BAZI KELİMELER ÇOK GÜZEL YA DA OSMANLICA SEVİSİNE HİZMET
Merve YILMAZ[1]
Onur ve Banu Ertuğrul çifti 2014’te, kendilerinin güzel olarak nitelendirdikleri kimi sözcükleri gün yüzüne çıkarmak adına bir tasarı geliştiriyor. Tasarı 1 Ocak 2015’te sosyal medya üzerinden hayata geçiyor. Çift twitter, instagram gibi en çok kullanılan sosyal medya hesapları üzerinden her gün bir sözcük paylaşıyor. Paylaştıkları sözcükleri güncel olaylara göre de seçen çift, toplumsal konulara ilişkin duyarlı(!) olduklarını da takipçilerine sezdiriyorlar. Takipçileri günden güne artıyor, yüz binlere ulaşıyor. Durum böyle olunca bu işten para kazanmanın yollarına başvuruyorlar. Güzel buldukları sözcükleri bez çantalara, defterlere, bardak altlıklarına, bardaklara vs. basıyorlar ve ederi en çok 3 lira olan bir bardağı 29,50 liraya satabiliyorlar. Bkz. https://www.pasabahcemagazalari.com/bazi-kelimeler-cok-guzel. Hatta kendilerine Galata’da “Güzel Kelimleler Dükkânı” diye bir mağaza bile açıyorlar. Sonunda Can Yayınları “Lügat 365 Bazı Kelimeler Çok Güzel” kitabını basıyor. Kitap 4. baskısını 10.000 adet yapıyor. “Lügat”te yer alan sözcükler, sözcüğün hemen altında yer alan anlamları ve kaynaklarını yansıtan sayfalar ise “Ankaray” banliyölerinin duvarlarında bile yansıtılıyor ve tren bekleyen insanların belleğine işleniyor.
Ertuğrul çifti “Lügat”lerinin ön sözünde kendilerini şöyle tanımlıyor: “Biz, Banu ve Onur Ertuğrul. Öğretmen değiliz. Yazar değiliz. Çevirmen bile değiliz. Dilbilimci hiç değiliz.” (2016:8). Bu söylemlerinde çevirmenleri niçin aşağıladıkları anlaşılmasa da kendilerinin dil konusunda hiçbir birikim ve uzmanlıklarının olmadıklarını daha başından kabul eden çiftin söylemleri şöyle devam ediyor: “Kelimelerin ne kadar güzel şeyler olduğunu insanlara hatırlatmak, güzelliklerini popüler bir dille gösterebilmek, yeniden gündelik hayata karışıp görünür olmalarını sağlamak umuduyla çıktık bu yola.” (2016:9). Kişilerin söz varlığını geliştirmeye, sözcükleri belletmeye çalışmak; dil konusunda insanlarda duyarlık oluşturmaya çalışmak elbette güzel bir amaç ancak adı geçen yazarların, gündelik yaşama katılmasını dilediği sözcükler bambaşka. Çağdaş Türk Dili yazarlarından Örs de derginin 338. sayısında bu kitaba yer veren Aydınlık Kitap Eki’ni eleştirmiştir (2016: 87). Bu yazıda ise “Lügat 365 Bazı Kelimeler Çok Güzel” kitabı detaylıca incelenecek ve Ertuğrul çiftinin asıl amacı ortaya konmaya çalışılacaktır.
