Sanatın Ölümsüz Dehası: GOETHE
Bedriye Korkankorkmaz
Bugüne değin hep gitmek istememe rağmen koşullar elvermediği için Almanya’ya gidemedim. Almanya’ya Alman edebiyatının iki önde gelen şair/yazar ve düşünür Goethe ile Schiller’in ülkeleri olduğu için gitmek istiyordum. Bu her iki sanatçının birbirlerinin karşı kutbu olmaları da beni heyecanlandırıyor. Dünya edebiyatına mal olmuş bu iki dehanın yapıtlarına yansıyan kişiliklerini merak ediyorum. Daha önce Schiller üzerine bir deneme yazarken Goethe’yi es geçmemin nedeni sanatçı dehasının derinliğine erecek bilgi ve birikimden yoksun oluşumdan kaynaklanıyordu. Bir an Goethe ile hayatı üzerine konuştuğumu hayal ediyorum. Sevgili Yapıtlarını yaşadıklarından beslenerek yazması beni Goethe’ ye daha çok yakınlaştırıyor. Merak ettiğim bir başka konu ise birbirlerinin karşıt kutbu olmalarına rağmen Goethe ile Schiller’i birbirlerine yaklaştıran yanlarının neler olduğudur. Goethe ile ortak bir dil geliştirmemin mümkün olup olmayacağı konusunda uzun bir süredir düşünce üretiyorum. Tam da bu hayalimin gerçekleşmeyeceği konusunda kendimi ikna etmişken günlük yürüyüşümü yaptığım bir sırada yanımda benimle birlikte yürüdüğünü fark ediyorum onun. Bir an hayal gördüğüme inandırıyorum kendimi. Goethe kendisini tanıştırınca hayal görmediğimi anlıyorum. Bir süre birlikte yürüyoruz konuşmadan. Etrafı izliyor. “Bak sen Almanya’ya gelemedin ama ben seni görmek için Türkiye’ye geldim diyerek sözün kilidini açan ilk oluyor. Kendisi hakkında yapılan araştırmalarımdan edindiğim izlenimin aksine olabildiğince sevecen davranıyor bana karşı.
“Öncelikle merak ettiğin, Schiller’le dostluğumuz hakkında seni aydınlatmak istiyorum. Schiller hakkında okuduğun yapıtta yer alan düşüncelerimi seninle paylaşıyorum. “O muhteşem bir insandı ve en güçlü çağında yanımızdan ayrıldı. Her hafta başka biriydi, hem de hep daha olgun biri; onunla buluştuğum her seferinde bana okumuşluğu, bilgililiği ve hükmüyle hep daha ilerlemiş görünüyordu. Evet onun her şeyi gururlu, muazzamdı ama bakışları yumuşaktı. Ve yeteneği, bedeni gibiydi. Schiller, benden çok daha aristokrattı, söylediklerini benden çok düşünürdü; [ama] tuhaf bir şans eseri onu, halkın özel bir dostu sayarlar. Onu buna yürekten layık görüyorum.” Benim gerçek bir dostumdu. Schiller’le dostluğumuz onun çıkardığı Die Horen adlı dergi için benden yardım istediğinde kesişti. Ölene dek kadim dostum oldu kendisi. Ölüme yaklaştığım anlarda Schiller hakkında şöyle sayıklıyormuşum: “Benim sevgili dostum Schiller’i ne diye böyle itip kakıyorsunuz? Niçin onun mektuplarını etrafıma saçtınız?” Schiller’in ölümü beni derinden sarstı. Öyle ki, uzun bir müddet hiçbir şey yapamıyordum. Bazı dostlarımın ziyaretime gelmeleri sonucunda ölen kaim dostum için bir mersiye yazabildim.”
“Sevgili Goethe aile hayatın hakkındaki düşüncelerini benimle paylaşır mısın?”
