EDEBİYAT NOTLARIM-6
a- GÜLDÜREN VE DÜŞÜNDÜREN ŞİİRLER ANTOLOJİSİ
Sayın Ahmet Köklügiller insanı gülümseten, gülümsetirken düşündüren, özellikle politikacı ve yöneticilerin bam teline dokunan şiirlerden seçtiği bir antoloji hazırlamış. Bana da gönderdi, sağ olsun! Teşekkür ediyorum. Bu güzel yapıtın kapağını açıyor, şöyle bir karıştırıp enini-boyunu tanıdıktan sonra okumaya duruyorum. Günde özümsüyerek beş-on sayfa deviriyorum. Hem halk ve hem çağdaş edebiyatımızın dişe dokunur ilginç şiirlerini okuyorum bu yapıtta.
Sonunda Antolojiyi bitirdim.
Şairlerimizin buluş ve yaratımlarıyla oluşan bu şiirler zaman zaman beni güldürdü, zaman zaman düşündürdü. Bazen acısı büyük sorunları önüme koydu.
Gerçekten güldürü (mizah) toplumun, şairlerin, düşünürlerin en etkileyici, okuyanı acılı gülüşlerle öfkelendiren, düşündüren, kahkahalara boğan bir sivri iğnesi anlayana. Tabi ki anlamayana davul zurna az! Güldürü öyle ki sorun çözen bir yapı ve niteliğe de sahip
Benden de bir şiir almış sayın Köklügiller, memnun oldum, amma, alınan bu şiirim Antolojinin içeriğine uygun değil. Bana haber verseydi uygun şiirimi gönderirdim. Bu Antolojinin 2. Baskısını yaparsa beni haberdar etmesini dilerim.
Bir de Antolojide sözcük yanlışlarına rastladım okurken. Tevfik Akdağ’ın ” Bin güneşin kamburuna” olacağı yerde,” Bir güneşin kanburuna” olmuş. Bunların 2.baskıda düzeltilmesini beklerim.
Bugün için anlaşılmayan bazı sözcüklerin anlamları açıklanmamış. Örneğin: “sail körneği” (Aşık Hakkı, s.122, Sivrisinek adlı şiir.)
Herkesin bu şiirleri okumasını öneririm. Zekâsını bilemek isteyen, hazır cevap yeteneğini uyandırmak isteyen okusun bu yapıtı derim.
Emeğine sağlık Ahmet Köklügiller!
M.GÜNER DEMİRAY
İşte yapıttan birkaç kısa şiir:
VATAN İÇİN
Neler yapmadık şu vatan için!
Kimimiz öldük;
Kimimiz nutuk söyledik!
ORHAN VELİ
*
ÖZGÜRLÜK ÜZERİNE
Köle
Sırttır;
Efendiyse
Sırttaki.
*
Eskiden köle iki büklüm,
Ağırlığını taşırdı efendisinin,
Bugünküler
Düşüncesini taşımakta.
*
Köle uyanırsa ışır
İki göz.
Uyanırsa toplum
Yeryüzü aydınlanır, yüz bin göz!
FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
*
MERAK
İçimde bir merak, öyle bir merak
Ölümümden biray sonra bir güncük yaşamak,
Ve dostu, düşmanı
Suçüstü yakalamak!
AZİZ NESİN
*
MARİFET
Suya dokunmazmış,
Sabuna dokunmazmış,
Pise bak!
CELAL VARDAR
*
KASAP
İşlerin yolunda gidiyor kasap,
İşlerin yolunda.
Satırın, saldırman belinde,
Elin hayvanı emrinde;
Yere yatırıp biçersin,
Çengele asıp yüzersin,
Mal derdinde kasap,
Can derdinde koyun,
Ne çirkin oyun,
Ne berbat kafiye!
ORHAN MURAT ARIBURNU
*
HERZE
Bir yılan düştü vapurda yanıma,
Sarıldım denize!
CAN YÜCEL
*
Öptümse ağzımın payını verdin,
İstersen geri al, bu muydu derdin?
İnsan eğilimi harama karşı,
Sen de haram eder, geçer gidersin!
MUZAFFER POLAT
*
…
İsmet’in bu halden bir şey sezmesi,
Sertin yumuşağı çözüp ezmesi,
Bazı aydınların ayık gezmesi,
Cahilin gördüğü düşe benziyor.
AŞIK İSMET NAMLI
*
HÜKÜMET
Bu hükümet
Pir Sultan’a pasaport vermiyor,
Onu anladık!
Yunus Emre’ye de
Basın kartı vermiyor,
Onu da anladık!
Ama bu hükümet
Ferman çıkarmış,
Karacaoğlan’ı
Otobüse bindirtmiyor!
CEMAL SÜREYA
b-ÖZSÖZLER (Aforizmalar)
-“Seni affedecek kadar olgunum ama tekrar güvenecek kadar aptal değilim.”
W.Golding
-“Hatalar kötü değil. Kötü olan onları gizlemektir.”
Bertolt Brecht
-“Barış, insandan yana olan tüm çabaların, tüm üretimin, yaşama sanatını da içermek üzere tüm sanatların temelidir.
