DÜĞÜN
FATİGÜL BALCI
Güzel oldu düğün. Çok mutluydu Müjde’m, dünya güzeli bir gelin olmuştu. Canım kızım, gözbebeğim. Onun mutluluğu da hepimizindi. Annem, kız kardeşim, babam, yıllardır hayal ettikleri mutluluğu yaşıyorlardı. Babam, arada “bu kimin düğünü” diye sorsa da sevincine geri dönüyordu.
Annesi ile yanındaki Atkuyruk da acayip mutlu görünüyordu. Abartılı teatral hareketlerle, gelen davetlileri karşılıyor, masaları geziyorlar. Piste çıkıp tango yapıyorlar, sanki anne ile babalık değil de düğün animatörleriydiler. Damat tarafı ağırbaşlı davranıyordu, arada o iki şaklabanla hareket etseler de, kibarlığı elden bırakmıyorlardı. Sevdim dünürlerimi, benimle tanıştıklarına pek memnun olduklarını içtenlikle belirttiler. Damadın ailesi, gelinin annesinin ailesi, gelinin babasının ailesi yan yana masalardaydık önde.
Kraliyet düğünü gibi, hiçbir şaşaadan kaçınılmamış. Bütün masalarda beyaz orkide, kocaman pirinç şamdanlar göz kamaştırıyordu. Ülkenin en lüks oteli. Sandalyeler gelinlik kız gibi süslenmiş. Her masanın örtüsü, giydirmesi, aksesuarı ayrı renkti, yedi renkten yetmiş yedi rengi nasıl çıkardılarsa ortaya, kesin annenin dehasıydı…
Müjde, “geldiğine çok sevindim, baba” diyerek boynuma sarılınca, annem, kaşlarını çattı, “o ne demek kızım, tabii ki gelecek. Dünyanın öbür ucundaki adama son anda haber verirseniz gelemeyeceğini düşündünüz ama…” diye sitem etti.
“Olur mu, babaanneciğim, aylardır ulaşamıyordum babama. Ya hiç ulaşamazsam diye korkuyordum.”
“Ben nasıl ulaştım?”
Annem Müjde’ye kıyamazdı, tartışmak da, sitem etmek de istemezdi, dolmuştu anlaşılan. Ortamı yumuşattım, sarıldım kızıma, o benim hayattaki tek mutluluk kaynağımdı. Annesi ile ayrılırken on üç yaşındaydı, mahkemeye çıktı babasıyla yaşamak istediğini söyledi, canım kızım. Halası, babaanne, büyükbaba tapıyorlardı ona. Bu güzelim sevgiden vazgeçmeyecek kadar duygulu, akıllı bir çocuktu. Annesi ve onun ailesinin yavan, göstermelik ilgisiyle, bizim candan ilgimizi ayırt edebiliyordu. Annesi cazip tekliflerle liseyi yurtdışında okutmak istediyse de bizden ayırmak için, başaramadı. Ancak üniversitede dediğini yaptı. Dünyada ilk üçe giren üniversitelerden birine bastırdı parayı, yolunu buldu derken gönderdi Müjde’yi. Benim ülkeyi terk etmem de bu tarihteydi. Yani o yıl Uzakdoğu’da uluslararası bir şirkette iyi koşullarda işe başladım. On yıldır memnuniyetle çalışmaktaydım. Bu süre içinde her yaz, Müjde ve ailemle geçirdim yıllık iznimi.
Son iki aydır Müjde ile görüşemediğimin nedeni, hiçbir iletişimin mümkün olmadığı, okyanusun ortasındaki bir platformda bulunmamdandı. Önemli bir projenin sorumlusu olarak altı aylığına görevlendirilmiştim orada, ne telefon, ne de internet çekiyordu. Merkezle sadece telsizden haberleşiyorduk. Ulaşım helikopterle sağlanıyordu. Annemle haberleşmem de, onun merkeze acil koduyla bıraktığı mesaj sayesinde oldu. Kızımın düğün tarihini öğrenince, yetişmek için isyan çıkardım; terfiden de, primden de, emeğimden de vazgeçtim.
