Günay Güner
Halk Öncüsü Bir Eğitimci: Cevat Geray
Toplumların kalkınmasında önder nitelikli kişilerin önemli işlevleri vardır. Türkiye’de binbir güçlükle sağlanan ilerlemede çeşitli alanlarda uzmanlaşmış, roller üstlenmiş önderlerce gösterilen özverinin büyük payı olduğu gerçektir. İşte ülkemizin yüz akı aydınlarından, değerli eğitimci Prof. Dr. Cevat Geray böyle bir kişidir.
Cevat Geray 23 Mayıs 1930 tarihinde, İstanbul’da doğar. İlkokulu Kasımpaşa İlkokulu’nda, ortaokulu Kasımpaşa Ortaokulu’nda, liseyi Haydarpaşa Lisesi’nde parasız yatılı olarak okur. 1950-1951 ders yılında öğrenimine başladığı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde (SBF), öğretmeni Prof. Fehmi Yavuz’un da etkisiyle Kamu Yönetimi bölümünü seçer.
Öğrencilik döneminde toplumsal çalışmaların da içindedir. SBF Öğrenci Derneği Yönetim Kurulu’nda ve Türkiye Milli Talebe Federasyonu adını taşıyan ilerici öğrenci kuruluşunda etkin bir üye olarak çalışmalarda bulunur. Federasyon o kadar etkilidir ki, uygulamaları nedeniyle tepki gösterdikleri Bakan Tevfik İleri’nin istifasını sağlarlar. (Küçükceylan, 2008) Yeşilay Derneği’nin öğrenciler arasında yaygınlaşması çalışmalarına katılır.
Yine SBF yıllarında Birleşmiş Milletler’in dünya ölçeğinde düzenlediği bir yazı yarışmasında birinci olur, İsviçre’de iki hafta konuk edilir. İnsan Hakları alanına ilgisi bu deneyimle başlar.
1953 yılında SBF’yi bitirir. Çok sevdiği, etkilendiği Prof. Fehmi Yavuz’un asistanı olmaya karar verir. “Şehircilik” alanına büyük ilgi duyar. Ancak zorunlu hizmetinden dolayı kaymakamlık stajına başlayan Cevat Geray, önce Bursa’da, sonra da İstanbul’da çeşitli birimlerde staj yapar, ardından da İstanbul Şişli, Beyoğlu ve İkizdere (Rize) kaymakamlıklarında kaymakam vekili olarak çalışır. İkizdere’de Mecelle’den Medeni Kanun’a geçiş döneminde, resmi nikah kıyılmamış evlenmeler ve birden çok evlilik yüzünden evlilik dışında doğmuş nesebi sahih olmayan, Yurttaşlık Yasası’nın getirdiği haklardan yararlanamayan eşler ve çocuklar sorunu üzerine önemli çalışmalar yapar. Bu özgün çalışma Bakanlık İdare Dergisi’nde, ayrıca İş ve Düşünce dergisinde yayımlanır. (Küçükceylan, 2008) SBF Şehircilik Kürsüsü’nün açmış olduğu asistanlık sınavını kazanan Cevat Geray, öğretmeni Prof. Fehmi Yavuz’un da isteği doğrultusunda, 1955 yılı aralık ayında kaymakamlık görevine başlar. Yaklaşık olarak iki buçuk yıl İçişleri Bakanlığı’nda çalışan Cevat Geray, bu dönem sonunda kaymakamlıktan ayrılarak, SBF, Şehircilik Kürsüsü’nde asistanlık görevine başlar. (Cevat Geray’a Armağan)
SBF’nin ilk doktora öğrencilerinden olan Geray, doktora eğitiminin ardından, 1957 yılının eylül ayında SBF ile New York Üniversitesi arasında yürütülmekte olan “ortak öğretim üyesi değişimi” projesi kapsamında ABD’ye gönderilir. “Şehir Planlamanın Başlıca Tatbik Vasıtaları” başlıklı doktora tezini de büyük ölçüde oradaki kaynaklardan yararlanarak hazırlar. 1959 yılında Türkiye’ye dönen Geray, 18 Mart 1960 tarihinde “Siyasi İlimler Doktoru” olur. Prof. Fehmi Yavuz 1960 Devrimi sonrasında kurulan hükümette Milli Eğitim Bakanı olunca, Cevat Geray da bir süre Fehmi Yavuz’un Özel Kalem Müdürlüğü’nü yapar. Bu süre içinde yaptığı askerlik hizmetinden sonra yeniden SBF Şehircilik Kürsüsü’ndeki görevine döner.
Geray, “Toplum Kalkınması Deneme Çalışmaları: Bünyan Örneği” adlı çalışmasıyla 24 Kasım 1966 tarihinde doçent olur. SBF’de lisans düzeyinde “Şehircilik”, “Mahalli İdareler”, “Türkiye’nin Sosyal Yapısı” derslerini ve seminerlerini vermeye başlar. 1963-1966, 1968-1972 yılları arasında Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü’nde, 1972’de Trabzon’da Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde “İmar Hukuku” dersleri verir. (ODTÜ’de, Geray’ın ders vermesini engellemek amacıyla, verdiği ders kaldırılır.)
