Öykü
ARICI YAKUP
Fatigül Balcı
Gassal Şakir, caminin bitişiğindeki gasilhaneden bir hışımla çıktı, elindeki uzun saplı ölü tasını yere çaldı. Başından takkesini çıkardı, yüzünü gözünü sildi, fırlatıp attı. Burnundan soluyordu. Yanındaki yardımcısının da korkmuş gibi bir hali vardı. Cenaze için birikmiş kalabalık merakla etraflarını sardı; ne oldu ya, ölü mü dirilmişti yoksa?
“Ne dirilmesi yav, ne dirilmesi, bizim Arıcı Yakup kadınmış, kadın!” dedi, Şakir. Kalabalıktan bir uğultu yükseldi:
“Abooovvv…”
“Yav essah mı?”
“Ya ne? Aha İbo’ya sorun.”
Gözler yardımcı İbo’ya çevrildi. O, ağzını bile açmadan çıkıp gitti kalabalığın içinden. Dili tutulmuştur diye düşünüp gülenler oldu. Şakir’i soru yağmuruna tuttular. Hepsi bir şey soruyor ya da bir fikir atıyordu ortaya. Az önce üzgün, sessiz duran kalabalık, merakla, hararetle tartışıyordu:
“Tövbe estağfurullah! Adam ölürken kadın mı olmuş yani?”
“Ölürken kadın olunur mu ki ya, hiç duymadıydım…”
“Olur mu olur vallaha!”
“Tövbe yarabbi, ne donda geldiysek o donda götür bizi.”
“Amiiin.”
“Allah cezalandırmış olmasın, bunu?”
“He, ananı da doğarken cezalandırmış. Ulan susun, milletin zekâ ortalamasını düşürüyorsunuz be!”
“Ya bi durun hele, iyice baktın mı, Şakir?”
“Daha soruyor, ben soydum, arkadaş! Demek erkekliğe meyli vardı, öyle gösterdi kendini, ne bileyim.”
“Bunca sene?”
“Erkeğe nasıl benzetti kendini?”
“Boylu posluydu. Sakalı bıyığı vardı, her daim traşlı gezerdi, görmez miydin?”
“Fazla da yoktu kılı, köseden halliceydi, bıyık da bırakmazdı.”
“Vay be, Yakup Dayı!”
“Gerçek adı neydi ki acaba?”
“Ede ede adını mı merak ettin, adam kadın çıkıyor, kadın!”
“E çıksın ne yapalım. Çıkabilir, Allah’ın takdiri.”
“Nasıl çıkabilir yav? Dünyanın sonu geldi, şerefsizim, dünyanın sonu!”
“Allah allah, kadına benzemiyordu ki hiç, alakası yoktu. Haza erkekti.”
“Olmaz öyle şey, mümkünatı yok, senelerdir arkadaşlık ederiz, hamama gitmişliğimiz bile var, kadın madın değildi, Yakup. Bileğimi keserim…”
“Hadi oradan be” diyerek atıldı Gassal, “memelerini nere koydu da gitti seninle hamama? Bal gibi de kadın işte. De hadi kes bileğini!”
“Gidip bakalım, gözümle göreyim keseceğim.”
“Tövbe tövbe! Arsızlığım lüzumu yok arkadaş, sinirimi senden çıkarırım şimdi!”
“Durun ya, gidip baksın bakalım kesecek mi?”
“Ayıp yahu, susun, eğlenceye çevirdiniz! Ortada dini bir mesele var, hem de köyümüzün meselesi, erkek mevtamız kadın çıkıyor. Bi susun da çaresini bulalım” diyor muhtar.
“Ne çaresi ya? Kadınsa, kadın gibi defnedilir, bunun neresi mesele” diyor bir başkası.
“Yahu sen de bi sus, ben dini yönden düşünüyorum?”
“Dini yönden?”
“He, zoruna mı gitti?”