“Sevgili Bedriye, asıl adım Johann Wolfgang von Goethe olarak 28 Ağustosta 1749 tarihinde Main Nehri kıyısındaki Frankfurt şehrinde doğuyorum. Birçok seyahat yapmış, birçok konuda birikimi olan babam Johann Gaspar Goethe bir süre Wetzlar’daki İstinaf mahkemesinde üyelik yaptıktan sonra; bu görevinden ayrılıyor. İmparatorluk Müşaviri unvanına sahip olmasına karşı sadece ailesi ve çocuklarıyla ilgilenmeyi tercih ediyor. Babam belediye reisi Johann Wolfgang Textor’un on yedi yaşındaki kızı Katharina Elisabeth ile evlendiğinde kırk yaşındaydı. Aralarındaki bu yaş farkı yüzünden annemle babamın gerçek bir ilişkileri olmuyor. Annem babamı babacan olgun bir dost olarak algılarken, babam da annemi yeni şeyleri öğrenmeye muhtaç bir çocuk olarak algılıyordu. Annem doğal olarak bütün sevgisini biz iki çocuğuna adıyor. İki erkek kardeşim de küçükken ölüyorlar. Biz çocuklarda annemize babamızdan daha çok bağlı oluyoruz. Benim eğitim ve terbiyemle annemden ziyade babam ilgileniyordu. Bu konuda çok hassas olduğu için çok sert bir eğitmen olduğunu söyleyebilirim babamın. Oldukça yetenekli olduğum için çok geçmeden babamın kütüphanesini karıştırmaya başlıyorum. Eski şairlerin şiirleri arasında en çok Klopstock’nun şiirlerini okurken büyük zevk duyuyordum. Bu şairlerin şiirlerini babamdan gizli okuyordum. Babamın teşvikiyle okuduğum eserlerden yola çıkarak kompozisyonlar yazıyordum. Babam İtalya’ya gittiğinde orada güzel sanatlarla ilgilendi; bunun sonucu olarak çok güzel resim koleksiyonu oldu. Frankfurt’taki ve civar şehirlerdeki ressamlarla sıkı dostluklar geliştiriyordu. Benim ressamlığa hevesim böyle başlıyor. Ressamlıkta kısa sürede ilerleme kaydediyorum. Bir şansım da Fransızlar Frankfurt’u işgal edince bizim evin üst katına yerleşen Fransız komutanı Kont Thoranereme’nin resme olan merakıydı. Onun tanınmış ressamları eve davet etmesi kendimi resim konusunda geliştirmemde hatırı sayılır katkısı oldu. Bu savaştan dolayı dedemle görüş ayrılığına düşen babam benimle eskisi gibi ilgilenmiyordu. Serbest kalınca en çok ilgimi çeken işgal kuvvetlerinin peşinden Frankfurt’a gelen Fransız tiyatro heyeti oldu. Fransızlara düşman olan babam tiyatroya gitmeme karşı çıkıyordu ama annem dramatik temsilleri sevdiği için beni tiyatroya gitmem için destekliyordu. Savaş bitince evimiz eski düzenine kavuştu. Babam derslerimle ilgileniyordu ama eskisi gibi sıkmıyordu beni. Ben bir yandan Yahudi Almancasını diğer yandan da İbraniceyi öğrenmeye çalışıyordum. Klopstock’un “Mesih” adlı yapıtında sözü geçen tarihi olayları Tevrat’tan öğrenmek istiyordum. Bu merakımın sonucunda tanıştığım çok dindar bir kadın olan bayan von Klettenberg’le dost olduk. Beni dini açıdan etkisi altına alıyordu. Tiyatroya gitmeyi bıraktım. On üç yaşında olmama rağmen dini konularda birçok şiir/ kilise şarkıları ve ilahiler yazıyordum. Yazdıklarım büyük bir beğeniyle karşılanıyordu. İngilizce öğreniyordum. Resim ve müzik üzerine çalışmalarıma devam ediyordum. Dans dersleri alıyordum. At binmeyi öğrendim hatta eskrimle de ilgilendim. Babam benim her zaman hukukçu olmamı istiyordu. Hukuk öğrenmem için beni Leipzig’ e gönderdi ama ben hukukçu olmak istemiyordum. Leipzig’de kaldığım pansiyon sahibinin genç ve güzel kızıyla sevişmeye başladım. Bu birliktelik benim kıskançlığım yüzünden bitti. Daha sonraki yıllarda bu genç kıza karşı yaptığım haksızlıkları Frankfurt’ta tamamladığım “Sevdalının Cilvesi’ adlı dramatik eserimde tüm çıplaklığıyla yazdım. Tam da bu sıralarda kendimi salt Almanya’nın değil dünya edebiyatının büyük şairi yapan çalışmalarıma başladım. Karşılaştığım olayları piyes biçiminde yazıyordum. Frankfurt şehrindeki aile ilişkilerini “Suç Ortakları” dramımda oldukça başarılı bir biçimde dile getirdim. Bir yandan da Breitkopf adındaki bir kitapçıyla yaptığım anlaşma sonucunda şarkılar yazıyordum, şarkıları kitapçının oğlu besteliyor ve notalarıyla benim adımı yazmadan satıyordu. On dokuz yaşında Leipzig’den resim hocası Oeser ile duygusal olarak bağlandığım Friederike’den ayrıldım. Hukuk tahsilimi tamamladıktan sonra doktoramı yapmak üzere Strasburg’a gittim. Orada birçok değerli arkadaşlık kurdum ve bu arkadaşlıkların sayesinde bilgi ve becerilerimi pekiştirdim. Herder’le tanıştım. Bilgilerimin artmasında yardımcı oluyor bana. Herder sayesinde Hamann’ın eserleri ile dünya görüşünün derinliğini anlıyorum. Ossian manzumeleri/ Shakespeare’in dramları ile halk şiirlerinin derinliğine hâkim olduktan sonra yeni eserler tasarlamaya başlıyorum zihnimde. Sesenheim köyünün rahibiyle tanışıyorum ve rahibin kızına duygusal bağla bağlanıyorum. Temiz duygularla başlayan bu ilişki çok geçmeden aşka dönüşüyor. Kıza karşı büyük bir aşk beslememe karşın onunla birleşmemin bundan sonraki sanat yaşamını engelleyeceğini düşündüğüm için kızdan ayrılıyorum. Elsass’a gidiyorum orada gezintiler yaparken yeni arkadaşlıklar ediniyorum. 