Bertolt Brecht
-” Taşı delen suyun gücü değil, damlaların sürekliliğidir.”
Latin Atasözü
“- Ne yaparsan yap, nasıl yaşarsan yaşa; ama gülebilmek için birini ağlatma ve çıkarların için hiç kimseyi satma!”
Balzac
-“Kurnazlık, aşağılık ya da çarpık türden bir bilgeliktir. Kurnaz kişi ile bilge kişi arasında yalnız dürüstlük bakımından değil, yetenek bakımından da büyük bir ayrım bulunduğu apaçıktır.”
Francis Bacon
-“Kurnazlığın dağarcığındaki oyunlar sayıp dökmekle bitmez: bunların bir listesini yapmak çok yararlı bir iş olur, çünkü kurnazların bilge diye geçindiği bir devletten daha zararlı bir şey yoktur.”
Francis Bacon
-“Dostluğun başlıca yararı, insana, çekilen bin bir acı sonucu, üzüntüyle dolup taşan gönlünü açabilmek, iç döküp rahatlamak olanağını vermesidir.”
Francis Bacon
-” Dostluk gerçekte duygularımızdaki fırtınalarla kasırgaları günlük güneşlik bir havaya dönüştürür, ama karmaşık düşüncelerin karanlığında bocalayan kavrayışımızı da günışığıyla aydınlatır.”
Francis Bacon
-“Hiç kimseyi başlangıçta pek el üstünde tutmamak yerinde olur, çünkü sonra bu değeri hak etmediği ortaya çıkar belki, aynı tutumu sürdüremezsiniz.”
Francis Bacon
-“Güzellik çabucak çürüyen, çok dayanmayan yaz yemişlerini andırır; çoğu zaman da insanı gençlikte azdırır, yaşlılıkta küstürür.”
Francis Bacon
Francis Bacon ‘nın elimin altındaki “Denemeler” kitabından. Çeviren : Akşit Göktürk
-” Bazı kimseler vardır ki tanıdıkça büyür, bazı kimseler vardır ki tanıdıkça küçülür.”
c-19.Yüzyılda Rus Köylüsü (mujik)
“Sorgu yargıcının karşısında sıska mı sıska bir köylü duruyordu. Köylünün sırtında evde dokunmuş bezden alacalı bulacalı bir gömlekle yamalı bir pantolon vardı. Uzun sakalının kapladığı çopur yüzü, sarkık gür kaşlarının altından zorlukla seçilen gözleri, çoktandır tarak yüzü görmemiş karmakarışık saçlarının bir şapka gibi örttüğü başı adama iri, öfkeli bir örümcek görünüşü veriyordu. Köylünün ayakları çıplaktı. (…)” – Anton Çehov, Kundakçı adlı öyküsünden-
Daha önceleri köylüler serf sayılıyordu Çarlık Rusya’sında. Feodal beylerin kapılarında birer köleydi bunlar. Yani Ekim Devrimi boşa yapılmadı. Bu Devrimin temellerinin hazırlanmasında Anton Çehov’un payı çoktur. Öyküleri çoğunlıuk ironi yoluyla Çarlık dönemini iğneler.Ustaca kaleme aldığı öyküleriyle eleştirel bakışın en güzel örneklerini verir.
ç-LÂNET ŞİİRLERİ
Hilmi Yavuz’un “lânet şiirleri” ni durup düşünerek, dönüşlerle okudum. Yozlaşan hayatın girdi-çıktılarını bir ince elekten geçirerek şiirsel bir yapı içerinde eleştiriyor. “ Leylak kokan sidikler, lânetli melekler, leşlerin yanında açan güller ya da leş gülleri, teneşir tahtası ömürler… “ Çünkü kalbleri yaban otları bürümüş, Ferhâd’ı söylüyorlar, ama içlerinde Ferhâd’ı bulamıyorlar. Böylece lânetle içlenmiş şiirlerini oluşturmuş şairimiz.
İkinci bölüm “melâmet” şiirlerine ayrılmış. Aslında lânetle melâmet temelde birbiriyle bağlantılı iki kavram. Melânet, melâmet ve melâmilik. Tasavvuf -gizem- felsefesinden melâmete dek dizeler örüyor. Melâmilik Hacı Bayram Veli’den bu yana kendine özgü içsel ve ahlâkî kuralları olan bir düşün, inanç ve tarikat yolu. Bu düşüncelere de göndermeler yapıyor.
Son bölüm de dörtlüklerden meydana geliyor. Bir ülkenin hüznü olmak çok şeyi anlatıyor. Sanki “ odalar bir morgdur, aşk kefen, gül bir teneşir…”
Hilmi Yavuz incelikli düş ve düşüncelerinden çağdaş görünümler sergiliyor. Gelenekten çok sesliliğe yürüyor. Aynı zamanda mükemmeliyetin ince nüanslarını veriyor bize. Öz ve biçim dengesi bütün yalınlığıyla önümüzde beliriyor. Uyaklar, dizelerin sıralanışı şiirlerin ne denli bir emek ürünü olduğunu gösteriyor.
