düşüncesine, aklın batıla, zorbalığa egemenliği hep sürmüştür. Batı gelişmesinin temeli bilimin aklın yaşama egemenliği ve bunun için yoğun çaba harcayan insanların bilim adamlarının varlığıdır.
Ben Atatürk’ü iyi inceledim. Baktım ki bulunmaz bir adam. Dünyada eşine az rastlanır bir adam. Neler getiriyor Türkiye’ye? Türkiye’yi insanlarla doldurmak istiyor. Kafası işleyen insanlarla doldurmak istiyor. Hele laiklik çabaları müthiş bir şey.
Turan Dursun, içinden yetişmiş hepsinin ne olduğunu biliyor ve nasıl ortaya koydu hepsini teker teker. Atatürk de hepsini çok iyi biliyordu. O da ortaya koydu. Atatürk bunların içlerini, dışlarını, ruhlarını biliyor ona göre hareket ediyor.
Bir çok kişinin söylediği gibi onun yaptığı Avrupa taklitçiliği değil. O iyi yetişmiş insan kazandırmak istiyor Türkiye’ye. Bir alaturka müziği hayranıyken, konservatuvara çok sesli müziği getirip koyuyor Türk Dil ve Tarih Kurumlarını kuruyor.
Osmanlı’da devlet ve toplum şeyhlerin, şıhların, şeyhülislamların elinde. Atatürk Batı’daki gibi insanlarımızı hurafelerden kurtarıp bilimin içine çekmek istiyor. “Hayatta en hakiki mürşit, yol gösterici ilimdir, bilimdir” diyor. Üniversiteleri kuruyor, Atatürk.
Atatürk’ün yaptıkları namuslu birer kafa ürünü. Memleketini bilen, burayı harap eden birtakım geri kafalı namussuz insanlara karşı cephe alıyor. Türkiye’yi düzeltip, adam etmek istiyor, insan yetiştirmek istiyor. Onun yaptığı tümüyle Türkiye’ye özgü, bu topraklara özgü şeylerdir. Bu ne yazık ki bir türlü hazmedilemiyor hâlâ. …”
*Söyleşi; Ayhan Aydın, DAMAR DERGİSİ, SAYI 62, MAYIS 1996, SAYFA 4-8.
11-SHAKESPEARE
Bu alacakaranlık ortamda Shakespeare her zaman bana yapıtlarıyla koşar. Alır bir yapıtını sayfalarına dalarım. O güzel diyaloglarında sorular ve yaratımlarıyla beni büyüler bu ölümsüz yazar. Beni yeni yorumlar üretmeye teşvik eder, insanı türlü yönleriyle önümde sergiler.
Bu günlerde iki yapıtını yeniden- Hamlet ve Julius Caesar- okudum. Yaşamı ve insanı daha bir öğrenip tanımaya çalıştım.
M.GÜNER DEMİRAY
***
“ Eserleri her çağda yeni yorumlara olanak veren Shakespeare dört yüz yıl boyunca gündemde kalabilmiş bir yazar. Ona duyulan bu ilgiyi sürekli kılan nedir acaba? Bu sorunun cevabı yarattığı karakterler, tartıştığı temalar ve dil kullanımındaki ustalığı kadar insanı ve olayları ele alış biçiminde yatar. Hemen bütün oyunlarında yaşamı olanca karmaşıklığı, muğlaklık ve gizemiyle sergilemiş, sorunları ortaya koyarken siyah beyaz yargılardan bilinçli olarak kaçınmıştır. İnsan deneyimini basite indirgeyen kesin çözümler yerine bizlere soru sorma ve kendi çözümlerimizi üretme olanağını sunan Shakespeare böylece eskimeden, demode olmadan günümüze gelmeyi başarmış ender yazarlardan biri. Shakespeare’in sürekli yeni yorumları davet etmesi, çağdaşımız olmasa da güncelliğini koruduğunun en güçlü kanıtıdır kuşkusuz.”
CEVZA SEVGEN
ANNABELL LEE
Senelerce senelerce evveldi
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı, bileceksiniz
İsmi Annabell Lee.
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekten başka beni.
.
O çocuk, ben çocuk, memleketimiz
O deniz ülkesiydi,
Sevdalı değil karasevdalıydık
Ben ve Annabell Lee,
Göklerde uçan melekler bile
Kıskanırdı bizi.
.
Bir gün işte bu yüzden göze geldi
O deniz ülkesinde,
Üşüdü rüzgârından bir bulutun
Güzelim Annabell Lee,
Götürdüler el üstünde
Koyup gittiler beni,
Mezarı ordadır şimdi
O deniz ülkesinde.
.
Biz daha bahtiyardık meleklerden
Onlar kıskandı bizi,-
Evet,- Bu yüzden (şahidimdir herkes
Ve o deniz ülkesi)
Bir gece bulutun rüzgârından
Üşüdü gitti Annabell Lee.
.
Sevdadan yana, kim olursa olsun,
Yaşça başça ileri,
Geçemezdi ki bizi,
Ne yedi kat gökteki melekler
Ne deniz dibi cinleri
Hiçbiri ayıramaz beni senden
Güzelim Annabell Lee.
.
Ay gelip ışır, hayalin erişir
Güzelim Annabell Lee,
Bu yıldızlar gözlerin gibi parlar
Güzelim Annabell Lee,
Orda gecelerim, uzanır beklerim
Sevgilim, sevgilim hayatım, gelinim
O azgın sahildeki
Yattığın yerde seni.
EDGAR ALLAN POE (1809-1849)
Türkçesi: MELİH CEVDET ANDAY
(-En başarılı şiir çevirilerinden biridir bu şiir. Türkçe’de yeniden
yazılmıştır adeta. Bir de aşk buhranı içinde geçen bir yaşantının bu
şiiri doğurduğuna inanıyorum. Dünya şiir tarihinin kilometre taşlarından biridir Annabell Lee.-
***
-Ebedi aşkı duyarsınız bu şiirde hüzün çiçekleri açmış yönüyle. Sevdanın gözyaşı dökülür yüreğinize, bir Mecnun acısı hissedersiniz. Annabell Lee’in gözleridir yıldızlar, sahil ve sonsuz deniz onu kucaklamıştır. Orda bekler aşık, aşkının başında ebediyete doğru eğilmiş. “Sevgilim sevgilim, hayatım, gelinim” diyerek sonsuzluğun kucağında.)
M.GÜNER DEMİRAY
Yorum Kapalı.