1771 yılında hukuk diplomamı aldıktan sonra Frankfurt’a dönüyorum. Baroya kaydımı yaptırarak avukatlık yapmaya başlıyorum. Evimde aradığım huzuru bir türlü bulamıyorum. Babam edebiyatla ilgilenmeme şiddetle karşı çıkıyordu. Babam beni hukuk mahkemesinde çalışmam için 1772 yılında Wetzlar’a gönderince çok mutlu oluyorum. Bir süre oradaki gençlerle eğlenceli bir hayat sürdürdükten sonra o hayatın anlamsızlığını algıladığım için inzivaya çekiliyorum. Sadece Botter ile Kestner’le görüşüyordum. Tanıştığım Charlotte’un Kestner’in nişanlısı olduğunu öğreniyorum ve onun nişanlısına karşı duygularımı arkadaşımla paylaşıyorum. Bu durum aramızdaki dostluğa zarar vermiyor. Çok geçmeden Ehrenbreitstein’e gidiyorum. Orada da güzel arkadaşlıklar ediniyorum ve oldukça hoş vakit geçiriyorum. Yeniden Frankfurt’a dönüyorum babamın takdirini kazanmak için mesleğimi ciddiye alıyorum. O dönemde “Götz von Berlichingen” adlı dramımı tamamlıyorum ve 1773 yılında Merck’in yardımıyla bastırıyorum. Büyük beğeniyle karşılanan dramım birçok sanatçıya ilham kaynağı oluyor. Yeni eserler yazmaya devam ediyorum. “Tanrılar, Kahramanlar ve Wieland” adlı mensur komedim de beğeniyle karşılanıyor halk tarafından. Daha sonra ünlü bir yazar ve din bilgininin oğlu olan Jerusalem’la tanışıyorum. Tam bir melankolik olan Jerusalem evli bir kadına âşık oluyor. Kadının eşi Jerusalem’in evine gelmesine engel olunca o da bu aşk acısına dayanamıyor, ben Wetzlar’dan ayrılınca intihar ediyor. Tam da o sırada ben de “Charlotte Buff” ile aramızda geçen temiz ve saf aşkın romanını yazmak istiyordum. Jerusalem intihar edince kendi yerime onu koyarak kişilik olarak birbirine hiç benzemeyen bu zıt karakteri romanımda birleştiriyorum ve “Genç Werther’in Istırapları” adını verdiğim romanımı yazıyorum. Bu yapıtımda diğerleri gibi büyük bir ilgiyle karşılanıyor. Hemen akabinde “Clavigo”u yazıyorum. Yapıtta Sesenheim’deki Friederike’e olan aşkımı ve bu aşkta sevdiğim kıza karşı yaptığım tüm haksızlıkları itiraf ediyorum. Strassburd’da iken “Faust”u yazmaya başlıyorum. Bu arada birçok önemli şahısla tanışma fırsatım oluyor. Baden kontu Karl Friedrich’le görüşüyorum. Carl August ile kardeşi Constantin’e takdim ediliyorum ve bu prensler üzerinde çok iyi izlenimler bırakıyorum. Daha sonra Lili ile tanışıyorum. Ona âşık oluyorum. “Yeni Aşk”, “Yeni Hayat”, “Erwin ve Elmire” ile “Villa Bella’lı Claudine” adındaki manzum piyesleri bu aşktan aldığım ilhamla yazıyorum. Bu kıza olan aşkım diğerlerinkinden farklıydı. İki ailenin onayıyla biz nişanlanıyoruz. Her iki ailenin kendi aralarında çıkan anlaşmazlıklardan etkileniyorum. Bu karmaşadan kurtulmak için Strasburg’a gidiyorum. Bir süre sonra tekrar baba evine dönüyorum ve nişanlımla yeniden görüşmeye başlıyorum. Benim kıskançlığım yüzünden ilişkinin yara aldığını görünce Weimar’a gidiyorum. Orada bana duyulan ilginin fazla olduğunu görüyorum. Dükün de ilgisiyle hususi istişare meclisine üye seçilmekle kalmıyor yüksek sosyetenin göz bebeği oluyorum. Dük benim evimin tüm masraflarını karşılıyordu. Dükün yakınlığından hiçbir şekilde faydalanmıyorum; sadece orasını Alman aydınlarının bir merkezi haline getirmeyi başarıyorum. Dükün yakınlığından dolayı birçok düşman da kazanıyorum. Ben, bestekârlığa ressamlığa… Hevesi olan birçok gencin yeteneklerini geliştirmelerinde onlara bu sayede yardımcı oluyordum. Tiyatroda kendim rol alarak bir zat aktörlük ediyorum onlara. Strasburg’a gidiyorum. . Orada Johann Georg Zimmermann ile karşılaşıyorum. Bana Weimar’da bulunan bayan von Stein adındaki bir kadının resmini gösteriyor. Ben de Weimar’a gelince bu kadınla tanışıyorum. Benden yedi yaş büyük yedi çocuk annesi olan bu kadına âşık oluyorum. Karşılıklı samimi bir ilişkimiz olmasına rağmen dostluktan öteye geçmiyor aşkımız. Bu kadın kız kardeşimden sonra herhangi bir kadına karşı duyduğum duygularımın en temizi, en hakikisi ve de en güzeliydi benim için. Beni sosyete yaşamından uzaklaştırarak edebiyatla yeniden ilgilememi sağlıyor. Bu sırada Wilhelm Meister’in birinci kısmını bitiriyorum. Düşeşin doğum yıldönümünde “ Hassaslar” piyesini yazıyorum bu piyes “Hassaslığın Zaferi” adıyla basılıyor.
