Deniz Kızı Eftalya Hanım, 1891-1939 arasında yaşamış bir şarkıcı, bir kanto sanatçısıdır. 1934’te,Sahibinin Sesi adlı müzik şirketinin (İstiklal Marşı’nın bestesini değiştiren şirket!) 7 no’lu katalogunda şöyle tanıtılır Deniz Kızı Eftalya Hanım:
‘Deniz Kızı Bayan Eftalya Sadi’yi musiki aleminde tanımayan hemen hiç kimse yok gibidir, muhteşem ve kudretli sesiyle senelerden beri musiki erbabını peşinden sürükleyen ve hala bugün bile sanat sahasında aynı zevk ve lezzetle dinlenen Deniz Kızı daima okuyor ve alkışlanıyor, o bu sifatı çocukken kazanmıştır. Pederi çok musiki meraklısı idi. Mehtaplı gecelerde boğazın bin bir gece masallarını yaşatan sahillerinde saz âlemi yapılırdı. Bayan Eftalya o zaman şakrak ve gür sesiyle sakin suları dalgalandırır, kayalara çarpan nağmelerin akisleri dinleyenleri çıldırtırdı. Hayranları ona pek haklı olarak Deniz Kızı ünvanını verdiler. Birkaç sene evvel bayan Eftalya kıymetli sanatkarlarımızdan Bay Kemani Sadi’yle evlenerek bu suretle sanatını dahi evlendirmiş oldu. Kendilerinden daha çok büyük muvaffakiyetler bekleriz.’1
Deniz Kızı Eftalya Hanım, Atatürk’ün huzurunda da şarkılarını söylemiş, büyük beğeni toplamıştır.
Nâzım Hikmet ile Atatürk arasında yaşandığı söylenen olayda adının sıkça anılması da bu yüzdendir…
…
Aziz Nesin, 3 Haziran 1963’te kaleme alındığı düşünülen mektubunda Nâzım Hikmet’in oğlu Memet Nâzım’a seslenir ve mektubun bir yerinde aşağıdaki olayı anlatır:
‘Mustafa Kemal’in dilimizin özleşmesine çalıştığı günlerdi. Gazi Paşa, hangi değişik düşüncede olursa olsun, bütün sanatçıların, edebiyatçıların bu ilerici akıma katılmalarını, kendisini desteklemelerini istediği için onların gönüllerini fethetmek yolundaydı. Mustafa Kemal’in Dolmabahçe Sarayı’ndaki sofrasında bütün ünlü edebiyatçılar, yazarlar var…
Gece yarısından sonra Mustafa Kemal, dilimizin en güçlü şairini hatırlar,
– Nâzım Hikmet’i de çağırın! der.
Polisler seferber olur, gece yarısından sonra Erenköy’ündeki evinde yatmakta olan Nâzım’ı uyandırırlar:
– Gazi hazretleri sizi saraya davet ediyor…
Nâzım tevkif edilmişse elbette gidecek, ama çağrılıysa? Kapısında bekleyenlere,
– Lütfen Paşa’ya saygılarımı sununuz. Bu saatten sonra sofraya bir şarkıcı çağırması daha uygundur, ben şairim… diyor.
Tevkif için gelmiş olsalardı, bilirlerdi yapacaklarını. Nâzım’ın sözlerini Gazi’ye iletmek kimsenin haddine kalmamış. Mustafa Kemal birkaç kere daha soruyor, bekliyor, saatler geçiyor, sabaha karşı kendiliğinden durumu anlayıp, gülümseyerek,
– İçinizde bir şair var, diyor, o da buraya gelmiyor…’2
…
Yıllardır anlatılan ‘Deniz Kızı Eftalya Hikayesi’ budur işte.
Aziz Nesin’in anlattığı versiyonunda Nâzım, ‘Ben Deniz Kızı Eftalya değilim, bir şairim’ demez de, ‘Bu saatten sonra sofraya bir şarkıcı çağırması daha doğrudur, ben şairim’ der.
