MaviKöşe (On beş):
Yücel Çağlar
Acıyı Bal Eylemişiz Ama…
Sevgili Öğretmenimiz Mahmut Makal’ın anısına saygılarımla.
Ayırdında değiliz sanki: Oysa…
Seller…
Seller…
Seller yine canlar yakıyor !
Açıklamalar…
Açıklamalar…
Açıklamalar yine hiçbir umut vermiyor !
Sorumsuzlar…
Sorumsuzlar…
Sorumsuzlar yine ortalarda yok!
Duyarsızlık…
Duyarsızlık…
Duyarsızlık yine kol geziyor !
Utanmazlık…
Utanmazlık…
Utanmazlık yine madalyalaştırılmış !
Şiirler…
Şiirler…
Şiirler yine yalnızlığına gömülmüş !
Türküler…
Türküler…
Türküler yine susmuş !
Toplum…
Toplum…
Toplum yine ölü toprağını yorgan edinmiş !
Anadolu…
Anadolu…
Anadolu yine suskunlaşmış !
Böyle olunca da, Anadolu’yu “ana-dolu” yurt yapan değer varsıllıklarımızın çoğunu yitirmişiz, en başta da ağıt kültürümüzü.
***
Artık ağıt da yakılmıyor…
Adnan Binyazar’ın “Ağıt Toplumu” başlıklı denemesini anımsarsınız; bu sözler o denemeden[1]:
“Ağıt insanımızın yaşam gereğidir, duyarlılığı, değer verme erdemidir; direncinin ezgiye dönüşen bilincidir.”
“Ağıt, sığınmadır; içeride büyür, çoğalır. Yakıla yakıla, ağıtlar bir gün toplumsal dirence dönüşür.”
Bu özlü sözlerin bana duyumsattığı, ağıtların bireysel kökenli olmakla birlikte giderek toplumsallaşan bir söylem olduğudur. Her sözüyle özellikle ölüme karşı özünde kadınsal olan direnç, başkaldırış, yakarış, yazıklanış biçemiyle ağıtlar; Yaşar Kemal’in söylediği gibi[2]; .
“Ağıt da ölüme karşı insanlığın yaratıp sığındıklarından biridir. Ağıt da ölüm acısını yeynilten bir öğedir. Ölüme karşı etkili bir direniştir.”
Anadolu’da böyledir de başka ülkelerde farklı mıdır; değildir kuşkusuz. Örneğin Portekiz’de umutla bekledikleri ya da yitirdikleri balıkçılar için eşlerinin sevgililerin söyledikleri “fado” da bir tür ağıttır. Bilenler, çeşitli kültürlerden kimbilir daha nice ağıt örnekleri verebilir. Ancak, içinde bulunduğumuz şu günlerde dünyada, yanı sıra ülkemizde acılı onca olay yaşanıyorken, ağıt sayılabilecek söylevlere örnek verebilmek o denli kolay olmasa gerek. İzninizle çok yakın geçmişteki birkaç örneği anımsatayım: Sözgelimi; 1999 yılında yaklaşık ellibin yurttaşımızı yitirdiğimiz Marmara Depremi, 2014 yılında Soma’da 301 yurttaşımızın topluca öldürüldüğü madencilik yıkımı ile 2015 yılında 100 cana kıyılan Ankara Garı toplu öldürümü; yine 2015 yılında Artvin’deki sellerde yitirilen canları, en son olarak da Çorlu ilçesi yakınlarındaki tren “kazası”… Bırakın bunları bir yana, birkaç gün önce Ordu’da yine yaşanan seller sonrasını bir anımsayın; şimdilerde tümüyle gündemden çıkmadı mı? Söyler misiniz; bunların kaçı ezgilere, daha doğru bir söyleyişle, ağıtlara konu olmuştur? Bırakın ağıtlar yakılmasını, Ordu’daki sellerden sonra da, başta Cumhurbaşkanı Yardımcısı ile Çevre ve Şehircilik Bakanı olmak üzere ilgililerin/yetkililerin, deyim yerindeyse, “ipe un sermekten” öteye geçmeyen açıklamaları da bu gerçeği bir kez daha ortaya koymuyor mu sizce? Bunları yadırgamıyorum; yadırgadığım, başta yöre halkı olmak üzere yurttaşlarımız, ağıt yakmasalar da bu yıkımlarla ne denli, yanı sıra, nasıl ilgilendi; sözgelimi, Ordulular özelinde ortak bir acı olarak algılandı mı?