“Senin yazdığın tüm eserlerinin adlarını tek tek anımsamak mümkün değil. Yoğun çalışmaların arasında edebiyata zaman ayırmayı ihmal etmediğin ürettiğin yapıtlardan anlaşılıyor. Sık sık çıktığın seyahatler de yapıtlarına değer kazandırıyor. İtalya şehrinde bir süre kalıp kentin eski ve yeni sanat eserlerini dikkatle inceledikten sonra Venedik’e geçiyorsun. Venedik’i baştanbaşa gezerek kentin tüm özelliklerini öğreniyorsun. Roma’ya geldiğinde kentin tarihi yerlerini görüyorsun. Roma’ya yerleşmiş olan ressam Wilhelm Tisehbein’in yardımıyla değerli sanatkârların dostluğunu kazanmış olan kadın ressam Angelica Kaufmann’la tanışıyorsun. Burada dostun Karl Philip Moritz’in “İphiegenie’nin düzeltilmesinde hatırı sayılır katkısı oluyor sana. Napoli’ye giderken onu da yanında götürüyorsun. Manzara ressamı olan Hackert ile tanışıyorsun. Büyük devlet adamı olan Filangieri’ye takdim ediliyorsun. Manzara resimleri yapmak amacıyla yanına aldığın genç bir ressam ile birlikte Sicilya’ya gidiyorsun. Orada gördüklerinden aldığın ilhamla “Rausikaaé” eserinin palanını kafanda tasarlıyorsun aynı zamanda da eski para ve madalyon koleksiyonlarına karşı büyük bir ilgi duyuyorsun. Roma’ya dönüyorsun. Ressam Hackert’in yardımıyla birçok resimler yapıyorsun. Resim çalışmalarının arasında “Egmont” u “Evwin ve Elmire” ile “Villa Bella’lı Claudine”e son şeklini veriyorsun. Faust yapıtını yazmaya devam ederek “Büyücü Mutbağ” sahnesini yazıyorsun. 18 Haziran 1788’de döndüğün Weimar’da sana teklif edilen eski görevini yapmayı red ediyorsun. Buradaki yaşantından etrafındaki insanların senin bilinç düzeyinde olmamasından dolayı zevk duymuyorsun. Milano’da tanışmış olduğun bir genç kıza duyduğun duygusal yakınlıktan dolayı bayan von Stein’e duyduğun sevgi azalıyor içinde. Böylesi bir duygu sarmalı içinde “Torquado Tasso”yu tamamlıyorsun. Ailenin yardım ve desteğiyle zor durumdan kurtarmış oldukları Christiane Vulpius adındaki bu genç kızla sevişiyorsun. Genç kız sana salt merhamet duygusuyla değil, kırk yaşında olmana rağmen seni hem çok yakışıklı hem de çok kültürlü birisi olarak gördüğü için kendisini sana teslim ediyor. Sevgilin bir erkek çocuk doğurunca kızı, kız kardeşi ve teyzesiyle birlikte evine alıyorsun. Weimar dükü August adı verilen çocuğun vaftiz babası oluyor ve çocuğu meşru bir evlat olarak nüfusuna kaydediyor Yedi yıl sonra bu kadınla resmen nikâhlanıyorsun. Eşin görgü ve kültür bakımından sana uygun bir eş olmamakla birlikte sana sadık ev işlerinde becerikli biri olduğu için uyumlu bir aile yaşantın oluyor. Evliliğinin çevrende tepki ile karşılıyor. Özellikle de evliliğinden dolayı bayan von Stein seni af etmiyor. Sana Weimar’daki tiyatroyu yönetmeni öneriyorlar. Yapmış olduğun vefakâr çalışmalarından dolayı tiyatronun kısa sürede ilerlemesine yardımcı oluyorsun. O sırada da önemli eserlerinin arasında yer alan “Akıl Hocası” adını verdiğin komediyi tamamlıyorsun. Eserin temsil edildiğinde büyük ilgiyle karşılanıyor. Eserinde bir yanda önemli birçok şahıslarla alay ediyor bu şahısların kofluğuna vurgu yaparken diğer yandan da kadınlara belli