Nâzım Hikmet’le ilgili yayınlanmış en önemli biyografilerden birinde de (Saime Göksu, Edward Timms, Romantik Komünist) aynı hikâye yer alır. Bu versiyonunda da, Nâzım Hikmet, kapısına dayanan polislere, ‘Paşaya benden selam söyleyin, ben Deniz Kızı Eftalya değilim’ der. Zekeriya Sertel’e dayanılarak aktarılan bu anekdota göre Mustafa Kemal’in, Nâzım’ın cevabını duyduktan sonraki tepkisi biraz farklıdır, ‘Aferin çocuğa. İşte şair dediğin böyle olur’ demiştir.
‘Söylenene göre’, Nâzım da geriye bakıp bu olayı hatırladığında, (Abdülhak Hamid’in çay daveti üzerine) ‘Mustafa Kemal’in davetini kabul etmedim. Ama bir şairinkini geri çeviremem’3 diyecektir.
Hikâyenin kaba çatısı aynı kalmakla beraber, farklı versiyonlarda, söylenmiş cümleler, verilmiş tepkiler değişiyor. Deniz Kızı Eftalya hikâyesinin internette rastlanılan başka bir versiyonu ise şöyle:
‘Kadife gibi tatlı bir gecede Atatürk, Nâzım Hikmet’in o güzel sesiyle okuduğu şiirleri plaktan dinlerken çok duygulanmış ve Nâzım’ı istetmiş o vakit. Emniyet Müdürlüğü’nden iki polis gönderilmiş Nâzım’ın evine. Gecenin geç saati kapıyı çalmışlar, demişler ki böyle böyle paşa seni çağırıyor. Hikmet saatine bakmış ve “Paşanıza söyleyin, ama aynen söyleyin, ben Deniz kızı Eftalya değilim” demiş. Mustafa Kemal bu tavırdan dolayı önce çok gururlanmış ülkenin bir sanatçısı reisicumhura karşı gelebiliyor diye. Ama sonradan hüzünlenmiş yine kırk yılın başı bir istekte bulunduk geri çevirdi diye. Bu düşüncesinin ardından da yanındakilere; “Böylelerini önce asmak sonra da mezarında ağlamak gerekiyor” demiş.’4
Bu versiyonda da, görüldüğü gibi, hem hikâyenin başlangıcı hem de Atatürk’ün tepkisi farklı anlatılmış.
Peki buradan nereye varacağız?
Bunca birbirinden farklılık gösteren hikâyeyi neden anlatıyoruz?
Son örnekten başlayalım…
Öncekilerden farklı olarak eklenmiş ve Atatürk’e ait olduğu söylenen sözün (‘Böylelerini önce asmak, sonra da mezarında ağlamak gerekiyor’) sahibi Atatürk değil, Cemal Paşa’dır ve bu cümleyi bambaşka bir ortamda Nâzım’a söylemiştir. Nâzım Hikmet ve Ahmet Cevat Emre’nin Cemal Paşa’ya yaptıkları bir ziyaret sırasında yaşanan diyalogu şöyle anlatır Hikmet:
‘(…) Şiirlerimi okutup dinledikten sonra, Ruslarla dostluğu nedeniyle ‘komünist’ yanıma hiç dokunmadan, ‘Elimden gelse bir ağaç dalına seni astırır, altında oturup ağlardım!..’ demez mi? Benim, lafımı sakınmaz biri olduğumu nerden bilsin? ‘Memleketi batırdınız Paşam’, diye cevap verdim, ‘Benim elimden gelse, sizi bir ağaç dalına astırır, altında da oturup ağlamazdım!’… Sert görünüşünün altında yumuşak kalpli ve yurtsever bir adamdı Cemal Paşa. ‘Belki de haklısın evlat’ gibilerden birkaç sözle geçiştirdiğini anımsıyorum bu tatsız söyleşiyi.’5
Görüldüğü gibi, buradaki söz alınarak bir şekilde Atatürk’e mal edilmiş, sonra da ‘Deniz Kızı Eftelya’ hikâyesine eklenmiş!
Peki sorun sadece hikayenin bir versiyonunun son cümlesinin uydurulmuş olması mı?
Bu kadarla bitiyor mu iş?
