BİR MEKTUPLAŞMA ÖYKÜSÜ
A.CELAL BİNZET
Cornelius Bischoff adının birçokları için bir anlam taşımadığı kesin. Oysa onun üzerinden sürülecek izler yakın tarihimizin politik ve sanatsal bir dökümünü içinde barındırıyor. Nice acılarla kuşatılmış insan dramının önemli bir parçası onun yaşam çizgisiyle birlikte izleniyor bugün.
Başlamış ve yenilerde bitmiş bir yaşam.
Sonlanışını geçtiğimiz günlerin birinde gazetede çıkan duyurudan öğrendik:
“Cornelius Bischoff (04.09.1928 – 27.06.2018)
Aramızdan ayrıldı.Hüzünle anıyoruz… Yakın akrabaları eşliğinde Almanya, Jesteburg, Ruheforst’da toprağa verilecektir.” Doğrusunu söylemek gerekirse onu tanımamız, Orhan Peker’in mektupları aracılığıyla oldu. Daha başka nedenlerle de gündeme gelmişti adı. Başta Yaşar Kemal olmak üzere birçok yazarımızın yapıtlarını Almanca’ya kazandıran bir kimlik. Kısacası tam bir kültür adamı. Ama bizim gibi okumaz yazmazların çoğunlukta olduğu toplumlarda fazla dikkat çekmedi ve yitip gitti. Yaşar Kemal’in tanımlamasıyla “Almanların en Türkü, Türklerin en Almanı”ydı o. İlk bakışta anlamsız gibi görünen bir bağlantının, bir Almanla bir Türk sanatçısını nasıl buluşturduğu sorusu ilginç sonuçlara ulaştırıyor.
1938 yılı Almanya’da Nazizm’in yükselişe geçtiği dönemler. Kurtulmak için kaçarak ülkemize sığınan Eduard, daha sonra ailesini de birlikte getirecektir. Oğlu Cornelius o sıralarda 10 yaşında bir çocuk. Söylemeye gerek yok, aile Yahudi asıllı. Dönemin özelliği, yurdumuza gelen bu sığınmacılar Çorum’da zorunlu oturuma tutulurlar. Devlet onları gözetim altında bulundurmakta. 1942’ye değin süren bu dönemin ardından İstanbul günleri başlayacaktır. Devam ettiği lisede tanışacağı sınıf arkadaşı Orhan Peker’le dostlukları yaşam boyu devam eder. Bu dostluk 1952 yılından sonra Türkiye günleri sona erince mektup aracılığıyla sürdürülür. Peker’in İstanbul’dan gönderdiği son mektubun tarihi 14 Mayıs 1978 tarihini taşıyor. Kendisine yapışmış olan sarılık hastalığından yakınma sözlerini birbiri ardına sıralamış orada. Çok değil, bu tarihten 14 gün sonra yaşama veda edecektir sanatçımız. Yıllar sonra Bischoff, tanıştığı Ferit Edgü’ye gelerek Peker’in kendisine gönderdiği mektupların fotokopilerini bırakıp yayımlanmasını ister. “Orhan Peker- Cornelius’a Mektuplar”ın ortaya çıkış öyküsü böyle. Önsözde bu öykünün ayrıntıları okunuyor zaten. Kitap 1993 yılında Yapı Kredi Yayınları arasında çıkmıştı. Oradaki satırlarda sanatçının yaşamındaki birbirinden ilginç olaylara tanıklık etmek olası. Yaşananların derinliğine inip bir sanatçının dramını yakından tanıyabilmenin hüznü de ayrı…
Burada asıl vurgulanmak istenen olay başka. Mektuplaşma olayı karşılıklı bir ilişkiyi gerekli kılar. Cornelius’un, kendisine gönderilen mektupları saklayıp yıllar sonra açığa çıkarması kanımca öyle sıradan bir işlem gibi görünmüyor. Kültür ve sanat adına, -bizlere sıradan gibi görünen- kimi belgeleri saklaması o kişinin sahip olduğu bilinci gösteriyor bir yerde. Resim sanatımızda önemli bir adla ilgili kimi bilgi ve olayları öğrenebilmemizin gizi,yazılanların bugüne değin korunup ulaşmasında yatıyor. Peki, Cornelius’un Orhan Peker’e yazdıkları nelerdi ve şimdi neredeler? Mutlaka onun satırlarında da sıradan ya da önemli konular bulunduğu kesin. Çünkü, bu tür mektuplar iki yakın insanın iç dünyalarını açarak buluştuğu ortak bir alandır. Ama bugün, karşıdan gönderilenlerin varlığı konusunda bilgimiz yok. Adına ister kişilik ayrımı densin, isterse kültürel yaklaşım densin, bizim sanatçının kendisine gönderilenleri koruma konusunda o denli duyarlı olmadığı kanısı uyandırıyor. Daha da öteye gidersek toplumsal belleğimizin zayıflığı olgusuyla karşı karşıya bulunduğumuz gerçeğiyle yüzleşiriz. Tarih, zamana ve insanlara ilişkin her olayın ayrıntısı üzerinde kurulur. Bir dönemi anlayıp, yapısını yakalayabilmek için toplumsal dokulara ulaşmanın zorunluluğu açıktır. Bugün, önemli bir sanatçımızla dışarıdan -ama bizlere yakın- bir kişiliğin yaşadıkları döneme ilişkin kimi ilginç olayları okuyabiliyorsak, bunu o “dışarıdaki”ne borçlu olduğumuz unutmamalı.Sonuçta iki kişi arasındaki yazışmalar bir dönemin yapısını aktarmakta. İçerisinde sanatın, sürgünlüğün, kişisel hesaplaşmaların, acı ve sevinçlerin bulunduğu yıllara bu mektuplar aracılığıyla ulaşılıyor. Keşke Orhan Peker de aynı bilinçle hareket ederek karşıyı gösterseydi bizlere..
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.