konularda dokunuyorsun. Babanın ölümünden birkaç yıl sonra, 1791 yılında Avusturya ile Prusya birleşerek Fransa’ya savaş ilan ediyorlar. Weimar’daki bir alayın komutanı olan dük sefere eşlik ederken seni de yanında götürüyor. Frankfurt’a anneni görmek için gidiyorsun. Fransızlar tarafından henüz zapt edilmiş bulunan Longwy’deki orduya eşlik ediyorsun. Valmy’nin bombardımanında orda oluyorsun. Tehlike karşısında insanın neler hissedeceğini merak ettiğin için cephenin en ileri hatlarına kadar sokuluyorsun. Dükle birlikte yaptığınız yolculuk sona erip Weimar’a geri döndüğünde tiyatronun yönetimini yeniden ele alıyorsun. “Burjuva General”/ “Sinirliler” piyeslerinle birlikte “Kurnaz Tilki” adını verdiğin manzum masalını yazıyorsun. Bu sırada Jena’daki ilim müesseselerinin idaresini yönetmeni sana teklif ediyorlar. Büyük bir zevk ve fedakârlıkla yaptığın bu işte de başarılı işlere imza atıyorsun. 1794 yılında Jena’daki bir tabiat bilimcileri toplantısında bir araya geliyorsunuz Schiller ile. Toplantı çıkışında tabiat konusunda tartışıyorsunuz. Senin, ilk bitki konusundaki görüşlerine Schiller anlattıklarının deneye dayanmadığını sadece düşünce ürünü olduğunu söylüyor. Schiller’in seninle dostluk kurması kolay olmuyor. Seni bir yandan takdir ederken diğer yandan da sevgiyle karışık bir kıskançlık duyuyor rahat bir hayat sürdürmenden dolayı. Seninle sanat anlayışınızın ters düştüğünü düşünen Schiller, zor şartlar altında yazma mücadelesi verdiğinden dolayı isyan ediyor kendi yazgısına. Yine de Die Horen dergisi için senden yardım istediğinde isteğini büyük bir memnuiyetle kabul ediyorsun. Aranızdaki zihniyet ayrılığı zamanla bir yakınlığa dönüşüyor. Bu yakınlık birbirinizin sanat anlayışınızın karşıtlığının bilincine varmanıza engel olmuyor. Schiller, seninle aranızdaki sanat anlayışınızdaki karşıtlığı bir incelemesinde poetelojik bir denemeye konu olarak ele alıyor. Schiller, gerçeklik dünyasına senden daha kesin bağlarla bağlanıyor. Schiller hakkında okuduğum yapıtta ikinizin sanat anlayışınızdaki farklılığını şöyle özetliyordu yazar:” Duygusal Schiller, eskilerin naif sanatını ne kadar az andırırsa, mizacının erkeksiliğiyle onlara o kadar benzer, zaten Friedrich Schlegel de onun o farkını kabul ederek bir keresinde Achillus ve Pindar ile karşılaştırmıştır. Böylece Romen halklarına coşkusu, konuya üstün gelen biçim tutkusuyla Schiller kadar, daha başından bu kadar anlaşılır olan başka bir Alman şairi yoktur. Buna karşı Goethe, uyumu sayesinde. Schiller’den daha klasik olduğu halde, kendisini modern şairin ideali, romantik ekolün başı yapan o dişil, Hıristiyan –Cermen öğeye sahiptir.” Sıkı bir dostluk kurduğun Schiller’le işbirliği yapmaya karar veriyorsun. Bu iş birliği Alman kültürü açısında oldukça faydalı oluyor. Farklı kişiliklerde olmanız birbirinizle olan dostluğunuzu etkilemiyor. Birbirinize danışarak yapıtlar üzerinde yaptığınız karşılıklı görüş alış verişi sayesinde ortaya daha mükemmel yapıtlar çıkıyor. Schiller’le dostluğun sana gençlik aşısı vurmuşçasına iyi geliyor. Schiller’in yayımladığı dergi çalışmalarına yardım ettiğin sırada, “İlham Perileri Almanağı” için birçok baladlarla epik şiirleri yazmakla kalmıyor, “Dış Memleketlerde Seyahat Etmiş Almanların Sohbetleri”ni de yazıyorsun. “Herrmann’la Dorotha”yı da bu dönemde kaleme alıyorsun”
