ÇEVİRİ BAĞLAMINDA YANITI ARANAN SORU:
TÜRKÇENİN BİR GELECEĞİ VAR MI?
Tahsin Şimşek
Yeni Bir Dil ve Yaşam Algısı – Çeviri Furyası!
Bir çeviri kültürümüz vardı, tartışılmayan çevirmenlerimiz. Şimdilerde bir çeviri furyası! Akın var, akın; telif ödenmeyen her yapıta. Her yayınevinde Küçük Prens’le karşılaşabilirsiniz, gözlerinin içine baka baka Stefan Zweig’i de Kafka’yı da yağmalayabilirsiniz. Her birinin çevirmeni farklı. Yazar aynı yazar, ancak yapıt aynı yapıt değil. Ton bir yana, tonaj da farklı(!). Vitrinlerine Satranç’ı koyanlar, piştiyi neden bu denli severler ki!
Küçücük çocuklara “4+4+4” dayatmasıyla Arap Elifba’sı öğretme ve onları “itaat”i ezberleyen hafızlar yapma dayatması bir yanda, çeviride keskin “Dönüşüm” öte yanda. Dönemecin keskinliğine karşın hiç hız kesen yok. Ortalık yeni “Samsa”lara kalmış görünüyor. Beyin göçünden de kötü bir durum, beyin yıkımı! Özetle bu dil ve yaşam algısı dayatması, kimsenin yadsıyamayacağı bir olgu.
Sorumluluk büyük Sorumluluk aydın ve yazarın.
Bir dili dil, Türkçeyi Türkçe yapan da “gereksinimi karşılama”daki yetenek ve beceridir. Türkçenin her şeyi tartışılsa, bu konudaki yetkinliği tartışılamaz.
Ortada bir sorun varsa, yayınevleri, çevirmenlerine dönüp bakmalıdır. Okur, kitabın kapağını kaldırıp bir de çevirmene sen kimsin, kimlerdensin sorusunu yöneltmelidir.
Sorun, Türkçenin “bitişken dil” olmasında değil. Ülkenin kültür politikasında, uluslararası ilişkilerinin niteliği ve tutarlılığında, üretilenin yetkinliğinde.
Salt yazarlar değil, çevirmenler de dili dil yapan öğeleri iyi bilmeli. Çokanlamlılığın kapısını çalmadan; değişmeceler ve kalıp sözlerle (ikileme, deyim, atasözü) tanışmadan; “Anadilimizin Söz Denizinde”[1] kulaç atmadan yazar da çevirmen de olamayacaklarını iyi bilmelidirler.
Ahmet Cemal’in “Lanetlenmiş Ateşböcekleri”ndeki[2] saptamasıyla çevirilerdeki temel sorun, Fransızca ya da İngilizce bilmemekten değil, “Türkçe bilmemek”ten kaynaklanıyor.
Çeviri
bire bir sözcük eşleme uğraşı değildir. “Yüreksiz” ile “kalpsiz”; “bas git” ile “bak git”, “akşam sabah” ile “sabah akşam” aynı şeyleri mi anlatır?
“Bak git” deyim bile değildir. Elbette her çağ, kendi sözcüklerini,
değişmecelerini yaratacaktır; ancak var olanı ezip bozarak değil. Bu sözlerime belki “dudak büküp burun
kıvırabilirsiniz”, ancak burun karıştırıp dudak sarkıtamazsınız. O halde
ironinin ucunu kaçırmadan söyleyeyim, çevirmenin bilgisizliği, daha kötüsü
özensizliği, “Türkçenin dört dörtlük yenilgisini sağlamak(!)” olmamalıdır.
Eylem kök ya da gövdelerinden,
hatta eyleme dönüşebilecek sözcüklerden sonra yardımcı eylem kullanılmaz. Somutlayalım:
“Bekleyin”, ama “bekleme yapmayın.”
Çevirinin nasıl yapılması gerektiğinin, ne olduğunun elbette bir felsefesi var. Bunun ne olduğunu sanırım şu anım somutluyor:
Yaşar Atan, dostum, arkadaşım. 1980’lerde aynı lisede öğretmendik. İkimiz de Afrodisyas’ın çocuğuyuz. “Akdenizli Tanrılar, Akdeniz Mitologyasından Efsaneler, Homeros’un İzinde İlyada Öyküleri, Homeros’un İzinde Troya’dan Savaş Efsaneleri” onun öne çıkan yapıtları. Çevirileri de var.