Öte yandan; aklıma gelmişken sorayım: Böylesi acılardan sonra dillerden düşmeyecek denli toplumsallaşabilmiş kaç şiir yazılmıştır? Dikkatsizliğime verin; ben yalnızca birkaç şiir anımsamıyorum. Oysa Aşık Veysel Şatıoğlu’nun, örneğin “Emeklerim Zay’,eyledi Sel Benim” başlıklı şiirini hiç mi hiç unutamıyorum:
<<Sekizinci ayın yirmi ikisi
Emeklerim zay’eyledi sel benim
Sele gitti hasılatın hepisi
Emeklerim zay’eyledi sel benim
Tırtıl geldi tevekleri taladı
Sel geldi de elek elek eledi
Hasılatı çamurlara beledi
Emeklerim zay’eyledi sel benim
Bu sel bizi ne pek kötü belledi
Dümdüz etti patatesi milledi
Ne çapasın vurdu ne de belledi
Emeklerim zay’eyledi sel benim
Yağmur yağmış sel bulanık geliyor
Büyük tüccar her kalemden alıyor
Parası yok birer marka veriyor
Emeklerim zay’eyledi sel benim
Deli gönül terket diyor bostanı
Dört mısır alınca ne oldun yani
Sel için söyledim ben bu destanı
Emeklerim zay’eyledi sel benim
Üç beş kağnı sap getirdik harmana
Sarardı sapları çürüdü dene
Beni böyle hali koymaz her sene
Emeklerim zay’eyledi sel benim
Hava bozuk tehlikeli bu sıra
Az kaldı ki köyü yerinden süre
Tamah etti üç beş tane mısıra
Emeklerim zay’eyledi sel benim
Nice ırmak gördüm akar her yerde
Selden ırmak yoktur hiçbir diyarda
Ev yıkanın evi olmaz bir yerde
Emeklerim zay’eyledi sel benim
Sen bilirsin ülke senin el senin
Veysel derler bu söyleyen kul senin
Emir senin yağmur senin yel senin
Emeklerim zay’eyledi sel benim>>
Şu sıralar yine sellerin yol açtığı ekolojik*, toplumsal, ekonomik yıkımlar gündemdeyken bu bağlamda bir tek Aşık Veysel’in dizelerini mi anımsıyorum; değil kuşkusuz. Örneğin, Adana** (başka bir kaynağa göre de Sivas***) yöresinden olduğu savlanan, kaynak kişisi de Aziz Şenses olduğu belirtilen ünlü;
<<Koyun gelir yata yataÇamurlara bata bataGelin Ayşem sele gitmişIlgınlardan (ya da “yosunları”) tuta tuta
…
Koyun gelir kuzuyunan
Ayağının tozuyunan
Gelin Ayşe’m sele gitmiş
Yanı çifte kuzuyunan (ya “yanı körpe kuzuyunan”>>
türküsünü şimdiki kuşaklardan bile anımsayacaklar çıkacaktır sanırım.
Peki, şimdilerde böylesi acılar nasıl oluyor da gündemimizden bu denli çabuk çıkabiliyor? Bence çok açık: Ortaklaşmacılığın, dolayısıyla dayanışmacılığın nesnel temelleri giderek çöküyor çünkü ! Baksanıza, dinci toplumsal yapılanmayı hedeflediğini açıkça dillendirebilen, bu doğrultuda elinden geleni ardına koymayan bir siyasal iktidar Müslümanlığın gereği olan “fitre” geleneğini bile nasıl da siyasal amaçlarla kullandığı “devlet yardımlarına” dönüştürebildi… Dahası, İslamın beş koşulundan birisi olan “zekât” vermeyi bile kurumsallaştırabilecekken o “vergi bağrışı” vb eşitsizliği daha pekiştirebilecek uygulamaları yeğliyor. Yanlış anlaşılmasın: Olması gerekenden değil olanaklı olabilecekten söz ediyorum. İlginçtir, böylesi bir uygulamayı bile gündeme getiren bir İslamcı yok; neden acaba? Bence biz “biz” olmaktan çıkıp çoğunlukla “ben” olduk; dolayısıyla, daha önce belirttiğim gibi, acılarımız, yanı sıra, sevinçlerimiz ortak olmaktan çıktı çünkü. Üstelik de çatışma, daha da önemlisi, ortak acı ve sevinç konularımız o denli çeşitlenmiş, yaygınlaşmışken…
Gerçekte bu durum, özellikle sınıflı toplumsal yapılarda istense de istenmese de, bir bakıma kaçınılmaz süreç: Biliyorsunuz, ağıtlar vb ortak acıklanmalar, yüz yüze ilişkilerin göreceli olarak daha yoğun olduğu kırsal toplumlarda yaygınlaşabilen kültürel varsıllıklardı. Kentleşmeye, “modernleşmeye”; kısacası kapitalist üretim ilişkilerinin egemenleşip yaygınlaşmasına koşut olarak gündemden çıktı. Çok değil, otuz kırk yıl önce ortaya çıkarılıp yaygınlaştırılan arabesk müzik de bir bakıma bu sürecin bir ürünüydü kanımca. Ancak, arabesk, bireysel yakınmacılığın, ağlaşmacılığın ezgisel araçlarından birisi olmaktan öteye geçemedi. Bireyselleşmenin bencilleşmeye dönüşmesine koşut olarak arabesk müzik de giderek anlamsızlaştı; yerini yaygın olarak “Türkçe sözlü pop müzik” vb biçimlerde anılan, çoğunlukla oynak havalı, bireysel sevi öykülü “şarkılara” bıraktı.