“Sevgili Bedriye senin de sohbetimizin başında sözünü ettiğin gibi Schiller kendisinden çok şey öğrendiğim sadık dostumdu. Ölümü beni gerçekten de çok sarstı. Ölümüyle içimde yarattığı boşluk ölünceye dek dolmuyor. Ölüme giderken bile adını sayıkladığım yegâne insan oluyor. İnsanın kendisini tamamlayan bir dost bulması kolay değil. Hatta hayatın insana sunduğu bir mucizedir böyle bir dostla tanışmak. Hiç unutmuyorum o sırada Schiller’in yazmakta olduğu “Vallenstein” adındaki piyes bende yeniden tiyatroya ve dramatik yapıtlara karşı hevesimi canlandırıyor. Yönetmiş olduğum tiyatroyu daha ileriye götürmek için Weimar’a yerleşen Schiller ile birlikte el ele vererek canla başla çalışıyoruz. Öyle ki ikimizde piyesten başka yapıt yazmamaya karar veriyoruz. Yabancı yazarların eserlerinden de yararlanmak için önce Voltaire’in “Mahomet” adındaki yapıtı ile yine aynı muharririn “Tanered” adını taşıyan piyesini tercüme ediyorum. “Tanered”i tercüme ederken soğuk algınlığına yakalanıyorum ve günlerce ölümle pençeleşiyorum. İyileştikten sonra evimde “Çarşamba Toplantıları” adı altında haftalık eğlenceler düzenliyorum. Bu toplantılara seçkin kimseler katılıyor. Toplantılarda yazdığım yeni eserleri okuyup bu eserlerin insanlar üzerinde bıraktığı izlenimlere şahit olmak bana ve dostuna duygusal anlar yaşatıyor. Ne ki benimle Schiller’in arasını açmak için birçok entrikalar düzenliyor kötü maksatlı Kotzebue adındaki muharrir. Ölen saray müşaviri Büttner’den kalan kütüphanenin tanzimiyle uğraşırken Riethammer, Schelling, Hegel ve Tieck ile tanışıyorum ve onların dostluklarını kazanıyorum. 1803 yılında “Babası Belli Olmayan Kız” adlı dramımı tamamlıyorum. Ben hayatım boyunca hiç kimseyi yazdıklarından dolayı kıskanmadığım için etrafımdaki insan sayısı her geçen gün artıyordu. Bu yüzden birçok değerli yazarlarla dostluk kuruyordum. 1806 yılı benim için üzüntülerle dolu geçiyordu. Jena civarında verilen bir meydan muharebesinin kaybedince Weimar hem işgal hem de Napoléon’un dükün Prusya tarafını tutmasını affetmediği için yağma ediliyordu. İşgal günü sarhoş askerler benim odama kadar geliyorlar ama akıllı bir kadın olan Christiane Vulpius’un tam vaktinde Fransız subaylarını yardıma çağırması sayesinde askerleri uzaklaştırmayı başarıyor. Tam bir sanatçı duruşuyla Napoléon tarafından düzenlenen davetlere katılmıyorum. Ben o sırada oğlumu resmi olarak tüm haklara sahip olması için uğraşıyorum. O yılda da birçok hikâye ile “Pandora” adındaki piyesime başlıyorum. Bir yıl sonra da “İhtiyar Hısımlıklar” adındaki yapıtımı tamamlıyorum. Napoléon bana “Werther’i defalarca okuduğunu söylüyor. Yapıtımı kendisiyle beraber Mısır’a götürdüğünü sonradan ortaya çıkan mektuplardan öğreniyorum. Napoléon Erfurt’dan ayrılmadan önce bana “Légion d’Honneur” nişanını veriyor. Bana daha önce de Rusların “St. Anne” nişanı verilmişti.