“Dil anlaşma aracıdır. Ama, bütün insanlar bir tek dil kullanmazlar. Dünyada 2800 dil kullanılmaktadır. Her ulusun bireyleri; aralarında kendilerine özgü bir dil kullanarak anlaşırlar. Buna ulusal dil diyoruz. Türkler Türk dili ile, Araplar Arap dili ile, Fransızlar Fransız dili ile… görüşürler.” (Aksoy, 1973:12). Ne var ki Türk dilinin ulusallığını zedeleme çabaları yıllardır devam etmektedir. Dil devriminin ardından özleşen ve sadeleşen dilimiz, bir dönem çoğunlukla İngilizcenin baskısıyla, son dönemlerde de yaşamını yitirmiş olan Osmanlıcanın diriltilmesi çabalarıyla karşı karşıyadır. “Osmanlıca yapmacık bir dildir. Günlük dilden, konuşma dilinden iyice uzaklaşmıştır. Halkın dili olmaktan çıkmıştır.” (Özdemir, 1969:18). “Osmanlıcanın en olgun sözlüğü sayılan Şemsettin Sami’nin Kamus’ı Türki’sinde 29.000 sözcük vardır. Bunun en az 6.000’i ölü, yani dilimizde kullanılmayan, Arapça ve Farsça metinleri çözmeye yarayan sözcüklerdir.” (Aksoy, 1969:74). İncelediğimiz “Lügat 365” adlı kitabın günlük dilde konuşulmasının amaçlandığı, kişilere belletilmeye çalışılan sözcükler de Özdemir ve Aksoy’un dile getirdiği gibi çoğunluğu yaşamını yitirmiş, günlük dilde konuşulmayan hatta çoğu kimsenin ilk kez duyacağı Arapça, Farsça kökenli ve Osmanlıcacılık sevisine hizmet eden sözcüklerdir. Şimdi kitabın sayısal verilerine bir göz atalım: Kitap her güne bir sözcük ilkesinden yola çıktığından 365 sözcük içermektedir. Bu 365 sözcüğün 236’sı Arapça, 67’si Farsça, 25’i Arapça-Farsça bireşiminden olmuşmuş, 2’si Farsça-Türkçe bireşiminden oluşmuş, 5’i Fransızca, 4’ü Yunanca, 4’ünün kökeni belirsiz, 1’i Ermenice, 1’i Rumca, 1’ İspanyolca, 1’i İtalyancadır. Türkçe sözcük sayısı da yalnızca 18’dir. 2015 yılının Türkiye’sinde ortaya çıkarılmış bir “Lügat”(!) in içerisinde yer alan Türkçe sözcük sayısının yalnızca 18 olması, içler acısı bir durum değildir de nedir? Çok güzel diye belirtilen sözcüklerin neredeyse tümü niçin Arapçadır? Niçin Türkçe sözcükler, bu yazarlara göre, güzel değildir? Bu kitabı okuyan bir kişi, doğal olarak, “Biz zaten Arapça konuşuyormuşuz, Türkçe sözcük yok ki!” demez mi? Türkçeyi hor görüp okullarda Arapça, Osmanlıca derslerinin okutulmasını onaylamaz mı? 1929’da Arapça ve Farsça dersleri okul programlarından kaldırılmıştır (Aksoy:1973:93). 2016’da Arapça ve Osmanlıca dersleri okullarımızda okutulmaktadır. Atatürk’ün kurmuş olduğu cumhuriyet ve eğitim ilkeleri, ileriye gideceğine 87 yıl gerilemiştir. “Lügat”in takipçileri acaba bu gizil amaçların farkında mıdır?
Öte yandan “Lügat” te Nazım Hikmet, Sabahattin Ali gibi yazarlardan da alıntılara yer vererek toplumun hemen her kesiminin sempatisini kazanma amaçlanmıştır ki amaçlarına ulaştıklarını söylemek olasıdır. Herhangi bir özelliği olmayan cam rakı bardaklarına “şikemperver”, “kalender meşrep” sözcüklerini yazıp 25.50 liraya satabilme başarısı da hemen her kesime seslenme amacının gerçekleştiğini göstermektedir.
Şimdi, Ertuğrul çiftinin günlük konuşma dilinde özellikle gençler arasında yaygınlaşmasını istediği “güzel” olarak nitelendirdiği bazı sözcüklere bir bakalım. Çoğu genç okurun kimi sözcükleri ilk kez duyacağı kanısındayız: şapparig, merdümgiriz, mülhem, layetezelzel, derakap, hudayinabit, bilâkaydüşart, harfendaz, ilânihaye, sairfilmenam, istiskal, mezbele, mugalâta, teşrikimesai, kıtıpiyoz, mihaniki, lalüebkem, cürmümeşhut, alelekser, pestenkerani, keenlemyekün, vardakosta, mübrem, tufeyli, perdebirun, ehvenişer… ve daha fazlası. Sesletimi bile zor olan, anlamını çoğunluğun bilmediği, günlük dilde ve yazı dilinde kullanılmayan bu sözcüklerin güzel(!) olduğu çıkarsaması hangi usun ürünüdür? Bu sözcüklerin güzel(!) olduğu kanısına ne gibi dayanaklarla varılmıştır?