“Afrodisias Karacasu Turizm Tanıtım Dergisi” için bir yazımı Fransızca’ya çevirdi: Karacasu Yaylaları ve Yeşilin Yedi Rengi’ni.
Kişiyi iş başında daha iyi tanıyorsunuz. Ben de Yaşar Atan’ı işte bu sırada daha iyi tanıdım.
Oturduk yazının başına. Her tümcemden sonra, neyi anlatmak istediğimi, neyi düşlediğimi, beynimin arkasında daha neler olduğunu, sordu bana. Tümcenin hangi çağrıştımlara yol açtığını/açabileceği konuştuk, tartıştık.
Evet o, sözcüğün salt anlamıyla yetinmeyen, çağrıştırımlarını ve duygu değerlerini de düşünen, Türkçedeki şiirselliği Fransızcaya taşımaya çalışan bir dil bilgesidir. O, bu çevirileri nedeniyle, o günlerin Geyre Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı, Büyükelçi Fuat Bayramoğlu’ndan övgüler alan bir Fransızca öğretmenidir.
Evet, bir çevirmen neleri bilmeli nelerin farkında olmalıdır?
Türkçe kuralları belli dildir. Ayrıklara (istisna) neredeyse hiç yer yoktur.
Eklerin belli bir düzeni vardır. Sırayı bozmanıza izin vermez. Örneğin, bir eylemin sonuna gelecek çekim eklerini: 1. olumsuzluk eki, 2. basit zaman eki, 3. soru eki / ilgeci, 4. bileşik zaman eki, 5. kişi eki sırasıyla getirebilirsiniz. Sırayı bozmadan ne kadarına gereksinim duyuyorsanız, o kadarını kullanabilirsiniz.
Adlarda da aynı kural işler.
Türkçede yabancı eylem ve adıl (zamir) yoktur. Divan şiirinde bile yoktur. Demem o ki yüklemimiz de öznemiz de Türkçedir. Hatta ekeylemlerimiz ve iyelik eklerimiz de… Bakın, Mustafa Nihat Özön’ün Osmanlıca Sözlük’üne, Herkül Milas’ın Türkçe – Yunanca Ortak Kelimeler’ine; Türkçe olamayan bir tek eylemle, adılla karşılaşacak mısınız? Ad, sıfat ya da belirteçlerdir Arapça, Farsça ya da İngilizce, Fransızca olan. Yani küpe takı, rastık makyaj…
Ünlü (sesli harf) zengini bir dildir. Sekiz ünlü hangi dilde var?
Ulamasız konuşmak, neredeyse olanaksızdır; akışkanlığı olan bir dildir.
Sözcük türetmede üstüne yoktur. İstensin yeter ki; insanoğlunun her gereksinimini karşılar. Örneğin, “duy-“ eylem kökünden türetme ya da birleştirme yoluyla yapılan sözcük sayısı 92’dir. Emin Özdemir kırk kadarını saptamıştı, ben biraz daha çalıştım bu sayıya ulaştım. Bir kök, bu kadar dallanıp budaklanıyor, size bu kadar meyve veriyorsa, Türkçenin kökünü kurutmayın yeter.
Türkçeyi yetersiz bulanlar, suçu özellikle Türkçe terim (ıstılah) yetersizliğinde ararlar. Ömer Seyfettin’li günlerden beri bu tartışılır. Ne yapıp edip Türkçeyi bilim ve sanattan koparıverirler. Peki neden? Bedia Akarsu’nun felsefede, Aydın Köksal’ın bilişimde yaptığınız görmezden gelip üşenirler de ondan.
Mustafa Kemal’in “Geometri”de[3] yaptığı hepimize örnek olmalıdır. Bir çevirmenin elinin altında Mustafa Kemal’in masasındaki kadar sözlük bulunmalıdır. Özellikle etimoloji sözlükleri.
“Baba” ve “çocuk” sözcükleri Hititçedir; babanın Türkçesi “ata”, çocuğunki “oğlan”dır. Etimolojik bilgisi olmayan bir çevirmenin ya da okurun, “kız oğlan kız”a kalkıp bir de “çift cinsiyetli (hermafrodit)” anlamını yüklemesi, pek yüzeysel kalmaz, şaşırtıcı olmaz mı?