Gerçekten Hilmi Yavuz şiirin toz kondurulamaz bir ustası.
M.GÜNER DEMİRAY
*
İşte “Lânetli Şiirler” den birkaçı:
…
LÂNET VE BOYALI KUŞLAR
kaba günlerdi, hantal geceler;
el konulmuş acılara,
hüzünlerde bile yokuz…
âh boyalı kuşlardık bizler
boyalar döküldü,-lânet olsun!
Uçamaz olmuşuz…
Bir tel örgüde yırtıldı gülüşlerimiz;
Sözden başka şeylerle anlatıldı gül
Düşlerimiz ki paramparça…
Ve her şey tuz buz!
**
LÂNET VE HAYAT
bir mektup gibi yazdım kendimi
ve nedense hemen yalnızlığa iade
âh hayatın kendisini ifâde
edebilme iktidarı kalmadı…
dilsiz bir kuyuda, bir sağır midas
ve her şey alelâde!
Kimseler duymuyor artık
Aşklar? hepsi bize verilmiş
En kısa vâde…
Ve bakışlar benzemiyor mu’tâde…
**
MELÂMET VE KARANFİL
cüzzam beyazı teni bu kentin
hüzünler akıyor lağımdan lağıma
kimdi? ağzı kanlı meşe köpüklü;
yoksul etlerini veren talana?
her şey akşam serinliği…bitiyor!
gömüldü bir yerlere söz ve dil;
bir ağır küf sesi duyuldu, vahim!
gördük ki dışkıya dönmüş karanfil.
(…)
**
bir şafağa koşan atlı
bir geceden döndü yaya
hangi yol Allah’a gider,
ve hangi yol mâsivâ’ya?
**
çocuğum şerh ediniz kalbinizi,
çılgın atlarıyla ruhunuzun;
âsûde şafaklarda kızıl ve uzun
gidiniz, hüzün orda bekliyor sizi
HİLMİ YAVUZ
d-KÜRK MANTOLU MADONNA
Beş on gündür Kürk Mantolu Madonna’yı okuyorum. Sabahattin Ali bütün gerçekçiliğiyle soylu bir ağlatı yaratmış. Kederin ve acının resmini çizmiş adeta. Bir insanın tinsel derinliğine be denli girilebilir ancak! Karakter ve kişilik belirgin çizgileriyle ancak bu denli betimlenebilir! Olaylar Raif Bey’in ekseni çevresinde gelişip oluşuyor. Ana kahraman Raif Bey. Raif Bey, romanı okuyunca bir tip olarak önümüze çıkıyor, onunla senli-benli oluyoruz.
Raif Bey hayatın bir dramı.
Anlatım duru, açık ve güçlü. Sayfalar arasında şiirsel bir dramın peşinden koşuyorsunuz. “Bir kadına nasıl inanılır, ona nasıl aşkla bağlanılır” düşüncesini Raif Bey bize kanıtlıyor. Maria Puder de aynı aşk, aynı bağlılık içinde. Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş derler ya, tıpkı öyle. İki benzer ruh birbirini aramış bulmuş. Ama bazı tesadüfler, yaşam olayları onları birbirinden ayırmış aşklarının bir çiçeğini hayata bırakarak.
Roman iki bölümden oluşuyor. Yazarın iş nedeniyle bankada Raif Beyle tanışması, onunla arkadaş olması, son aile yaşamına tanık olması. Raif Beyin ölümü sırasında yanında bulunması ve onun da arkadaşına siyah kaplı defterini vermesi ve ölmesi. İkinci bölüm Raif Beyin gençliğini ve aşkını anlattığı siyah kaplı defterdeki öykü.
Sabahattin Ali sevgiliye inanmışlığı simgeleştiriyor bu romanında. Maria Puder ve Raif Bey iki gerçek ve erdemli âşıkın birbirlerine adanmışlığını bir idol anlayış içinde dile getiriyor.
Kısaca roman insanın derinindeki hüznü şiirleştiriyor. Yüreğe buruk bir acı bırakıyor. Bu arada ince bir estetiğin sarmalına bırakıyorsunuz kendinizi.