Dilde özleşmeye ve sadeleşmeye karşı çıkanlar yeni sözcüklerin çirkin oldukları savını ortaya atmışlardır. “Lügat”çiler de böyle düşünüyor olmalı ki kitaplarının neredeyse bütününü bu eski sözcüklerden seçmişler ve bu sözcükleri “güzel” olmaya değer bulmuşlar. “Sözcüğün çirkin, ya da güzel sayılmasında ölçü nedir? Gerçek şudur ki sözcükler çirkin diye damgalanamazlar.” (Aksoy, 1973:45).
Bir de güzel olarak nitelenen yalnızca 18 tane olan Türkçe sözcüklerin neler olduklarına bir bakalım: sızı, gönül, sürünceme, biteviye, emek, anne, kuytu, utanç, kekre, yas, ikircikli, mızmız, kurtuluş, aylak, dilek, sallapati, hayhuy, yuva. Türkçenin yüz binlerce olan söz varlığından, nedense, bu sözcükler uygun görülmüş. Belirtmekte yarar var ki örneğin, “emek” sözcüğü 1 Mayıs’ta paylaşılıyor. Bu da yine halkın işçi, emekçi kesiminin sempatisini kazanmak için güzel bir yol. Görülüyor ki “Lügat”çiler kimseyi öksüz bırakmıyor, herkese sesleniyor. Yine güzel bir sözcük olarak verilen kadın sözcüğünün açıklaması şu şekilde yapılmıştır: bayan değil kadın. Böylelikle feminist gibi aykırı ve azınlık olarak görülen grupların da gönlü alınmış oluyor.
Kitapta kimi sözcüklerin sözlük karşılıklarının verilmediği de görülmektedir. Yukarıdaki “kadın” sözcüğü bunlardan biridir. Aynı durum “aşk” ve “baba” sözcükleri için de geçerlidir. Örneğin, Baba: Kızan, karışan, sinirlendiren. Koruyan, sarılan, özlenen; manası yokluğunda daha iyi anlaşılan kişi (Ertuğrul, 2016:142). Bu baba tanımı tamamen kişisel değerlendirmeler içermektedir. Biz buradan Ertuğrul çiftinin babalarının nasıl insanlar olduğunu öngörebiliriz, bunun haricinde böyle bir baba tanımı yapılamaz.
Anlaşıldığı üzere Ertuğrul çifti Arapça sözcükleri pek beğeniyor. Oysa Türkçenin en anlamlı ve kulağa hoş gelen sözcüklerinden biridir: “barış”. Niçin “barış” yerine sesletimi zor olan “sulh” sözcüğü kitapta yerini almıştır? Yahut Türkçenin işlerliğini ve duruluğunu sezinleten “yazgı” sözcüğü yerine niçin “mukadderat” verilmiştir? Aynı şekilde niçin “uyumlu” değil de “mütenasip”? Soruyu tam tersi yönde sormak da olasıdır. 6 yüzyıllık bir süreci kapsayan Osmanlıca döneminde “anne”, “baba” demeyi bile kaba sayan bir anlayış ortaya çıkmıştır. (Özdemir, 2002:8). Durum böyle iken “güzel kelimeler” arasında “valide” değil de “anne”nin verilmiş olması da şaşırtıcıdır.
“Lügat 365” yazarlarının, son dönemlerdeki Osmanlıcayı diriltmeye hizmet ettiği açıktır. Peki, bu çok değerli gördükleri Osmanlıca nereden doğmuştur? “Osmanlı atalarımızda kültürlü sayılmanın yolu, Arapça ve Farsça bilmekten geçerdi. Osmanlı “münevverleri” ne kadar kültürlü olduklarını kanıtlamak için bildikleri ve hayran oldukları bu dilleri şiirlerine, düzyazılarına, tarihlerine, çevirilerine yansıttıkları gibi, konuşmalarına bile yansıttılar. “Osmanlıca” dediğimiz yapay ve melez bir dil bu yolla doğdu.” (Hepçilingirler, 2010:43). Artık ne Osmanlı kaldı ne de Osmanlıca. Görünen o ki, bazı kesimlerce, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşadığımızı ve Türkçe konuştuğumuzu kabul etmek gerçekten çok zor.