Damatla görüntülü olarak tanıştırmıştı Müjde beni, okuldan arkadaşıydı. Kızıma uygun, yakışıklı, kibar bir genç. Yıllar evvel benim annesine baktığım gibi aşkla bakıyordu Müjde’ye ve o da annesinin bana bakmadığı gibi bakıyordu ona. Evliliklerinin uzun ömürlü olacağını umuyorum, içim rahat, güveniyorum kızımın karakterine, sevdiğinin elini bırakmaz, annesi gibi yapmaz o. Bir Atkuyruk uğruna dünya güzeli evliliğimizi yıktı. Belki de dünya güzeli bir evlilik değildi de bana öyle geliyordu, bilmiyorum?
O, güzel bir günümüzde, durup dururken “Sen çok iyi bir insansın Müjdat, ama” diye lafa girince anladım. “Bu kadar yeter” diyecekti… Bir evlilik yapmıştı sosyete kızı Behiye, anne olmuş, çocuğunu da büyütmüştü. Psikologla konuşmuş da, etkilenecek yaşta değilmiş, Müjde; iyi kızımız zarar görmesin de. İyi de, ben sana ilk gençliğimden beri aşığım be! Yazın kaldığın otelde animatörlük yapıyordum, sen çeldin gönlümü. “Seninle gönül eğlendiririm, daha fazlası olmaz” dediğini hissettirerek, mutluluk oyunları oynuyor, keyifli saatler geçiriyordun benimle, ertesi günü bir başkasını gözüme sokarak. “Bana çapkın Behiye, derler” diyerek de meşruluk kazandırıyordun züppeliğine, sadakatsizliğine. Öyle tutulmuştum ki, delikanlılık gururumu bir yana bırakmıştım; insanın sevdiği çapkınsa, bunu kabulleniyorsa, olduğu kadarıyla yetinecek, dişlerini sıkacaktı.
Hemen her yaz, nerdeysem geldi buldu beni, çapkın Behiye; bu gayriciddi yazlık aşk sürdü gitti… O, yüksek lisans için İngiltere’ye gidince karasevdalara düştüm. İki üç yıl hiç haber almadım ve ben hep aynı merak, aynı özlemle bekledim, gelmeyeceğini bildiğim haberi.
Bir gün telefonum çaldı, yabancı numara ve kod İngiltere’nin değil mi! Kalbim gümbür gümbür attı… Behiye tatlı bir sesle yanımda gibi konuşuyor, kucağımda uyuduğu gecelerdeki gibi nefesini duyuyorum. Beni çok özlediğini söylüyor. Beni mi özlemişti? Tabi ki özlemiş, az şey mi yaşamışız? Uzakta daha iyi anlamış kıymetimi, ben çok iyi, dürüst, güvenilir biriymişim. Başkası vardır ya da evlenmiş olabilirim diye çekinmiş de aramaya, onca zaman… Kimse yok hayatımda, ben de seni özledim, dedim, biraz kırgınca.
Ertesi hafta Behiye karşımdaydı… Artık uslanmış, yuva kurmak, anne olmak istiyormuş. Her gün buluştuk. Ailemle tanışmak istedi. Şeytan tüylü, hemen sevdirdi kendini. Mütevazı bir aile kızı gibi gösterdi kendini aileme. İkimiz aramızda sözlendik, nişanlandık derken şaşaalı bir düğünle evlendik birkaç ay içerisinde. Hayal bile etmediğim bir mutluluktu bu, hayatımın aşkıyla evlenmiştim!
Gerçekten uslanmıştı Behiye, iyi bir eş, iyi bir anne oldu, hiç bıkmadan sürekli gezip tozduğunu saymazsak. Sevgili karım ve biricik kızımla güzel bir aileydik. İkinci, üçüncü çocuklarımız da olsun istedim… Müjde büyürken, sorunsuz, huzurlu, sakince geçti yıllar.
