Öykü
GİDECEĞİN YERİ SORA SORA ÖĞREN
A. TARIK EMRE
Turgut kaldırımda hızlı adımlarla yürüyordu. Tam yolun karşısına geçecekken kulakları tırmalayan çok tiz bir siren sesiyle irkildi. Bir cankurtaran yolun sağına doğru yanaşıyordu. Hızı iyice azalan araç durduğunda, “54. Sokak nerede, biliyor musunuz?” diye soran endişeli bir ses duydu.
Turgut duraksamadan, “Hangisi acaba; yenisi mi, yoksa eskisi mi? Hatta daha önceki mi?” diye soruya soruyla karşılık verdi.
Çok geçmeden mahalleli, siftah yapamamış esnaf, civardaki işşiz güçsüz takımı Turgut’un yanında toplandılar.
“Nereyi arıyorsunuz?” diye sordu kasap önlüğü giymiş biri.
Sağlık görevlisi aynı soruyu yineledi.
Kasap taksi durağının önünde laflayan sürücülerden birine bağırdı, “Hikmet, 54. Sokak neresi? Arkadaşlara söyleyiver hele.”
Hikmet gülümsedi, “Soru zor, Vehbi Abi! 40. Sokak’tan itibaren semtimizin sokaklarına Türk büyüklerinin adları verildi” diyerek cankurtaranın yanı başında biriken kalabalığa doğru ağır ağır yürüdü.
Sağlıkçı şaşkın bir ifadeyle Hikmet’e sordu, “Peki sizin durağı arayanlar adresi nasıl veriyorlar?”
“Durağı hep tanıdık müşterilerimiz arar. Yani gideceğimiz yeri bulamamak gibi bir sıkıntı yaşamayız. Hastanın adını biliyorsanız yardımcı oluruz belki.”
“Yok, bize sadece adres verdiler.”
“Arayan tanıdık değilse fazladan bilgi almaya çalışırız; ama sizde öyle bir durum yok galiba.”
“Fazladan bilgi derken?”
“Örneğin sokakta veya caddede hangi dükkânlar var, apartmanın kapıcısı kim gibi.”
Cankurtaran sürücüsü, “Böyle saçma şey olur mu, ya?” diye konuştu.
“Niçin saçma olsun? Diyelim ki, arayanın bunlardan da haberi yok. Bir zahmet çevreye göz atmasını rica ederiz.”
Hem sürücü hem de yanındaki sağlıkçı şaşırarak aynı anda, “O niye ki?” dediler.
“Kaldırıma, sağa sola park etmiş arabaların rengini, markasını, eğer görebiliyorsa plakasını sorarız. Arka dairede falan oturuyorsa da, varsa ağaçları, en yüksek binanın ne tarafa düştüğünü söylemesini isteriz. Yeterli bilgiyi alınca da hangi sokağa gideceğimizi anlarız.”
Sürücü iyice afallamıştı, “Gerçekten bütün bu anlattıkların akıllara zarar” dedi.
Hikmet, “Vallahi arkadaşım, ne dersen de. Belediye canı sıkıldıkça sokak isimlerini, tabelaları değiştiriyor. Bir gün sokak olan, ertesi gün cadde oluyor. Bizler bile durağın bulunduğu sokağa yeni bir isim verildi mi bilmiyoruz. Sen biliyor musun, Mustafa?” diye kalabalığa yeni katılan taksici arkadaşına sordu.
Mustafa, “Yok, ama değişecekmiş diyorlar” diye yanıtladı.
Hikmet konuşmasını sürdürdü, “Postacı, kargo görevlisi bizim buraya geldiğinde saçını başını yoluyor. Öyle değil mi, Vehbi Abi?”
“Aynen öyle. Ben aynı zamanda bu mahallede oturuyorum. Bizim burada müteahhitlere karşı direnen sadece bir ev kaldı. İyi ki o ev komşumuz. Çocuk parkının karşısına düşen sarı evin bitişiğindeki 26 numaralı apartman bizimki diyerek misafirlerimize yolu tarif ediyoruz.”