“İmparatorluk döneminin bilginleri, sanatçıları, yüzyıllar boyunca Türk dilini kaba, çirkin görmüşler, aşağılamışlar, hep Arapça ve Farsçayı soylu, güzel olarak nitelendirmişlerdi. Atatürk bu kanının yıkılmasını, Türkçenin çirkin değil, güzel bir dil olduğu bilincinin canlanmasını ilk amaçlardan saymıştır. Yoğun ve süreli yayınlarla, verilen örneklerle, kısa zamanda, eski olumsuz kanı silinmiş, Türkçenin utanılacak bir dil olmak şöyle dursun övünülecek güzel bir dil olduğu kanısı ağırlık kazanmıştır.” (Aksoy, 1982:133). Demek, Ertuğrul çifti Atatürk’ün bu söylemlerini kulak ardı ediyor ki “Lügat”lerine övünülecek dil olan güzel Türkçemizin yalnızca 18 sözcüğünü koymayı uygun görüyor.
“Türkçenin Arapça ve Farsçaya göre yetersizliği, yoksulluğu düşünülemez. Daha 11. yüzyılda kaşgarlı Mahmut bu soruları ele almış, yanıtlamıştır. Türkçenin Arapça ile boy ölçüşebilecek bir zenginlikte ve yeterlikte olduğu ünlü sözlüğü Divanü Lügat-it Türk’te gösterilmiştir. 15. yüzyılda da Ali Şir Nevai, Muhakemetü’l Lügateyn adlı yapıtında Türkçeyi Farsça ile karşılaştırmıştır. Nevai’ye göre Farsçanın Türkçeden üstün bir yanı yoktur.” (Özdemir, 1969:14). Daha 11. yüzyılda ispatlanmış bu gerçekliğe, bugün hala karşıt kitaplar yazanların niyetlerinin sorgulanmaması olası değildir.
Peki, Türkçe sözcükleri önceleyen kişiler bunu niçin yapıyor? Niçin “Lügat”çiler gibi ısrarla “kelime” değil de “sözcük” diyor. Çünkü ““kelime” sözcüğünü kullanırsanız anadilini öğrenen çocuk, “kelime” olarak öğrenir ve orada kalır. Ama çocuk, sözcüğü öğrenirse söz, sözcük, sözlü, sözel, sözsüz, sözlük, sözlükçü, sözlükçülük gibi bir salkımı öğrenir. Böylece düşünme gücü gelişir; çünkü sözcükler düşünmenin temel taşlarıdır. Ünlü Alman düşünürü ve dilbilimcisi Alexander von Humbold diyor ki: “İnsan bir tek dilde açık seçik düşünebilir; kendi öz dilinde, anadilinde.” (Özdemir, 2002:10). Arapça bizim anadilimiz mi? Tabi, “Lügat 365” gibi tasarıların sahipleri ve destekçileri toplumu; düşünmeyen, sorgulamayan kişiler yapmaya niyetliyse gerçekten, durup düşünmek gerekir.
Bu noktada, Osmanlıcacılık sevisine hizmet edenlerin düşüncelerine de yer vermek yerinde olur. “Kimileri İngilizce sözcük kullanmaya meraklıdır, kimileri Arapça, Farsça. Çünkü seçtikleri sözcükler, insanların yalnız düşüncelerini, kişiliklerini değil, dünya görüşlerini de açıklar.” (Hepçilingirler, 2010:30).