Roman, eleştirmen Füsun Akatlı’nın dediği gibi “…Türk anlatı edebiyatının küçük ve zarif bir mücevheri gibidir. …”
M.GÜNER DEMİRAY
***
Romandan birkaç satır:
“… Bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen hiçbir şey yapmadan, bu kadar mesut etmesi nasıl mümkün oluyordu? Ahbapça bir selam ve temiz bir gülüş… s.72”
“ … Onun birçok hislerinin, düşüncelerinin benimkilere ne kadar benzediğini gördükçe, aramızdaki yalınlığı daha kuvvetle hissederek seviniyordum. … Ruhlarımız için en lüzumlu, en kıymetli olan şeyleri birbirimizde bulduktan sonra diğer teferruatı görmemezlikten gelmek, daha doğrusu daha büyük bir hakikat için küçük hakikatları feda etmek, daha insanca ve daha insaflı olmaz mıydı? … s.94”
“… Görüyorum ki, başka yollardan gittiğimiz halde ikimiz de aynı neticeye varmışız: İkimizde birer insan arıyoruz, kendi insanımızı…Eğer birbirimizde bunu bulursak harikulade bir şey olur… s. 99”
“… Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş. Gene bu akşam anladım ki, onu kaybettikten sonra, ben dünyada kof bir ceviz tanesi gibi yuvarlanıp sürüklenebilirim. … s.128”
SABAHATTİN ALİ
e-ZAMBAK KAPISI (Kısaca)
İki gün önce Zambak Kapısı’nı okuyup bitirdim. Bülent Güldal,insanı lirik dizeleriyle büyülüyor. Doğa bizden biri şiirlerinde, orman öksürüyor, kuşlar düşünüyor, bulutlar yerine göre gözyaşı döküyor, güller aşk kokuyor, sular aşk soluyor, ay akşamı kuşanıyor, gözleri mavi deniz kıyılara gülümsüyor, sonsuzluğu gösteriyor…Yer yer doğruluğun, yer yer öfkenin, yer yer sevdanın, kavuşmanın , ayrılığın, özlemin simgesi olmuş çoğu. Eski mitolojik tanrılar gibi yaşamımızın içinde hepsi de. Doğanın her şeyiyle sarmaş dolaş olmuşuz. Burada estetik bir parıltı kalbimizi altüst ediyor. Çoğu dizelerinde renkler, bilgeler, özsözler ,barış el ele veriyor, nakışlıyor şiirini,sonra da kemalin altın çelengini koyuyor gönlümüze.
Doğa ve doğanın bütün unsurlarının uygarlığın ve sanatın vazgeçilemez temeli olduğunu bu şiirlerde bir kez daha anladım. İnsanı,doğayı barışı daha çok sevdim, kötücüllüğü lanetledim.
Dost şairi kutlarım. Sevgiyle.
M.GÜNER DEMİRAY
***
“YOL KİMİNDİ,YOLCU KİM?
Mavi gözlerini dikip gözlerime
deni, çağırma beni derinlerine
Yaz bağrına yuvalanan o aşkı anlat
oturmuşum işte dizlerinin dibine
Kentlerin kavgasından dağlara doğru
son hızla gidiyor ömür treni
Kimselerin duymadığı
göklerden gelen sese kilitli
İstasyonları umursamıyor artık
savruluyor dünyanın eteklerinden
Yükü sözcük olan bir seyyah gibi
keskin kayalarından geçiyorum hayatın
Son uçurumun eşiğindesin ey ömrüm
ister göklere yüksel,ister boşluğa at kendini
(…..)”
BÜLENT GÜLDAL
f-ATATÜRK’E VE TÜRKİYE CUMHURİYETİNE SELÂM, SEVGİ VE SAYGI
Sevgili İlhan ağabeyin Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti hakkında yaptığı bir incelemeyi ve ek olarak da Kuvâ-yi Milliye şehidi Ali Kemalî’nin kısa yaşamöyküsü, Atatürk’le buluşmalarını içeren kitabı. Türkiye Cumhuriyeti’nin Atatürk dönemi sosyal tarihi de diyebiliriz buna. 16 Ağutosta okuyup bitirdim bu değeli yapıtı. Alışılmışım dışında ilginç görüş ve düşünceler ileri sürmüş sayın Prof. Dr. İlhan Başgöz.
Şu sonuçları çıkardım ben bu yapıttan:
1.Türkiye Cumhuriyeti yedi büyük savaşın ardından kurulmuştur. 1856 Kırım Savaşı, 1877 Osmanlı-Rus yani Plevne Savaşı, 1892 Osmanlı-Yunan Savaşı, 1911 Trablus Savaşı, 1912 Balkan Savaşları, 1914-1918 Büyük Savaş ve nihayet 1919-1922 Kurtuluş Savaşı. Bunların içinde Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarında başarılı olduk.
2. Genç Cumhuriyet, ekonomik bağımsızlık olmadan, gerçek bağımsızlık olmayacağını iyi biliyordu. Bu nedenle bütün yabancı şirketleri satın aldı.
3. Dünya Ekonomik Buhranı sonucu Genç Cumhuriyet liberal ekonomiden vazgeçti, devletçi bir yol izleyerek planlı bir ekonomiye geçti. Bu karma ekonomik yolda ciddi başarılar elde etti.
4. Türkiye Cumhuriyeti bir yasa devletiydi. Sözü söz, yasası yasaydı ve herkese eşit uygulanırdı.
5. Türkiye Cumhuriyeti’nde Türk, Kürt Laz, Çerkes, Süryani,Alevi, Sünni ayrımı yoktu. Duyulmazdı böyle şey. Irk ve mezhep ayrımcılığı demokrasi devrimizin eseridir.
6. Laiklik “Öğretim Birliği” yasasıyla yürürlüğe konmuştu, o zamanlar fetva veren Diyanet İşleri Başkanlığı Türkiye Cumhuriyetinde düşünülemezdi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin laikliği bir ilkeler yumağıdır ve bir seri kanunla sağlanmıştır.