Kızımla dans ederken, “seni çok seviyorum, baba” dedi, ağladı. Kötü oldum birden, sarıldım, neden ağladığını sordum, ya ağlamayacaktı ya da beni sevdiğini söylemeyecekti, oof… O kadar mutluyken, neden ağladı da beni sevdiğini söyledi ki? Sessizce ağlayıverdim ben de.
Şişirttiği dudaklarıyla iğreti gülümsüyor annesi, bize bakarken, Atkuyruk iki misli sırıtıyor, son moda imalat dişleriyle. İkisi de gözlerini bize dikmiş, baba kızın kendileri kadar iyi dans edemediğine mi gülüyorlardı ya da başka şeye mi?
Dans müziği değişti, gelini damada götürdüm, masaya döndüm. Babam yine sordu “kimin düğünü bu?”
“Torununun düğünü, Hamdi Bey, torunumuzun düğünü, canım benim” dedi annem.
“Hangi torunumun?”
“Kaç torunun var, baba?” dedi kız kardeşim, yüksek tonda bir sesle, sitemli, kızgın. Onun evlenip çocuk sahibi olmayışı da babamın yüzündendir; uzun hikâye ve de hep canımızı sıkan.
En az elli çift dans ediyordu. Müzik kesildi, anons yapıldı, takı töreni; damat tarafının adetiymiş. Annem babamı çekiştirerek kaldırdı. Bütün masa, hala, dayı, kuzenler hep birlikte gidip en öne geçtik. Önce damadın ailesi taktı, altınlar, bilezikler, onlar taktıkça mahcup oluyor, canım kızım. Boynu kolları doldu, kutuları açıp plaket verir gibi iyice göstererek fotoğraf çektirdikten sonra üst üste yığıyorlardı. Annem, “boynuna benim kolyem takılacak” dedi, emir verir gibi, kayınvalideninki çıkarıldı, annemin şık, gösterişli elmas gerdanlığı takıldı. Ben de bir rulo ile şak diye fotoğraflanırken “babasından yazlık ev” dediler. Çocukluğunun geçtiği, bizim yazlığın yanından bir ev almıştım kızıma. Annesi de büyük bir kutu ile poz verdikten sonra, Atkuyruk elleri havada kıvırtarak iki anahtarı sallıyor, bilmem ne marka motor almış da ikisine ayrı ayrı.
Nihayet, Behiye’nin salondan çıkmak için kapıya yürüdüğünü gördüm ve ardından yetiştim. Dışarıda kolundan yakaladım, “Ne var” der gibi baktı, yüzüne yapışmış sırıtmayı dondurarak.
“Babası Atkuyruk mu?” dedim. Nevri döndü birden, kanı çekildi sanki! Duvara tutundu, gözleri dışarı fırladı… Bilmediğimi sanıyordu, enayiyim ya! Oysa insan sevdiğinin parçasını reddeder mi? Bir babaya muhtaç olan bebekten, babalığını esirger miydi? Sevdiğinin sırrını açık eder miydi, onun kendisine bile?
Sorumu tekrarladım: “O mu?”
“Saçmalama. Osman’ı tanıdığımda Müjde on yaşındaydı.” Üç yıl boynuz, dördüncüye tos yemişiz meğer!
“Babası İngiliz. Profesördü okulda. Ölmüş çoktan.”
“Müjde biliyor mu?”
“Tabii ki hayır.”
Atkuyruk Osman peyda oldu birden, koluyla sardı nispet yapar gibi. Benim de umurumdaydı.
“Bir sorun mu var bebeğim, ne oldu? Bir şeye mi sinirlendin, bak bakiim bana?”
“Hayır. Kızımızı konuştuk, ne sorun olacak bu güzel günde” dedi, üstüne yıkılan Atkuyruğu iterek. O, iyice abandı “oh bebeğim, bebeğim” diyordu sarhoş ağzıyla. Ursula’yı yanımda getirecektim de, nispet neymiş göreceklerdi.
Düğün de uzadıkça uzadı. Bir ara içim geçmiş, kardeşim dürttü. Sonra kalkıp misafir uğurlamaya dizildik. Vedalaşırken yine ağladı Müjde, mutluluktandır, başka neden olacaktı.
Ankara/ 07.08.2019
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.