Dahası Türkçe çok geniş bir coğrafyanın dilidir. Ege’de insanlar, hava biraz serinlediğinde çovaşlarlar (güneşlemek). Çuvaşya, Asya’nın ta kuzeydoğusudur. Bu denli geniş bir coğrafya da Türkçenin bir anda yok olması olası değildir.
O halde Fransız Türkolog Jean Deny’nin “Türkçe bir bilim dilidir.” Ve ABD’li bilim adamı Prof. David Cathhl’ın “Yüz Bilgisayar profesörü bir araya gelmişler, Türkçeyi yaratmışlardır.” saptamalarını kulaklarımıza küpe yapalım yeter.
Kırgız yazar Cengiz Aytmatov, hâlâ edebiyatın “Öğretmen Duyşen”iyse, Macar ozan Attila Jozsef “Temiz Yürekle” şiirin dümenindeyse, Nâzım’ın “Salkım Söğüt”ü hepimizi dinlendiriyorsa Türkçeden umut kesilmez. Bu arada anımsatayım, Japonca da bitişken dillerdendir. Mishima’nın harakiri kılıcı, “Denizi Yitiren Denizci”ye hiç işlemedi. Bu gerçeği, “Uykuda Sevilen Kızlar” bile gördüğüne göre bizim de görmemiz gerekmez mi?
İngiltere İşçi Partisi Başkanı Jeremy Corbyn, 2018 Ekim’inde kendini dinleyenlere seslenirken Nâzım’ın “Kız Çocuğu” şiirini okuyorsa Türkçeden umut kesilmez.
Her şeye karşın tarihten alacağımız dersler de var. Avrupa abecesinin ve mitolojisinin dili “Fenike Dili”ne ne oldu? Sümerce, Hititçe, Persçe, Latinceye?… İstemi Kağan’ın ve Attila’nın diline?… 250 yıl coğrafyalarının egemeni olan Memlükler ile Babürler’den Türkçe adına o topraklarda, Mısır’da ve Hindistan’da, ne kaldı. Ya Osmanlıyla bizim olan Balkanlarda?… Demek ki bir coğrafyaya kılıçla, vergiyle değil, dille gitmek gerekiyormuş! Dubrovnik’te Osmanlı kaftanını değil Türkçeyi görmek isterdim.
Çevirmenine bakmadan çeviri kitap almam. Aradığım imzalar vardır: Sabahattin Eyuboğlu, Mina Urgan, Can Yücel, Talat S. Halman, Cevat Çapan; Vedat Günyol, Tahsin Yücel, Tahsin Saraç, Erdoğan Alkan, Özdemir İnce, Ahmet Necdet; Behçet Necatigil, Ahmet Cemal, Kamuran Şipal; Sait Maden, Ülkü Tamer, Celal Üster; Hasan Ali Ediz, Nihal YalazaTaluy, Ataol Behramoğlu; Bedrettin Cömert, Rekin Teksoy, Erdal Alova; Azra Erhat, Herkül Milas…
Onlar, şiiri, imgeyi, değişmeceyi, çokanlamlılığı, çağrıştımı bilen; özgünlüğü en üstte tutan kişilerdir. Bu işin en doğrusunu ve en ironiğini sanırım Can Yücel söylüyor: “Çeviri, kadın gibidir; sadığı güzel, güzeli sadık olmaz.” [4]
Sözümüzü noktalarken Can Yücel’i bir kez daha esenleyip fazla da efelenmeden bir “geri bas – geri dön” yapalım, sadık ile güzeli bulmaya / buluşturmaya çalışalım. Bilelim ki, her güzel, o eli kanlı Salome değildir.
* “Türk Edebiyatında Çeviri Konusu Türkçe’nin Geleceği Var mı?” konulu panel konuşmam. 15 Kasım 2018, TÜYAP İstanbul
**Yeniden İmece, 61. Sayı, Şubat 2020
[1] Anadilimizin Söz Denizinde, Doğan Aksan, Bilgi Yayınevi 2002
[2] Lanetlenmiş Ateşböcekleri, Ahmet Cemal, Can Yayınları 2. Baskı 2013
[3] Geometri, Mustafa Kemal Atatürk, Türk Dil Kurumu Yayınları, 4. Baskı 2015
[4] Sözün Özü, Celâl Üster, Can Yayınları 2. Baskı 2010
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.