Hacıeminoğlu, “Okullarda “öz Türkçe” öğretim yaptırmak sevdasından vazgeçmelidir. Çünkü bu, hiçbir medeni ülkede görülmeyen yanlış, sakat, iptidai ve son derece zararlı bir tutumdur. Milli kültürü yıkıcı, kökünden kurutucu bir durumdur.” demiştir (1976:65). Yazarın ulusal kültür dediği kültür hangisidir? Eğer Türk kültürünü kast ediyorsa Türkçe sözcükler onları niçin bu kadar rahatsız etmektedir? Dil-kültür ilişkisinin önemi burada bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan yurttaşların Türkçe konuşmak ve yazmak istemesi son derece doğaldır. Banarlı da bazı Türkçe sözcüklerin “çirkin” olduğunu şu sözlerle dile getirir: “Havuç, şalgam, patlıcan, ıspanak, pırasa hatta lahana ve karnabahar, pek de güzel adlar değildir. Türk mutfağı, bunların güzelliklerini galiba o çirkin adlardan o güzel lezzeti çıkarmaktaki san’ata bırakmıştır.” (2002:143). Burada, zavallı ıspanağın, lahananın ne suçu var, anlamak olası değil. Yine Banarlı, bugün halkın diline yerleşmiş olan ve dil devrimi sonucunda kazandığımız sözcükleri ve bu sözcükleri bizlere kazandıranları şöyle eleştirir: “Sözcük, özne, eleştirme, ilginç, ilişki, koşul, yapıt, yaşantı, aşama, doğal ve benzeri kelimeleri piyasaya sürecek kadar zevksiz ve bilgisiz olamasalardı da halkımız kadar arif olabilselerdi.” (2002:71). 2016’da Banarlı’nın zevksiz olarak nitelendirdiği sözcükler dilimizin artık vazgeçilmezi olmuşlardır. Görünen o ki dil devrimi için savaşım verenler yine Banarlı’nın söylediği gibi halkımız kadar “arif”lerdir.
Devrim karşıtları ne derse desin, Osmanlıcanın bu topraklarda tutunamayacağının iletisini 1. Türk Dil Kurultayında Hüseyin Cahit de vermiştir: “Son yirmi beş sene içinde gittikçe kuvvetlenen sade lisan cereyanı bugün Arapça ve Acemce terkipleri dilimizden söküp götürmüştür denilebilir. Yakın bir zamanda, ecnebi dillere ait kaidelerin tamamen maziye karışacağından şüphe edilemez. Bunun için bir şey yapmağa da lüzum yoktur. Çünkü zaten kendiliğinden olmaktadır ve olacaktır. Cereyan o kadar kuvvetli ve tabiidir ki koca bir akademi olsa ve aksini temin için uğraşsa bile muvaffak olamaz.” (akt. Levend, 2010:409).
Sözlük hazırlamak başta dil uzmanlarınca yapılması gereken bir iştir. “Lügat 365” gibi sözde sözlükler haricinde diğer sözlüklerin de Türkçeye duyarlı hazırlanması gereklidir. Özdemir, sözlüklerde Arapça ve Farsçanın varlığından şöyle yakınmaktadır: “ Sözlük hazırlayanlar bunu hep yapıyorlar: Arapçadan, Farsçadan, batı dillerinden alınan sözcükleri hiç çekinmeden sözlüklerine koyarken Türk dilinin, Türkçenin yarattığı sözcükleri hep görmezden geliyorlar. Bunun da nedeni yüzyıllarca medrese ve medrese artıkları başta olmak üzere çeşitli çevrelerin baskılarıdır. Ne var ki Arapçadan, Farsçadan ve batı dillerinden dilimize giren sözcükler söylene söylene, yazıla yazıla belleklerimize yerleşirken beri tarafta bu halkın yarattığı Türkçe sözcükler öksüz çocuk gibi geride kaldı. Mademki dili halk yaratıyor, öyleyse halkın yarattığı, kullandığı Türkçe sözcüklerin, sözlüklerde bulunmasında bir sakınca yoktur.” (2015:407). Çotuksöken de Osmanlıca sözcüklerin sürekli vurgulanmasının nedenini şöyle açıklar: “Nedeni kimilerinin, Türkiye Cumhuriyeti’ni içselleştiremeyenlerin Osmanlı ve Osmanlıca merakı, eğilimi.” (2015:401).
