Düştük yine yollara yollara.
Türkiyemizi iş üzerinden gezer dururum da bunca yıldır gariplik duygusu ardımı bırakmadı. Bir yalnızlık, bir korunaksızlık, özlem, otel odaları…
Kitaplığımdan ayrı kalmamın yitmişlik tedirginliği.
Fındık, haşhaş, buğday…Anadolu’yu binlerce yıldır sevmiş. Köylümüz her şeye karşın üretiyor.
Bu yıl da dağ taş fındık… Kamyonlarla, traktörlerle, kamyonetlerle sürekli geliyor; akıyor da akıyor devasa depolara.
İşçiler, memurlar, çözümleme, fiyatlandırma uzmanları durmaksızın çalışıyorlar.
Her an her yerde bir sonu gelmez fındık hışırtısı, yer yer kırılan fındık sesi, üreticilerin, çalışanların bağırışları…
İyi insanlar, kaba insanlar, incelikliler, yozlar…
Nâzım Hikmet’in dizelerindeki gibi, destanımızda yalnız onların maceraları vardır.
İnceyazınımız ne denli işliyor üretilenleri, üretenleri? Nerede Orhan Kemaller, Yaşar Kemaller, Zeyyat Selimoğlular…
Yazarlar aynı zamanda “sorumlu”, görevli insanlardır; bir ödev verilmişçesine çalışmalılar.
Samsun’da, Çarşamba’dayım. İçinden ırmak geçen kentteyim.
İlk ayrımına vardığım şey köpekler. Her yandalar. Bir yere yetişecekmiş gibi hızla yürüyenler, otel kapılarında yatanlar, köprü üzerinden ırmağa bakanlar, karşıya geçenler… Okşanmaya, ilgiye, sevilmeye susamışlar. Güzelim gözleriyle, burnuyla gözlerime bakıyor biri; yanımdan ayrılmıyor.
Bir de berber, terzi, çay ocağı bolluğu…
Ağır iş gününü biraz olsun unutmak için akşamları, keşfettiğim bir kahvede dünyama çekiliyorum; okuyorum.
Kahve çalışanları beni tanıdılar artık. Özenle, saygıyla karşılıyor, uğurluyorlar.
Dostluk eşsiz varsıllık… Gönül, kahve, Halit Bey, Burak Bey…
***
Üniversite öğrencileri olduklarını sandığım gençlerden öbekler görüyorum. Birindekiler ateşli bir tartışma içindeler. İstemeden duyuyorum. Tartışmalarında birikim ve yöntem yok. Bunun ayrımında olmadıklarından, birbirlerini mahvediyorlar, berbat durumdalar. Yazık. Her şeye karşın onların varlığı Çarşamba’ya canlılık katmış.
Kadınlar toplumdan çekilmişler gibi, pek görünür değiller. Ne yapalım, her halk bir biçimde seçimini yapar, yükünü de omuzlar. Bu işin şakası yok…
Okumak demiştim ya, bu günlerimde Ahmet Cemal’in denemelerini okuyorum; sindire, sindire. Düşünürümüzü saygıyla, sevgiyle anıyorum. Ahmet Cemal mutlaka çok okunmalı, incelenmelidir.
Usul usul akıyor ırmak.
Meğer zaman ne göreceliymiş, yeniden anladım.
Hızla geçen zaman geçmez oldu. Saatler durmuş sanki.
Ozan Ayşe Altan‘ın canına kıydığı haberiyle sarsıldım.
İmza etkinliğinin ardından…
Altan’ı bu acı sona sürükleyen neydi?
Güzelim şiirlerinin yeterince bilinmeyişi mi?
Sıradan yaşayamamanın acısı mı?
Belirgin yanıtı yok, olmayacak da.
Işıklar içinde uyu Ayşe Altan.
Bu güzel ülke, bu berbat dünya bizim için çok zor bir yer; ne yazık, ne yazık...
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.