Kasap Vehbi lafını bitirince eczacı kalfası Ünal söze girdi, “Yok mu sizin ambulansın yol bilgisayarı? Anında gösterir gideceğiniz yeri.”
Sürücü, “Onu da denedik; ama eski, yeni, daha önceki, ilk sokak ismi faslından gibi bilgileri vereyim derken alet çöktü. Şu belediye ne diye değiştirir ki sokak isimlerini?” dedi.
Mahallenin sakinlerinden emekli kadastrocu Tevfik de kalabalıktaki yerini almıştı. Soru mesleğiyle ilgili olduğundan ayrıntılı bilgi vermeye başladı, “Çap ölçümlerine göre zamanında hep yanlış hesaplar yapılmış. Sokak çizimlerine önce kuzeyden başlanmış, sonra batıya yönelmişler, şimdi de doğu yönünden işe girişmişler. Tabii böyle yapılınca da, sonuçlar diğerlerine göre farklı çıkmış. Sizin anlayacağınız sokak adları karman çorman olmuş. Çizimlere yarın da güneyden başlanırsa her şey iyice çorbaya döner!”
Seyyar arabasıyla yolun kenarına yanaşan zerzevatçı Zülfikar konuşulanlara kulak kabarttı. Emekli Tevfik’in açıklaması biter bitmez, konuşmaya katıldı, “Geçenlerde bir ablamıza satış yaparken laf lafı açtı, söz belediyeye geldi.”
Kasap Vehbi, “Necla Hanım’ı diyorsun sen” dedi.
“Evet, Vehbi Abi. Hani isim vermeyeyim demiştim de…”
“Ne dedi ki, Necla Hanım?”
“Belediye başkanının bir akrabası tabelacılık işine girmiş. Saat başı sokak isimlerinin değiştirilmesi bundanmış. Akrabanın adamları darphane gibi sokak tabelası basıyormuş.”
“Yok ya, hayatta inanmam. Başkanın başarısını çekemeyenler iftira atıyorlar” dedi köşedeki inşaatın yüklenicisi.
Kalabalıktan bir ses duyuldu, “Sen ne diyorsun ya! Necla Hanım’ın eşi belediyede çalışıyordu. Bu yüzden başkanla araları bozuldu, adam emekliliğini istedi.”
Okul servisini bekleyen üniversiteli Filiz, “Sen başkanın partisine sürekli oy verdiğinden onlara toz kondurmazsın” diye diklendi.
“Sanki sadece oyu ben atıyorum. Seçildiğine göre millet memnun başkandan.”
Filiz’le yüklenici birbirlerine laf yetiştirmeye kalkışacakken cankurtaranın arkasında bir taksi durdu, sürücü arabasından inip kalabalığa sordu, “54. Sokak’a nasıl gideriz?”
“Bizim de yolumuz orası; ama bilen yok” diye yanıtladı sağlık görevlisi.
Taksinin müşterisi kadın camı açtı, “Nuri’nin dükkânını arıyoruz da… Kesinlikle tanırsınız, buraların en ünlü kuaförüymüş” dedi.
Kalabalığın arasındaki kadın berberi Suat sinirli bir sesle yanındakilere, “Herkes de şu Nuri’ye gider. Millet kazık yemeye alışmış bir kere” diyerek dert yanmaya başladı.
“Tamam şimdi oldu!” diyen taksici Hikmet sevinçle yolu tarif etti.
Diğer taksici Mustafa da, “Taksiyi takip et, sayın abiciğim” diye ünledi cankurtaran şoförüne .
Sağlıkçıların arabası ok gibi fırladı; ama araç telefonundan cızırtılı bir ses gelince yavaşladı. Ses az sonra netleşti.
“Gelmenize gerek yok artık. Hastamızı biz kendimiz götürdük hastaneye. Bir daha da ambulans çağırırsam iki olsun!” diyen öfkeli bir ses duydular.
Şoför sinirlenerek, “Bize kızacağına belediye başkanına kızsana, be adam!” diye karşılık verdi.
Sağlık görevlisi de “Adresten başka hastanın adını, sokaktaki dükkânları söyleseydiniz anında gelmiştik…” diye bağırdı.
telgrafhanesanat
Yorum Kapalı.