İşte buna yanıyorum…
Tamam; ağıt yakma geleneği de yaşamımızdan çıkıyor. Peki ama sanatsal verimlerdeki duyarlılıklara neler oluyor sizce? Durun, hemen yanıtlamayın; sanatsal verimlerde esin kaynaklarının neler olduğuna bakın yalnızca: Konu, gönderme insansa hangi insan –“birey” mi deseydim acaba?-; “doğal” süreç, ortamlar ile varlıklarsa hangi “doğal” süreçler, ortamlar ile varlıklar; toplumsal değişmeler ile gelişmelerse hangi toplumsal değişmeler ile gelişmeler? Bence daha önemlisi esinlenilenlere nasıl yaklaşıldığıdır; bu hiç mi önemli değil sizce? 1984 yılında yitirdiğimiz Hasan Hüseyin Korkmazgil’in “Acıyı bal eyledik” başlıklı ünlü şiirini anımsıyorsunuz sanırım. Yaşadığımız şu günlerde giderek yaygınlaşan çoğunluğu ortak temelli bireysel, yanı sıra, ortak acılarımız kaç şiirde bu denli anlamlı yakıcı biçimde dillendirilmiştir? Aktarmadan geçemeyeceğim, bağışlayın ne olur:
<<bak şu bebelerin güzelliğine
kaşı destan
gözü destan
elleri kan içinde
gör beni
damda birlikte yatmışız
öküzü hoşça tutmuşuz
koyun değil şu dağlarda
san kendimizi gütmüşüz
hor baktık mı karıncaya
kırdık mı kanadını serçenin
vurduk mu karacanın yavrulusunu
ya nasıl kıyarız insana
sen olmasan öldürmek ne
çürümek ne zindanlarda
özlem ne ayrılık ne
yokluk ne yoksulluk ne
ilenmek ne dilenmek ne
işsiz güçsüz dolanmak ne
gün gün ile barışmalı
kardeş kardeş duruşmalı
koklaşmalı söyleşmeli
korka korka yaşamak ne
kahrolasın demiyorum
kahrolma da
gör beni
kanadık toprak olduk
çekildik bayrak olduk
döküldük yaprak olduk
geldik bugüne
ekmeği bol eyledik
acıyı bal eyledik
sıratı yol eyledik
geldik bugüne
ekilir ekin geliriz
ezilir un geliriz
bir gider bin geliriz
beni vurmak kurtuluş mu
kör olasın demiyorum
kör olma da
gör beni >>
dizeleri gibi söyleyen kaç ozanımızı sayabilirsiniz? Peki; 2000’li yıllarda 15 grevin ertelenmesini, Cumhurbaşkanı’nın işverenlere övünçle ve de açık açık; “Grev tehdidi olan yere, OHAL’den istifade izin vermiyoruz” açıklamasını yapabilmesi vb gelişmeler karşısında Korkmazgil’in “Kavel” başlıklı şiirini anımsatacak dizeler söylendiğine hiç tanık oldunuz mu?
<< İşime karım dedim, karıma Kavel diyeceğim.
Ve soluğum tükenmedikçe bu doyumsuz dünyada,
Güneşe karışmadıkça etim
Kavel Grevcilerinin türküsünü söyleyeceğim.
Ve izin verirlerse Kavel Grevcileri,
İzin verirlerse İstinyeli emekçi kardeşlerim,
İzin verirlerse Kavel Grevcileri,
Ve ben kendimi tutabilirsem eğer sesimi tutabilirsem
O çoban ateşinin yandığı yerde Kavel’de,
O erkekçe direnilen yerde, Kavel’de
Karın altında nişanlanıp dostlarımın arasında
Öpeceğim nişanlımı Kavel kapısında
Ve izin verirlerse İstinyeli emekçi kardeşlerim
İzin verirlerse Kavel Grevcileri
İlk çocuğumun adını Kavel koyacağım>>
Ben olmadım. İşte buna yanıyorum.
***
Bu vargılarım, gözlemlerim bir parçacık olsun doğruysa eğer, “biz”, deyim yerindeyse fena halde” tükeniyoruz; duyumsamıyor musunuz?
* Ekolojik demişken… Çok ilginç: Sellerin yol açtığı, daha sonraları da yol açabileceği ekolojik sorunlara hiç ama hiç mi hiç değinilmiyor; varsa yoksa sayılar sayılar sayılar; parasal maliyetler… Üstelik de “Çevrecilik”, “doğa korumacılık” bu denli yaygınlaşmışken; bu size de garip gelmiyor mu?
** https://www.turkudostlari.net/soz.asp?turku
*** https://www.sevilensarkisozleri.com/sivas-yoresi-turkuleri-koyun-gelir-yata-yata-sarki-sozleri
[1] Adnan Binyazar; “Sunu: Ağıt Toplumu” “, Ağıt Toplumu, Can Yayınları, 2015, İstanbul, (https://books.google.com.tr/books; Erişim 10 Ağustos 2018)
[2] Yaşar Kemal, “Ağıtlar Üstüne”, Ağıtlar, Yapı Kredi Yayınları, 1993, İstanbul, (http://dergideneme.blogspot.com/2015/06/yasar-kemal-agtlar-kitabn-online-oku.html; Erişim 10 Ağustos 2018)
Yorum Kapalı.