Tartışma sürerken imam geldi birkaç kişiyle birlikte. Ellerini göbeğinin üstünde birleştirmiş olarak çalımlı çalımlı gelen imamın şaşkın değil de, derin düşünceli bir hali vardı. Herkes sustu, gözünü ona dikti, ne diyecekti acaba? Neye delaletti acaba bu hilkat mucizesi, bu alameti uzviye, kıyamet mi zuhur edecekti yoksa…
“Selamünaleyküm, cemaati Müslim’in. Hafazanallah, duydum ki, er kişi bildiğimiz mevta, Yakup Efendi, maalesef hatun kişi çıkmış. Bunca yıl aldatmış bizi, sebebi mucibi neydi bilemem, Allah taksiratını affetsin. Aramızda yaşadı, kardeş dedik, gariban dedik bağrımıza bastık, o ne yaptı.”
“Ne yaptı ki?”
“Daha ne yapacak… Neyse, iyi bir insandı yine de, mekânı cennet olsun, camiye, köy sandığına yardımını eksik etmezdi. O, bir kamyon arı kovanıyla gelip, köyün merasına konduğu, köye yerleştiği yıl, ben yeni imamlığa başlamıştım, nerdeyse kırk yol oldu… Bir gün ona, neden camiye gelmediğini sordum ‘Benim inancım caminin eşiğine kadar, ötesi yok’ dediydi de şaşıp kaldıydım. Müslüman olup olmadığını sordum ‘elhamdülillah’ dedi ikrarla, iftiharla elini göğsüne koyup. Sen bilirsin, dinimizde zorlama yok, öteki dünyada hesabını verecek olan sensin, ‘hay vah ben ne ettim, hay vah ben ne halt ettim’ diyecek olan, kıyamet gününe kadar cayır cayır yanacak olan sensin! Sırat Köprüsünün orta yerinde kalacak olan da sensin, dedim. Allah’tan camiye gelip de aramızda namaz kılmadı, ya gelseydi ne olacaktı?”
“Ne olurdu ki, İmam Efendi?”
“Ölünün körü olurdu! Çağırın Hacer’i, mevtayı yıkasın defnedelim.”
“Hükümete haber etmeyelim mi?”
“Hükümet ne yapacak, erkek mi yapacak yeni baştan? Burada hükümet benim ve dahi muhtardır, gidip kayıttan düşürecek, hepsi bu. Biriniz evinden kimliğini bulup da getirin ki musalla taşında adını zikredelim. Hadi be yahu, dedikoduyu daha sonra yaparsınız.”
“Yakınlarını bulsak da bir haber etsek olmaz mıydı, İmam Efendi?”
“Yakınını arayacaktınız da teneşire konmasını niye beklediniz, laf olsun öyle değil mi. Adamın kimi kimsesi olmadığını siz de biliyorsunuz, maksat mevzuyu uzatmak, kurcalamak, deşmek… Ta İstanbulluydu adam, ama yabancı olduğunu unuttuk, kendimizden bildik, köylümüz bildik. Nereli olursa olsun insaniyetliydi, hatır gönül bilirdi, adabımuaşeret bilirdi. Her sene komşu hakkı diye, bal götürmediği hane var mıydı köyde? Bana da getirirdi, Allah razı olsun, ona cennetindeki bal ırmağının kıyısında mekân, mevki tayin eylesin. Bunca yıl komşularından esirgemediği her tabak, her lokma, her damla bal için sevabını misli misli katlasın rabbim.”
“Amiiin.”
“Bir vakitler evermeye de kalktım ben bunu; bir Müslümanın bekâr yaşaması iyi sayılmaz Allah katında, dedim. Evlenmeye yeminli olduğunu söyledi, ısrar etmedim. Zaten pek fazla göremezdiniz, muhabbeti yoktu kimseyle. Akşama kadar arılarının başındaydı.”
“Bir kadın neden erkek olur ki, birader?”
“Bir cinayet ya da büyük bir kabahat işleyip kaçmıştır. Böylece gizlemiştir kendini, olamaz mı? Akıllı biriydi zaten.”
“Ne akıllısı yav, sen akıllılık mı diyorsun buna? Yere bakandı, yere bakan.”
“Yav bi susun, ölünün ardından konuşulmaz.”
“Aha bu yaşıma geldim de, böyle bir olaya tanık olmadım, kırk yılın Yakup Agası, kadın çıkıyor iyi mi?”
“Yahu muhteremler susun artık. Gidin de getirin bakalım şunun kimliğini” dedi imam.
