DEVLET OPERASININ GÖRKEMLİ YILLARI
Daver Darende
Kültür devriminin mimarı, Ulu Önder Atatürk, çağdaşlaşma yolunda hızla yürüyen genç Cumhuriyetin opera ve bale sanatında da atılımlar yapması gerektiğine inanıyordu.
Atatürk’ün isteği üzerine, Paris’teki eğitimini tamamlayarak 1931’de Türkiye’ye dönen, 1934 yılında Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nı da yöneten, ünlü bestecimiz Ahmet Adnan Saygun’un 27 yaşındayken bestelediği ilk Türk Operası “Özsoy” 1934 yılında Ankara’yı resmen ziyaret eden İran Şahı Rıza Pehlevi’nin ve Atatürk’ün huzurunda büyük bir başarı ile oynandı.
6 Nisan 1935’te yirminci yüzyıl müziğinin seçkin yaratıcılarından dünyaca ünlü Alman besteci Paul Hindemith Ankara’ya geldi.
Yine büyük kurtarıcının girişimiyle 24 Nisan 1936’da Devlet Konservatuvarı kuruldu. Almanya’nın en ünlü tiyatro yönetmenlerinden Carl Ebert 30 Ekim 1936’da konservatuvarın başına getirildi. Paul Hindemith ve Carl Ebert gibi dünya çapında iki ünlü sanatçının Ankara’ya gelmesi Türkiye’de büyük bir değişimin habercisi gibiydi.
1935,1936 ve 1937 yıllarında klasik batı müziği sanatında önemli gelişmeler kaydedildi.
1940-1960 yılları operamızda büyük atılımların gerçekleştiği yıllar oldu. Dünya çapında sanatçılarımız bu dönemde yetişerek ülkemizin gurur kaynağı oldular.
Mozart’ın “Figaro’nun Düğünü” operasında Orhan Günek (ilerleyen yıllarda İtalya’da başarı kazandı) ve Ayhan Aydan, Smetana’nın “Satılmış Nişanlısı”nda Aydın Gün, Nurullah Şevket Taşkıran ve Mesude Çağlayan, Puccini’nin “Tosca” operasında Semiha Berksoy ve Scarpia rolünde Nurullah Şevket Taşkıran, Smetana’nın “Satılmış Nişanlısı”nda Katinka rolünde Saadet İkesus önemli sanatçılar arasında yer aldılar.
1953 yılında dünyaca ünlü soprano Leyla Gencer, soprano Belkıs Aran ile birlikte Mozart’ın “Cosi Fan Tutte” (Bütün Kadınlar Böyle Yaparlar) operasındaki başarısı büyük yankı uyandırdı. Dünyanın önemli kentlerinde, önemli sahnelerde yıllarca “sanat elçimiz” olarak ülkemizi başarıyla temsil eden Leyla Gencer’i ilk kez o yıl Ankara’da izlemek benim için mutlulukların en büyüğü oldu.
Dünya opera sahnelerinde ülkemizi başarı ile temsil eden “sanat elçilerimizden” birisi de soprano Suna Korad’dır. Onu ilk kez tenor İsmet Kurt ile birlikte Verdi’nin “La Traviata” operasında Violetta rolünde alkışlamış, büyük hayranlık duymuştum. Ankara’da bulunduğum yıllarda Suna Korad’ın temsillerinden hiçbirini kaçırmadım. Her temsilinde onun büyük başarısını heyecanla alkışladım.
O dönemin sopranolarımızdan söz ederken Ferhan Onat’ı unutmak olası mı? Türkiye’nin çağdaş sesini yurtdışında çeşitli ülkelerde duyuran Ferhan Onat’ın Verdi’nin Rigoletto operasındaki Gilda rolü belleğimden silinmedi.
Son yıllarda mali yönden büyük imkansızlıklar ve sıkıntılarla karşı karşıya kalan Devlet Operası tüm baskılara karşın sanatçıların özgüvenleriyle başarıdan başarıya koşmaya devam ediyor.
Kültür kirlenmesinin doruk noktasına ulaştığı günümüzde tüm imkansızlıklara karşın yüksek düzeyde temsiller veren, çağdaş Türkiye’nin sesini yurtdışında başarı ile duyuran tüm sanatçılarımızı ve yöneticilerimizi desteklemek bir borçtur. Kültür ve sanatın yaratıcı etkinliğini desteklersek işte o zaman uygar dünyanın bir parçası oluruz. Bir ülkenin çağdaş ve uygar olmasının ölçüsü kültür ve sanattır.
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.