7. Türkiye Cumhuriyeti henüz yabancıların isteğine boyun eğmek küçüklüğüne düşmemişti, güçlü ve bağımsız bir develetti.
8. “…1930’lu yıllarda İstanbul Üniversitesi’nde bir grup öğrenci fotoğraf makinesine poz vererek resim çektirir. Ertesi gün bu öğrenciler hakkında din kurallarına aykırı davrandıkları, günah işledikleri gerekçesi ile soruşturma açılır. Ama Çankaya’da Mustafa Kemal vardır. Bir konuşma yaparak asıl suçluların bu tahkikata girişenler olduğunu söyler. Tahkikat elbet tersine döner. Osmanlı Darülfünunu’nun kapatılıp yerine çağdaş bir üniversite kurulmasının nedenlerinden biri bu zihniyettir.”
9. Latin asıllı Türk Alfabesi kabul edilince geçmişimizle bağlarımız daha güçlenmiş, uygarlık dünyasına düşünsel ve yeni dünya görüşü olarak kapı açılmıştır.
10. Türkiye Cumhuriyeti eğitimde bazı eksikliklerine karşın – Bilhassa köy enstitüleri uygulamalarında- başarılı olmuştur. Öte yandan Sosyal Güvenlikte-emeklilikte- en zengin devletlerin bile yapamayacağı başarılara imza atmıştır.
11. Cumhuriyet kadın devrimi olmuştur bir bakıma. Anlayış ve uygulamalarında uygar devletlerin önüne geçmiştir.
12.Dil, tarih, kültür alanında da başarılı adımlar atmıştır.
13. Dış politikada onurlu, bilgili, barışçı atılımları göz ardı edilemez. Komşularla iyi ilişkiler, paktlar onun “ Yurtta barış, dünyada barış,” ilkesine ne denli bağlı olduğunu gösterir.
14. Ne yazık ki Cumhuriyet Tarım ve Toprak reformunu aksatmış bu alanda başarının altında kalmıştır.
15. Her yıl Cumhuriyet Bütçesi’nin %16’sı 1945 kadar Osmanlı’nın bize bıraktığı borcu ödemek için ilgili devletlere verilmiştir.
16. İkinci Bölümde Kuvâ-yı Milliye Şehidi Ali Kemalî Hocanın Atatürk’le görüşmesi, Konya’da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurulmasını sağlaması, İşgal Kuvvetlerine karşı mitingler düzenlemesi, 3 Ekim 1920’de padişah yanlısı bir isyancı ve kabadayı Delibaş tarafından vahşice şehit edilmesi anlatılmaktadır.
“… O devrin eksiklikleri, başarısızlıkları, hiç yoktan, büyük güçlükler içinde Cumhuriyetimizi kurabilmek başarısı yanında çok küçük kalıyor ve bence de o devre ciddi bir gölge düşürmüyor.”
Okumanızı salık veririm.
M.GÜNER DEMİRAY
g-GEMEREK NİRE BLOOMİNGTON NİRE
Ta Çepni köyünde öğretmenken 19-20 yaşlarında (1961-1962 yılları) tarih öğretmeni (eniştesi olur) Rauf Akın’dan adresini alarak Amerika’da toplumbilim –sosyoloji- öğrenimi yapmak için yardımcı olmasını istediğim ve anne tarafımdan yakınım olan İlhan Başgöz’e ilk mektubumu yazmıştım. Yanıt hemen gelmişti. “İngilizceye başla, yerin hazır, seni getirteceğim ” diyordu yazdığı mektupta. Başta annem “Uzaklara ben seni gönderemem” deyip çıktı. Neyse…O günden bu güne bazen sık sık, bazen zaman zaman mektuplaştık sayın İlhan Başgöz’le. Bu konuda Günlerin Getirdikleri adlı yapıtımda bir yazım bulunmaktadır. Hayatta ilk kez Bilkent Üniversitesi’nde görevliyken yüz yüze kısa bir görüşmemiz oldu, o kadar! Ben Gemerek Folkloruyla ilgili yazılar yazarken bana bazen arşivinden konumla ilgili halk yazını ürünleri gönderir, ben de yazacağım yazıya o ürünü destek ve kanıt olarak kor ve yayımlardım. Uzaktan da olsa bağımız hiç kopmadı onunla, şöyle-böyle 2015’e dek. Sonra 2019’da Kadıköy’de İş Bankası Yayınlarının Satışevine uğradığımda vitrinde “Gemerek Nire Bloomington Nire” adlı yapıtını gördüm İlhan Başgöz’ün. Belli ki yaşamöyküsü ve anılarını anlattığı bir kitabıydı bu! Kitabı hemen aldım, ücretini ödeyip çantama yerleştirdim. Eve varınca şöyle bir karıştırdım yapıtı, acı ve tatlı anılar sıralanıyordu içinde. Okumak için sıraya koydum. Bu güzel yapıtı ancak 2020’nin temmuzunda Denizatı Tatil Sitesindeki küçük evimde okuyabildim. Bir yanda kırların özgür havasını soluyan çocukluğunu, bir yanda acılarını, hayal kırıklıklarını ve uğradığı haksızlıkları, öte yandan iyimserliğini, yardımseverliğini ve başarılarını, yabancı diyarlarda nasıl bilim katlarında yükseldiğini, Türk Kültürüne hizmetlerini hoş ve tatlı bir dille önümüze seriyor. Dolu dolu bir yaşamöyküsü.