“Sevgili dostum, o sıralarda gençlik yıllarımdaki hatıralardan yola çıkarak “ Kendi Hayatımdan Şiir ve Hakikat”ı yazmaya başlıyorsun.1814-1815 yılları arasında Rhein bölgesinde çok güzel günler geçiriyorsun. Birçok saygın dostlar ediniyorsun. Orada “Rhein ve Main Bölgesinde Sanat Eserleri ve Eski Çağlar” adını verdiğin yapıtını yazıyorsun. Çoktan beri ilgini çeken Şark dillerini inceliyorsun. Çalışmalarının sonucunda “Batı –Doğu Divanı” adını verdiğin ünlü eserini yazıyorsun. 6 Haziran 1816 yılında sana büyük bir sadakatle bağlı olan eşini kaybediyorsun. O sırada Weimar parlamentosu ile aran senin yaptığın işlere duyulan güvensizlikten dolayı açılıyor. Yönetiminde olan tiyatrodan da sana karşı kasten çıkartılan zorluklardan dolayı ayrılıyorsun. Jena üniversitesinin oldukça karışık olan kütüphanesini takdire şayan bir şekilde düzenliyorsun. Bundan sonraki yıllarda kendini yazmakta olduğun yapıtların düzeltmelerine adıyorsun. 1820 yılında “Faust’un ikinci kısmını yazmaya başlıyorsun. “İtalya Seyahati” ile “Fransa Seferi” de bu dönemde yazdığın yapıtlar. 1923 yılında ağır bir kalp rahatsızlığına yakalanıyorsun. Bir müddet bu hastalıkla mücadele ettikten sonra kendini toparlıyorsun. Yeniden Ulrike von Lewezow adındaki zeki olduğu kadar güzel de olan genç bir kıza âşık oluyorsun. Yetmiş üç yaşında olmandan dolayı genç kıza mutluluk veremeyeceğini düşündüğün için ayrılıyorsun kızdan. Dostun Schiller ile birlikte büyük emek verdiğin Weimar’daki tiyatro binasının yandığını görmek seni çok üzüyor. Hemen her gününü çalışarak geçiren sen, 1930 yılında “Wilhelm Meister’in Seyahat Yılları” adındaki büyük yapıtını tamamlamakla kalmıyor “Faust’un ikinci kısmını yazmaya devam ediyorsun. Aynı yılın Ekim ayında İtalya’da bulunan biricik oğlun August’un ölümüyle sarsılıyorsun. Oğlunun ölümünün akabinde hastalanıyorsun bir süre kendini toparlayamıyorsun. Doktorların itinalı bakımıyla yeniden toparlanıyorsun. Bu dönemde “Faust’un ikinci kısmını tamamlıyorsun. Weimar’da doğumunun yıl dönümü münasebetiyle düzenlenecek olan törenlerden kaçmak için iki torununu da yanına alarak Ilmenau’a gidiyorsun. Orada adına düzenlenen şenliklerden dolayı duygusal anlar yaşıyorsun. Weimar’a döndüğünde yeniden ilmi konularla ilgileniyorsun. Hastalığın yeniden nüksediyor. Hekimlerin yardımıyla atlattığın krizler yeniden gelmeye başlıyor. Son yaptığın iş ise titreyen parmaklarınla sanatkârın himayesini emreden kâğıdı imzalamak oluyor. Artık sayıklamaya başlıyorsun. 22 Mart 1832 tarihinde öğleden evvel saat on bir buçukta üzerinde son günlerini geçirmiş olduğun arkalı koltuğun sol köşesine yaslanarak, son derece sakin bir biçimde gözlerini hayata yumuyorsun. Ölümünü o sırada yanında bulunan ne gelinin ne torunların ne de doktorun anlıyor. Dostun Schiller öldüğünde onun naşı için yaptığın tabut resmini ele geçiren dostların tabutunu yaptığın modele uygun olarak yapıyorlar. 26 Mart 1832 tarihinde naşın Weimar’daki prenslere özgü mezarlığa gömülüyor. Gömüldüğün yerde dostun Schiller/Weimar dükü Carl August ve eşi düşeş Luise ile yan yana yatıyorsun. Yalnızlık çekmediğini bilmek içimi rahatlatıyor.
“Sevgili dostum, seninle paylaştığım bilgileri Varlık yayınları arasında çıkan “Dünya Klasikleri Goethe Hayatı/Sanatı/Eserleri” yapıtından edindim. Yapıta belirtildiği gibi senin yapıtlarını şöyle gruplandırmak mümkün: 1. Şiirler, 2. Dramatik Eserler, 3. Roman ve Hikâyeler, 4. Hal Tercümeleri ve Hatıralar, 5.Sanata, Edebiyata ve Ahlaka Dair Yapıtlar. Edindiğim bilgilere dayanarak senin dolu dolu yaşadığını görüyorum. Aynı zamanda dostun Schiller’den daha az duygusalsın Schiller ise alışılmamışın dışında duygusal biri. Yapıtlarını yaşadıklarından yola çıkarak yazıyorsun. Yaşadığın aşklar birçok sanat yapıtına ilham kaynağı oluyor. Birçok yetenekli gencin kendilerini yetenekleri konusunda geliştirmesinde hatırı sayılır rolün oluyor. Yaşadığın aşklarda oldukça kıskanç bir erkeksin. Bu kıskançlığın yaşadığın birçok aşkı bitiriyor. Kıskançlığın yüzünden kırdığın sevgililerinle yaşadıklarını da yapıtlarında itiraf ediyorsun. Özgürlüğüne olan tutkun yüzünden aile kavramına fazla bağlı biri olmadığın anlaşılsa da özünde aile kavramına büyük