…
1960 yılında, Milliyet Gazete’sinden Ömer Sami Coşar ve Vatan Gazetesi’nden Orhan Karaveli, Moskova’da düzenlenecek ‘Uluslararası Doğu Bilimciler Kongresi’ne katılacak heyeti takip etmek üzere soluğu Moskova’da alır. Ve kongreye katılan Nâzım Hikmet’le geceli gündüzlü on beş gün geçirme fırsatını elde ederler. Onlar sorar, Nâzım cevaplar…
Bir akşam Ömer Sami Coşar, Nâzım’a ‘Yahu üstad’ der, ‘Türkiye’de çok konuşulan ve sanırım herkesin inandığı bir ‘Eftalya olayı’ vardır…’
Bundan sonrasını Orhan Karaveli’nin kaleminden takip edelim:
‘Coşar’ın sözünü kesti Nâzım, gülerek:
– ‘Deniz Kızı Eftalya Hikâyesi’mi?
– Evet! Aslı astarı var mıdır o hikâyenin?
Birden ciddileşti Nâzım:
– Bakın cancağızlarım! Elbette aslı yoktur. İşin doğrusunu da Türkiye’de iken yakın dostlarıma kaç kez anlatmışımdır. Ama dünyanın her yerinde halklar efsane uydurmaya bayılırlar. Bir kez ‘tutunca da’ kimse kimseyi işin doğrusuna inandıramaz… Şimdi, Mustafa Kemal dünyanın en nazik ve efendi adamlarından biriydi. İnsanları gece yataklarından kaldırıp, keyfi öyle istedi diye ayağına çağırtmak onun yapacağı bir şey değildi… Atatürk Dolmabahçe Sarayı’ndaymış da ‘gidin şu deli oğlanı bulun, gelip şiir okusun bana demiş de… Evime doluşan görevlileri ‘ben Deniz Kızı Eftalya değilim’ diye geri çevirmişim! Neresini düzelteyim ben bu ‘hikâye’nin. Atatürk’ün, ancak kendini bilmez sarhoşlara yakışan böyle bir davranışın içine girmesi bir yana, adamı kimse sarhoş görmemiştir! Bana da hiçbir zaman böyle bir davet gelmemiştir O’ndan. Kendisine daima hayranlık duymuş ve saygı beslemişimdir. O olmasaydı, Türkiye olmazdı! Bir davet gelmiş olsaydı O’ndan, geri çevirir miydim? Bir kere, devletin başı adam. Hem de nasıl bir baş!.. ‘Deniz Kızı Eftalya’ sözüne gelince, devrinin ünlü bir sanatçısı olmalı kadın. Böyle birini küçültücü ve incitici bir söz de bana yakışmaz zaten. İnandığım dava uğruna neler çektiğimi herkes bilir. Hapisliklerden yazdığım mektuplar da bir gün elbette çıkacaktır ortaya. Kimin hakkında ileri geri konuşmuşum? Nasırıma basanları yerdiğim doğrudur. Ama yalnızca şiirlerimde. ‘Arkalarından’ konuşmadım onların bile. Allah aşkına unutun artık şu ‘Deniz Kızı Eftalya’ hikâyesini. Bir gün de bu anlattıklarımı yazın, olmaz mı?’6
…
Yani aslında bütün hikâye bir uydurmacadan ibarettir…
Ama ‘Deniz kızı Eftalya’ hikâyesi, bundan yıllar önce, bizzat Nâzım Hikmet tarafından yalanlandığı halde, ufak değişiklikler, kimi eklemeler-çıkarmalar, farklı biçimlerle yıllardan beri anlatılmakta, kitaplara, hatta Nâzım biyografilerine girmektedir.
…
Nâzım Hikmet’in dediği gibi: ‘Halklar, efsane uydurmaya bayılır’…
Bizim tarih anlayışımızda da ne yazık ki efsanelere bolca yer ayrılmıştır…
‘Deniz Kızı Eftalya’ hikâyesi de onlardan yalnızca biri…
Taylan ÖZBAY
telgrafhanesanat.org
Kaynakça:
(1) http://www.kalan.com/scripts/Dergi/Dergi.asp?t=3&yid=3452
(2) ‘Hasretle’, Nazım Hikmet Mektupları, Yapı Kredi Yayınları, s: 223, 224
(3) Romantik Komünist, Saime Göksu, Edward Timms, Doğan Kitap, s:135, 136
(4)http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=denizk%C4%B1z%C4%B1%20eftalya
(5) Tanıdığım Nazım Hikmet, Orhan Karaveli, Pergamon, s: 168
(6) Tanıdığım Nazım Hikmet, Orhan Karaveli, Pergamon, s: 123, 124
Yorum Kapalı.