Bir yerde İlhan Başgöz Türkiye Cumhuriyeti’nin canlı tarihi desem yeri
h-IV MURAT
Elimde IV.Muart. Okuyup duruyorum günlerdir. O güzel diyaloglar doğal canlılığıyla insanı öyle bir etkiliyor ki. Her satırında ustalığın hüneri var. Gerçekten A.Turan Oflazoğl’nun en başarılı yapıtlarından biri. Günümüze de ışık tutuyor diyebiliriz.
Bu yapıttan bir parça:
“…
NEF’İ:
O küheylânın eskisi gibi koşabilmesi için
küheylândan daha çok yorulması gerek binicinin.
SULTAN MURAT:
Bir şeyler yapabileceğimi seziyorum, hatta biliyorum,
ama nerden başlayacağımı kestiremiyorum, şâir!
NEF’İ:
Doruğu fazla seyreden tırmanamaz dağa.
Uzun boylu beklemeyin, hünkârım,
bir ucundan tutuverin eylemin!
…
SULTAN MURAT:
Bir şey daha var merak ettiğim, valide!
(Kösem yine durur.)
O azgınlar sürüsü ne yapıp yapıp bu kez dahi
istediklerini alacaklar benden, biliyorum.
Belki de, ağabeyim Genç Osman gibi…
KÖSEM SULTAN:
Tanrı saklasın!
SULTAN MURAT:
O durumda ne yapabileceğimi
öyle merak ediyorum ki, valide…
Beni desteksiz bırakmayacaksınız, değil mi?
KÖSEM SULTAN:
Aman devletli oğlum, ne demek!
(Ezile büzüle çıkar)
SULTAN MURAT (ardından sevinçle gülerek):
Şeytan kendi oyununa gelecek mi ne!
(Işık azalır. Murat el çırpar. Bir Enderunlu bir topuz getirip çıkar. Murat, arkası dönük, topuzu kaldırır, indirir. Her seferinde ışık yanar söner, yanar söner. Ve her seferinde, gittikçe büyür topuz, getirenlerin sayısı da yavaş yavaş artar. Murat, topuzu kaldırıp indirirken)
Ülkem, asıl gövdem, ölümcül hasta.
Ancak onu kurtardığım ölçüde
kurabilirim ben sağlığımı.
(Topuzu hırsla kaldırıp haykırarak)
Güneşleri besleyen ateşleri toplayıp pençeme
gövdemin bütün yaralarını dağlayacağım,
sevinç gülleri açtıracağım kanayan yerlerimden!
(Durur. Topuzu almaya gelenlere)
Yarın daha ağırını isterim,
öbür gün daha ağırını;
her gün daha ağırını isterim,
daha ağırını, daha , daha!
( 1 .Perde, 3. Sahneden)
ı-Falih Rıfkı’nın belgesel anı romanı Çankaya’yı bitirdim on gün önce. Kasım ayını bekledim ondan bazı alıntılar yapmak için. Özür dileyerek bir genelleme yapacağım, Çankaya’yı okumayan Atatürk’ü eksik bilir, onun çevresindekileri tam tanıyamaz.
OSMANLI’NIN ÇÖKME DÖNEMİNDEN:
“…Yirminci asrın ilk dekatlarına kadar Türkleşmeye ve Türkçe diline yatmayan som Araplığın, bu milliyet çağında temsil edilmesine ihtimal yoktu. Hatta oralara giden Türkler pek çabuk Araplaşmakta idiler. Azimzadeler, ki Suriye eşrafının başındadırlar, Konya’dan göçme ‘Kemik Hüseyin’in torunları idiler. Halep ailelerinden pek çoğu Türk aslındandı. Hepsini kaybetmiştik. …Bir müddet sonra limanda düşman donanmasını ve şehirde hıristiyan nümayişlerini nasıl görüp katlanabileceğimizi elimizle kalbimizi sıkarak düşünüyorduk.
Gerçi daha beteri olduğunu da hatırlamıyorduk. Ya çar Rusyası 1917’de yıkılmamış olsaydı? Müttefiklerle arasındaki anlaşmaya göre İstanbul Sakarya kıyılarına kadar Rusların mülkü olacaktı. 1918’in o haftalarında Rus orduları kumandanı, Çar Nikola’yı Dolmabahçe Sarayı’nın rıhtımında karşılayacaktı. Daha neye uğradığını bilmeden, doğudan güneye doğru, Adana’ya kadar uzanan bir Ermenistan kurulacaktı. Lenin çarlığı devirdiği sırada, Rus ordularının nerede ise Sivas kapılarına dayandığını unutuyorduk. s.11-19…”
Elbette Lenin’e teşekkür etmek lazım!