bir önem veriyorsun. Annene babandan fazla bağlı olman annenin senin kendini gerçekleştirmen yolunda seni yüreklendirmesinden kaynaklanıyor. Hiçbir çıkar amacı gütmeden seviyorsun sevdiklerini. Kendi alanlarında bilgin olmuş dostlarınla geliştirdiğin ilişkiler bugün ki Goethe olmanda önemli yeri oluyor. Evlendiğin eşinin kendin gibi bilgili ve birikimli bir insan değil de, sana sadakatle bağlı biri olmasından anlıyorum sadakati bilgi/kültür ve güzelliğe tercih ettiğini. Sık sık âşık oluyorsun. Yaşadığın aşkların ömürleri kısa oluyor. Buna rağmen aşk yaşadığın sevgililerin birçoğuyla dost kalmayı başarıyorsun. Yapıtlarında, içinde yaşadığın çağın sorunlarını mercek altına alıyorsun. Birden çok görevi bir anda yapmana karşı yazınsal üretkenliğin sekteye uğramıyor. Sanatın birçok alanında yapıt yazıyorsun. Yazdıkların ve ürettiklerinle salt Alman edebiyatının değil, dünya edebiyatına da adını altın harflerle yazdırıyorsun. Aşkı yaşadıklarınla kutsuyorsun. Ayrılıkla son bulan tüm ilişkilerinde duygusal olarak fazla etkileniyorsun. Aşk hayattan zevk almanın bir başka yolu senin için. Yaptığın seyahatlerde edindiğin bilgiler ve gezdiğin ülkelerin kültürünü kendi kültürünle birleştirerek kendi sanat çizgini yaratıyorsun. Tek bir konuya bağlı kalmıyorsun yapıt üretirken. Yazdığın her yapıtta bir başka konuyu ele alıyorsun. Diğer yazarlar gibi ünlü olmak için çaba harcamıyorsun. İçinde yaşadığın kültür ortamı ve yetişme koşulları birçok farklı dallarda kendini geliştirmen için sana olanak tanıyor. Hayatında birçok yaşama biçimi içinde yer alıyorsun. Zaman zaman yolunu özellikle de yönünü kaybettiğini düşünsen de kısa bir süre sonra hayatını rayına oturtmayı başarıyorsun. Önemli misyonları olan insanların yakın dostu olman düşündüklerini hayata geçirmende sana yardımcı oluyor. Yönetimini üstlendiğin tiyatroda birçok yenilikler getiriyorsun. Sorumluluğunu üstlendiğin diğer görevlerde de aynı başarıyı gösteriyorsun. Hayatını sarsan en önemli olaylar arasında anne/baban ve kız kardeşinin ölümünün yanı sıra oğlunun da ölümü tıpkı dostun Schiller’in ölümü gibi sarsıyor seni. Bildiklerini insanlarla paylaşırken kıskanç biri olmaman seni insan kılan bir başka meziyetin. Tıpkı ürettikleri yapıtlarından dolayı yazarları kıskanmaman gibi. İnsanlığın kütüphanesine armağan ettiğin sayısız yapıtlarının yanında düzenlediğin kütüphaneler çizdiğin resimleri… de armağan ediyorsun. Hayatını salt edebiyat ve sanat üzerine oturtmuyorsun yaşanmışlıklar senin nazarında sanat ve edebiyat gibi kutsallığını koruyor. Yüksek mevkilerde dostlar edinmene ve hayatında hiç yoksulluk çekmemene rağmen yapıtlarını hiçbir kimsenin etkisi altında kalmadan yazıyorsun. Yazdıklarının konusunda oldukça titiz ve seçici olmandan dolayı yapıtlarının günümüzde de geçerliliğini koruyor. Çağı, çağları aşan bir bilgesin sen. Öğrenmek ve öğretmek senin kişiliğinin en belirgin özelliği. Bunca aşk yaşamana rağmen aşkta aradığını bulamadan yaşama serüvenini bitiriyorsun. Ünlü olmak zamanla senin için alışıla gelmiş bir durum halini alıyor. Her anını değerlendirmek için hiçbir özveriden kaçınmıyorsun. Öyle sanıyorum ki ölüme giderken şunu da yapsaydım demenin pişmanlığını yaşamıyorsun. Yaşadıklarıyla kendisini gerçekleştirmiş sayısı az düşünür ve yazarlardan biri oluyorsun. Özünde iyiliksever birisin. Hiç kimseyi içinde bulunduğu koşullardan dolayı küçümsemiyorsun. Sen, sadece sanatını ortaya koyarken katı ve titizsin kendine karşı. Düşüncelerini paylaşırken kimseye ödün vermiyorsun. İçindeki sevgi boşluğunu ne ailenden gördüğün sevgi dolduruyor ne de yaşadığın aşklar. Yaşama sevincinin sendeki karşılığı hayata anlam katmaktır. Sana hayatına ve hayata kattığın anlamdan dolayı saygı duyuyorum. Özellikle de üretkenliğine. Seni sen yapan değerlerinle seviyorum. Benimle konuşma mütevazılığını gösterdiğin için sana yürekten teşekkür ediyorum. Dostun olarak varlığına her zamankinden fazla ihtiyaç duyuyorum. Seni ve Schiller’i özlemle kucaklıyorum.”
“Sevgili Bedriye, ben de seni aynı duygularla kucaklıyorum. Ne zaman bana ihtiyacın olursa beni çağırman yeterli. Sevgiyle kal ve üretmeye devam et.”
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.