Özlem Yücesan
“Güneş vurmuş dereler gibi ışıl ışıl akmalı mısralarım. Bulanık sulardan hoşlanmam. Ne var ki bu yolu tutunca da, sizi ozan saymayıveriyorlar. Saymasınlar, ben onların ozanı değilim ki, ben halk ozanıyım.”
Milli mücadeleye katılmış, eğitimci bir ailenin evladı olan Kansu diğerleri gibi bir savaş çocuğuydu, 1919’da doğmuştu. Daha çok şiirle uğraşmış, memleket edebiyatı dediğimiz çizgide insan ve yurt sevgisinin merkez olduğu eserler vermişti. Mustafa Kemal’e hitap ettiği bir şiirinin son dizesi “Asarlarsa assınlar bizi düşlerimizden” çok etkileyicidir, yurtseverliğin ruh hâlidir aslında ve ne kadar da gerçektir ozanın yaşamına baktığımızda…
Ceyhun Atuf Kansu’yu bana anılayan “Baba yağmur bitti” kitabı oldu.
Öykülerini de yaşanmışlıkların kurgusuyla yazmış. Çok sade, naif; doğa, hayvanlar, çocuklar, köylü, kentli, her türden insan halleri yansıyor satırlardan.
“Kadir’in şapkası ve urbası” Cezanne resimlerindeki anlamı yakalamaya çalışan bir grup heveslinin, köylü bir çocuğun hikâyesine ilgisiz olmakla birlikte, resim sanatına da samimi olarak bakmadıklarını görüyor! Çocuğun üstündeki pijamanın oluşturduğu tezatlık ve bunun sosyal bir yara oluşuyla kurduğu, bu umutla umutsuzluk arası çaba, aslında tüm öykülerinde var.
“Çok yaşayan, çok görmüş insanın dağınıklığı, kuşkuculuğu…”nu bulduğu bir yazar için söylediği, hatta özellikle günümüzde de karşımıza çıkmıyor mu? “Hayatı böyle dağınık yaşamış insanlarda bir dünya görüşü olmaz.” gibi hani?! Yine de pratik hayatı düşündüğünde “İlk önce yalın bir açıyla dünyaya bakmalı, basit şeyleri bilmeli..” demekten de alamıyor kendini usta. Hayatın diyalektiğinin kaçınılmazlığını vurguluyor okuyana, hem de nasıl basitçe yapıyor bunu.
Yaşamı “İşten eve evden işe” süren Raif beyi anlatırken mesela “Baharın yeşil soğan ve yeşil marul ile geldiğini” “dört beş yaşından beri bu “takvim”de bir değişiklik olmadığını söylüyor. Bu anda biz doğayla insanın uyumunun basitliğini duyumsarken bir yandan, günümüze geldiğimizde bu “takvim”in sisteminin çoktan çöktüğünü, iklim değişiminin doğanın da insanın da uyumunu bozduğunun üzüncüyle baş başa kalmaz mıyız?!
“Dünya siyasetini büyük bir inanışla kocasına bırakıyordu. Onu, evi ve bütün hayatları bir çekirdek gibi içinde taşıyan kendi hayatı ilgilendiriyordu.” diye anlattığı kadının, hayalini kurduğu ama ulaşamadığı yaşantıları, tam da bu döngüyü kırarsa bulabileceğini yansıtıyordu sanki “Pazar Günü” öyküsü.
“…Ama bir yatsa. Taş, toprak, karın üstü neresi olursa olsun bir yatsa. Bıraksalar da bir yatsa. Varsın üzerine kar yağsın, yumulur, yumulur yatar, bir yerleri sıcacık, ısınır karın altında. Devrilmiş çam kütükleri gibi, bahara değin yatar kar altında, bıraksalar, karlar eriyene dek. Ama bir yatsa.” Bu satırları okurken, o “yumuşacık saçlı topçu askeri”ni dinlerken sanki utanır okuyan, birileri adına ve gözü de nemlenir hafiften.
“Okul dönüşleri araba kuş bahçesine dönerdi.” cümlesindeki naifliğe bakar mısınız? Bu da çocukları okula getiren “fayton”cu’nun sesi.
Aynı zamanda çocuk hekimi olan, 40lı yıllardan beri yazan, 58 yıllık ömrüne aydınlık bir insan sevgisi ve mücadele mirası bırakan Ceyhun Atuf Kansu’yu saygıyla anılıyorum. (Anılamak da bu kitapta rastladığım bir sözcük, hatırlamak yerine kullanmış usta.)
“Yaşanmışlıkların yelle birlikte toz olup uçmadığına tanık oluyoruz Kansu’nun öykülerinde.” yazıyor arka kapakta. Ne güzel bir tanımlama. Yönü ileriye bakan yazın ve sanat asla toz olup uçmaz, öyle değil mi?
Baba, Yağmur Bitti, öykü, Telgrafhane Yayınları, 2019.
Yorum Kapalı.