***
“…Milliyetçi Türk ne yapacağını, hatta ne düşüneceğini bilmez. Yaşamaksa nasıl ve niçin yaşamak? Ölmekse, nerede, nasıl ve niçin ölmek? Acaba bize ne yapacaklar? Koyu Türklüğünde şüphe olmayan Yahya Kemal bana gelir:
-Ah parçalamasalar…Bari İngilizler vatanımızı toptan alsalar…Mısır gibi olsak…Mısır Osmanlı hıdivinin yarı-köle Mısırı aklını şaşıran milliyetçinin bomboş hayalinde bir bahtiyarlık serabı gibi buhar buhar tüter.
-Çünkü diyor, Tanzimatçılar bir millet değil, bir vatan yapmaya çalıştılar. Tarih gösteriyor ki eğer millet kalırsa, kaybolan vatanı yerine koymak imkânı vardır. …Kurtuluş Savaşında Sakarya Zaferi nasıl bir kader dönümü olmuşsa, Anadolu’da yeni devletin kuruluşunda Sivas Kongresi’nin o kadar büyük önemi vardır.
İsmet Bey(İnönü), Halide Edip(Adıvar) ve Refet Bey(Bele) de içinde olmak üzere birçok yurtsever kimseler Anadolu’da kurtuluş savaşı verilebileceğine inanmıyorlar, Amerikan mandası altına girmekten daha iyi bir çare görmüyorlardı. s.25-105. …”
ÇANKAYA-FALİH RIFKI ATAY (ıı) Cumhuriyet Yayınları
Ama hemen hemen tek kişi inanıyordu. “Geldikleri gibi giderler” diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk. Şevket Süreyya Aydemir’in deyişiyle o Tek Adam!
***
ÇANKAYA (V)
Atatürk’ün Son Yılları Bölümünden:
ATATÜRK VE İNÖNÜ
“…Atatürk İnönü’yü yakınındaki yeteneklerin en iyisi, yaptığı ve yapacağı işlerin en çok kavrayıcısı olarak seçtiğine şüphe edilemez. Kuvay-ı Milliye devri, İnönü’nün ilk ordunun kuruluşundaki hizmetleri ve komuta faaliyetleri dışında Atatürk’ündür. İsmet Bey hiçbir zaman bir ihtilâlci olmamıştır. İlk gençliğinden beri kendisini fırsat bulup da tanıyanlara saydıran ve sevdiren bir görev adamı idi. … Gerçekte İnönü kendini göstermek, sokulmak, yaranmak, politika oyunları ile
mevki edinmek gibi zaaflardan bütün meslek hayatı süresince uzak kalmıştır. Atatürk onu arayıp bulmasaydı, onun kendi normal meslek hayatı içinde ne olacaksa onu olup ömrünü öyle tamamlayacağına hükmetmek doğru olur.
Bununla beraber İnönü İttihat ve Terakki devrinden kendince büyük dersler almış olanlardandı. O devrin tenkitçisi idi. Merkez-i Umumi gibi sorumsuz otoritelerin hükümet işlerine müdahalesini istemez. o bir düzen adamıdır. İlerici bir Tanzimatçıdır. Pek çalışkandır.
…İhtilâl liderleri ihanetten korkarlar. İnönü, Atatürk’e onun kafasına ve gönlüne hiçbir şüphe gölgesi düşürmeyecek kadar bağlı idi. Atatürk büyük hareketler adamıdır. Teferruat ile didişmekten hoşlanmaz. Hükümet işleri ile pek baş ağrıtmamıştır. …İnönü, yeni devletin kuruluşunda ve hükümet işlerinin yürütülmesinde belli başlı amil olmuştur. … Ara sıra çeşitli şahsiyetler ile makamlar arasında çıkan anlaşmazlıklara sadece hakemlik etmiştir. (Atatürk) Bu hakemlik, İnönü’nün iç politikaca zaafları bakımından, çok defa başvekile faydalı olmuştur. Atatürk’le farklarından biri de birincisinin hiç bürokrat olmaması, ikincisinin fazlaca bürokrat olmasıdır.
Daha ilk zamanlarda Atatürk’ün bir “etraf” meselesi olmuştur. Atatürk işi ehline verir, fakat hoşuna gidenle buluşur ve eğlenirdi. Yakın çevresinde idealistler vardı, entrikacılar vardı, menfaatçiler vardı. İsmet paşa bu “etraf”a karşı çekingen ve uzak, hatta sert durmuştur.”
FALİH RIFKI ATAY (s.21-22)
***
ATATÜRK
“…Gazi’nin hal tercümesi, yeni Türk devletinin tarihi demektir. Tarihi bilmek için Gazi’yi öğrenmeliyiz.
Gazi, yaratıcı bir enerji kaynağı…Yeryüzünde kara topraktan, yeşil ottan, taştan ve tuzlu sudan başka ne varsa, hepsi böyle yaratıcıların eseri değil midir? …Gazi’yi bilmek insanın insanlığına vücut veren yaratıcılardan birinin hayat ve eserini öğrenmek demektir.