“Bunca sorun dururken dille uğraşmayı gereksiz bulanlar var mıdır, bilmiyorum. Gereksiz değildir; çünkü dildeki bozulma, hem o sorunların göstergesidir hem de dolaylı olarak nedeni. Türkçenin bu kadar kötü kullanılıyor olması, bütün işlerin kötüye gidiyor olmasından bağımsız mı? Üstüne titrediğimiz bir anadilimiz olsaydı, başkaca sahip olduklarımızın da üstüne titremez miydik?” diye soruyor Hepçilingirler (2010:298). Anadilimiz Türkçeye sahip çıkmazsak “Lügat 365” ve daha nice Osmanlıca diriltmesi tasarılarla dilimiz örselenmeye çalışılacaktır. Bu tip oyunlara karşı uyanık olmalı ve sevimli görünen maskelerinin altındaki asıl tehdidi görmeliyiz.
Türkçe pek çok dilci ve hatta tarihçinin hayranlık duyduğu bir dildir. 1998’de 32 dil bildiği için Babil Dünya Ödülü’nü alan Johan Vandewalle, Türkçenin ne kadar büyülü bir dil olduğunu vurgular. Yine tarihçi “Jean-Paul Roux, “Türklerin Tarihi” adlı yapıtında “Türklerin dili çok büyük bir çekim gücüne sahip olduğundan ilişkide bulundukları birçok insan topluluğu tarafından benimsenmiştir.” der.”(akt.Atalay, 2010:119). Dilimiz pek çok insan topluluğu tarafından rahatlıkla benimsenebildiği halde, bu dili konuşan anadili konuşucularının Arapça, Farsça sözcükleri halka zorla benimsetmeye çalışması şaşılacak iştir. Ne ki bu işin altındaki temel neden yukarıda zaten verilmiştir.
Dilci olmadıklarını kabul eden, kendi halinde bir kitap yazmaya heveslenmiş bir çiftin yalnızca bir yıl içerisinde gelmiş olduğu bu nokta şaşırtıcı ve düşündürücüdür. Arkalarında güçlü bir destek olmadan bu kadar kısa süre içinde, bu işin uzmanı bile olmayan bir çiftin, başarılı(!) olabilmesi olası değildir. Yazıyı şu soyla bitirmek istiyoruz: Biz, Ankara Üniversitesi Türkçe Eğitimi bölümünde doktora yapan bir Türkçe öğretmeni olarak bizim gibi bir arkadaşımızın desteğiyle her gün, sosyal medyada bir öz Türkçe sözcük paylaşmaya başlasak yılın sonunda Ertuğrul çiftinin ulaştığı noktayı yakalayabilir miyiz, buna olasılık var mıdır?
Kaynakça
Aksoy, Ö. (1969). Özleştirme Durdurulamaz. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Aksoy, Ö. (1973). Gelişen ve Özleşen Dilimiz, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Aksoy, Ö. (1982). Dil Gerçeği, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Atalay, K. (2010). Alo Türkçe Neredesin?, İstanbul: bky Yayınları.
Banarlı, N. (2002). Türkçenin Sırları, İstanbul: Kubbealtı Neşriyatı.
Çotuksöken, Y. (2015, Eylül). “İstikşafi” Ne Demek? Ya da Osmanlıcaya Dönüş mü?, Çağdaş Türk Dili, 331,400-401.
Ertuğrul, B., Ertuğrul, O. (2016). Lügat 365 Bazı Kelimeler Çok Güzel, İstanbul: Can Yayınları.
Hacıeminoğlu, N. (1976). Türkçenin Karanlık Günleri, İstanbul: İrfan Yayınevi. Hepçilingirler, F. (2010). Türkçe “Off”, İstanbul: Everest Yayınları.
Levend, A. (2010). Türk Dilin Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Ankara: Dil Derneği. Örs, Y. (2016, Nisan). Aydınlık Kitap Ekinde “Osmanlıca” Övgüsü, Çağdaş Türk Dili, 338,87.
Özdemir, E. (2002, Mayıs). “Türkçenin En Önemli Sorunlarından Biri Dil Kirlenmesidir”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, 27, 8-12.
Özdemir, A. (2015, Eylül). “Müsait Namüsait”, Çağdaş Türk Dili, 331, 407.
Özdemir, E. (1969). Dil Devrimimiz, Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları.
[1] Ankara Üniversitesi Türkçe Eğitimi Doktora Programı Öğrencisi.
Elmek: mrvylmz16@gmail.com
Yorum Kapalı.