İçlerinden biri koşup gitti.
Köyün kadınları evde helva kavuruyor, ortalığı toplayıp hazırlıyorlardı. Çünkü son kez evinde Kuran okutulacak, millet toplanıp duasını edecek, helallik verecekti. Aynı zamanda köy sandığından cenaze yemeği de yapılıyordu. Mezarı kazılıyordu. Her cenazede olduğu gibi bütün köy bir olmuştu. Dışarıdan gelen ırgatlar ve mal, davar çobanlarının dışında ne kimse tarlasına ne de harmanına, bağına bahçesine gitmişti.
Bu arada on beş, yirmi kadın da caminin yan tarafında toplanmış, aralarında meraklı meraklı konuşuyor, Yakup’la olan anılarını anlatıyorlardı:
“Evi bizim bahçeliğin yanındaydı ya, komşum olurdu. Kardaşımdan ileriydi. Nasıl iyi bir adamdı, hatırşinas, merhametli, eli açık, namuslu.”
“Okuyan çocuklara yardım ederdi, benim kızı da o okuttu. Bu sene hemşire çıkacak, Yakup Dayısına bakacaktı hasta sayrı olunca, ooy oy!”
“He vallaha, çok iyi kalpli, faydalı bir adamdı. Kabirler incitmesin.”
“Kız ‘adam’ demesenize, kadınmış görmediniz mi?”
“Nerde görelim ayol, sen gördün mü ki.”
“İnsan, kendi kendine böyle iyi, saygılı, terbiyeli, beyefendi bir erkek olur mu, diyor da, vardır bir hikmeti demiyor. Kimseye benziyor muydu rahmetli?”
“Benzemezdi. Köyün bütün erkeklerini değerdi, çok kibardı, ne güzel konuşurdu insanla, çok hatırlıydı. Ah,Yakup Abi.”
“Daha, Yakup Abi, diyor.”
“Ne diyem, Yakup Bacı mı?
“Kim bilir ne bacıydı fukara!”
“Şimdi ne olacak?”
“Ne olsun, anam, gömülecek senin, benim gibi?”
“Kız tövbe de, gömüldük mü biz?”
“Bir gün pencereden, dikiş diktiğini gördüm de, ne yapsın karısı yok, kızı yok dediydim. Kimin aklına gelirdi?”
“El örmesi kazaklar giyerdi, şehirden alıyor sanırdım. Örneğini isteyecek olur utanırdım.”
“Nasıl temizdi üstü başı. Kar gibi mintanlar giyerdi süveterlerin içine, he mi?”
“Evi de kalaylı kap gibiymiş.”
Gassal Hacer abdestini almış, kollarını sıvayarak geldi. Yanına iki kadın aldı içeri girdi, diğer kadınlar da doluştu peşlerinden. Erkekler bir tarafa çekilmiş, cenazenin yıkanmasını bekliyor, aralarında tartışıp duruyorlardı. Birçoğu da kadınlar gibi içeri girip de gözleriyle görmek için can atıyordu merakından, ne yazık ki bu mümkün değildi. Akşama karılarına soracakları kesindi. Gassal Şakir’e tekrar tekrar soruyorlardı:
“Yav ne yaptın görünce birden?”
“Ne yapacağım, Euzübesmele çektim, iyice baktım, kadın oğlu kadın… Memeleri desen öylece duruyor. Bir yaşına baktım, bir memelerine de şaştım kaldım vallaha! Vücudu da gevşememişti daha, balık gibiydi.”
“Ne memesi ya, biz niye görmedik, anlamadık hiç?”
“Elma gibiydi diyorum size, elma gibi; nasıl görecek, anlayacaktınız? Sargı vardı üstünde.”
Eve yolladıkları adam elindeki kimliği havada sallayarak getirip imama verdi. İmam boğazını temizledikten sonra yüksek sesle okudu:
“Adı, Nur. Soyadı, Türkmen. Baba adı Ahmet, Ana adı Nevra. Doğum yeri İstanbul. Doğum tarihi benimle aynı yıl, Allah yaşımı benzetmesin, kaderimi benzetmesin, amin…”
“Amiiinn.”
05.10.2020, Ankara
Yorum Kapalı.