İnsanlık ağacı bir Gazi yemişini vermek için, nesillerce, sayısız yaprak çürütür. Pek azımız Gazi gibi doğarız. Herkes buharı, mikrobu ve elektiriği keşfetmez: Fakat keşfetmiş olanların metotlarını öğrenmek, büyük buluşları ve yaradılışları tamamlamak ve faydalandırmak için lâzımdır. Gazi’nin eserlerini devam ettirecek olanlar, Gazi’nin metotlarının neler olduğunu öğrenmelidirler.
Bir hakikat nasıl karışık değilse,Gazi de sadedir. Uzaktan anlaşılması kolay görünür. Cazibe(çekim) kanununun kendilerinden önce bulunmasına esef edenler az değildirler. Fakat ilk hayvanın yürümesinden de önce başlayan düşmek, o kadar basit sırrını söylemek için asırlarca değil, devirlerce ve çağlarca Newton’un aklını beklemiştir.
…Gazi yeni Türkiye’yi çocukluğundan beri kendi benliğinin dibinde yaratmaya başlamıştı. Öyle bir zeka gibi, öyle bir düşünüş ve duyuş kabiliyeti gibi, onun sabrı ve enerjisi olmadıkça ona benzeyemeyiz.
Bir fıkrasından, bir hikâyesinden, bir yazı veya nutkundan hemen anladığımızı sandığımız Gazi aradıkça yeni bir .sır verir. Yaklaşılan bir dağ gibi büyür.Asıl onu elimizle tuttuğumuz zamandır ki artık tamamını hiç göremeyiz. …”
ÇANKAYA (V)
FALİH RIFKI ATAY
***
Büyük ATATÜRK “Vatan sana minnettardır!” Seni saygı, sevgi ve özlemle anıyorum. Ruhun şad olsun!
M.GÜNER DEMİRAY
i-ATATÜRK İHTİLÂLİ
Ekim ayının başından beri Mahmut Esat Bozkurt’un Atatürk İhtilâli adlı kitabını on gün önce okuyup bitirdim. Bozkurt’un yapıtı önemli bir yapıt. Burada anlatılanlar Atatürk’ün onayından geçmiş, onun olurunu almıştır. Yapıt, Atatürk’ün isteğiyle Mahmut Esat Bozkurt’un vermiş olduğu konferanslardan derlenmiştir. Yapıta 1967 yılında Prof.Dr. Cahit Tanyol bir –önsöz- yazmıştır. Tanyol bu yazısında Atatürk İhtilali yapıtını yorumlamış, Kemalizm’i sosyal ve tarihsel çerçeve içinde tanımlamaya çalışmıştır.
Mahmut Esat Bozkurt yapıtında olay ve olguları oldukları gibi ortaya koyarak Atatürk İhtilâlini ya da Kemalizm’i sentezleyip çözümleyerek prensiplerini saptamıştır.
Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünü, yeni Türk devletinin kuruluşunu, tutsaklık kemendi boynuna atılan bir ulusun kemendi nasıl kopardığını düşünsel özellikleriyle açıklamaktadır bize. Diğer yanda Avrupa’daki düşün akımlarını, Rönesans ve Reform hareketlerini, filozofların aydınlanmacı ve devrimci düşüncelerini, İngiliz şartı (anayasa)-15 Haziran 1215- Magna Carta’nın insanlık için önemini, öte yandan Hitlerin Nasyonal Sosyalizmini, Mussolini Faşizmini, Fransız ve Sovyet Devrimini öz nitelikleriyle dile getirmektedir. Bu olguları açıklarken Avrupa ve Osmanlı tarihinden anekdotlar sunup bunlardan çıkardığı verileri bir düşün demeti halinde yansıtmaktadır okuyucuya.
Bozkurt şu düşünceye de dikkat çekiyor: “ …Marks’ın görüşlerinden, bilimsel analizlerinden, metodundan hak ve hakikatler lehine faydalanılacak çok şey var. …” diyor.
Kemalizm için de: “ Özel mülkiyeti tanıyan, fakat insanın insan tarafından sömürülmesini önlemek ve milli kalkınmayı başarmak için devlete ekonomik işlerde kontrol ve teşebbüs hak ve yetiklerini kabul eden bir sistemdir.” tanımlaması yapıyor.
Çok özet olarak söylersek, Mahmut Esat Bozkurt’un yapıtından çıkardığım sonuç şu oldu: Vatan bilinciyle mazlum milletlere de örnek teşkil edecek biçimde başarılan bağımsızlık savaşıyla temellenmiş halkçı, devrimci, milliyetçi( Türk milletini yüceltmek), devletçi, uygarlıkçı, bilimci bir hareket olan Kemalizm doktrini, özellikle Fransız ve Sovyet devrimlerinin yararlı ve güzel yanlarını da alarak oluşmuş çağdaş bir doktrindir.
Bu baş yapıt niteliğindeki kitabı herkesin okumasını dilerim.
M.GÜNER DEMİRAY
Yorum Kapalı.