Cevat Geray, ders ve seminer çalışmalarının yanı sıra farklı akademik çalışmalar da yürütür. Pek çok üniversitede, kuruluşta, kamu kurumunda dersler, seminerler, konferanslar verir, açık oturumlarda, özel uzmanlık komisyonları çalışmalarında konuşur. TRT’de köye ve köylüye yönelik olarak yayımlanan sabah kuşağı izlencelerine, toplum kalkınması ve kırsal kalkınma konularında metinler yazar, değerlendirmelerde, eleştirilerde bulunur. Geray, 1974 yılında, “Planlı Dönemde Köye Yönelik Çalışmalar” adlı kitabıyla profesörlüğe yükselir. Aynı dönemde İmar ve İskan Bakanlığı Müsteşarı olur
Prof. Dr. Cevat Geray, 1976 yılının mart ayında Ankara Üniversitesi SBF Basın Yayın Yüksek Okulu Müdürü, 1977 yılının Haziran ayında da SBF Dekanı seçilir. Ekim 1980’de yeniden dekan seçilen Geray, Türkiye’nin kargaşa ve bunalımlı yıllarında yürütmeye çalıştığı dekanlık döneminde, kaymakamlık deneyimlerinden, Türk genörgütü içerisinde yapmış olduğu danışmanlık çalışmalarından ve yöneticilik uygulamalarından oldukça yararlanmış, tarafsız bir yönetim örneği göstermiştir. (Adıgüzel). Geray, Yüksek Öğretim Kurumu Yasası’nın süreyi kısaltması nedeniyle Eylül 1982’de dekanlıktan ayrılır, Basın Yayın Yüksek Okulu Müdürü ve Siyasal Bilgiler Dekanı olarak görev yaptığı altı yıl içinde hiçbir soruşturma geçirmemsine, uyarı almamasına karşın, 1983 yılının Şubat ayında 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası gereğince üniversitedeki görevlerine son verilir.
Prof. Dr. Cevat Geray 1990 yılında Danıştay kararı ile SBF’ye geri döner. SBF Ernst Reuter İskan ve Şehircilik Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü’nü yürütür, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi ve Gazi Üniversitesi Mimarlık Mühendislik Fakültesi’nde lisans, yüksek lisans ve doktora izlencelerinde kendi alanıyla ilgili dersler verir. 1996 yılı Ekim ayında atandığı Mersin Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde iki yıldan fazla Kamu Yönetimi Bölümü başkanlığı yapar. 1 Ocak 1999 tarihinde yaş haddinden emekli oluncaya kadar bu görevini sürdürür.
Prof. Dr. Cevat Geray, alışıldık anlamda emekli olabilecek bir yapıda değildir. Bilimsel, ekinsel ve toplumsal çalışmalarını, üretkenliğini aralıksız sürdürür. Yine SBF’de, Ankara Üniversitesi’ne bağlı Eğitim Fakültesi’nde, lisansüstü düzeyde, “Kırsal Gelişme ve Kooperatifçilik”, “Kentleşme Sorunları” ve “Halk Eğitimi” gibi derslere girmektedir. Önemli dergi ve gazetelerde (özellikle de Cumhuriyet gazetesinde) bilimsel yazılar yazmayı sürdürmektedir.
Cevat Geray’ın yapıtları [bir kaçının adlarını belirmek gerekir: “Şehir Planlamasının Başlıca Tatbik Vasıtaları”, (1960), “Toplum Kalkınması Deneme Çalışmaları: Bünyan Örneği” (1967), “Personelinin Gözüyle Küçük Belediyelerin Sorunları” (Prof. Keleş ile ortak) (1969), “Planlı Dönemde Köye Yönelik Çalışmalar: Sorunlar, Yaklaşımlar ve Örgütlenmeler” (1974), “Şehircilik: Sorunlar, Uygulama ve Politika” (Prof. Yavuz ve Prof. Keleş ile ortak) (1974), “Kırsal Türkiye’de Toplum Kalkınması ve Kooperatifçilik” (1981), “Belediyecilik Eğitimi” (Prof. Harmancı ile ortak) (1994), “Kentsel Toprak Rantının Kamuya Kazandırılması” (Prof. Keleş, Prof. C. Hrmancı, Doç. A. Mengi ve Yrd. Doç. C. Emre ile ortak araştırma yazanağı) (1999)] şehircilik, kırsal kalkınma, halk eğitimi, kooperatifçilik alanlarında büyük bir birikimi oluşturur. Görüldüğü gibi, anılan alanlar azgelişmiş ülkelerin, özellikle de Türkiye’nin en yaşamsal; tartışmaların, çatışmaların, çelişkilerin odağında yer alan toplumbilimsel, düşünsel ve ekinsel sorun alanlarıdır.
Topluma Kişilik Kazandırılması: Halk Eğitimi
“’Kitle eğitimi’, ‘yetişkinler eğitimi’, ‘yığın eğitimi’, ‘toplum eğitimi’, ‘temel eğitim’, ‘sosyal eğitim’, ‘yaygın eğitim’ ve benzeri adlar altında girişilen halk eğitimi, yetişkinlere ve okul dışındakilere yönelmiş, düzenli, dizgeli ve örgütlü bir eğitim sürecidir.” (Geray, 2002:3; ayrıca Bkz. Geray, 1974)
Halk eğitimi üzerine başat kaynak olan “Halk Eğitimi” adlı kitabında, bu alanın başlıca sorunlarını, gereklerini; halk eğitiminin ana görevleri, öğrenme açısından bireyin özellikleri, eğitim ve ekonomik gelişme, toplumsal değişme ve eğitim, halk eğitimi izlencelerinin düzenlenmesi, halk eğitiminin yöntemleri, basın yayın yoluyla halk eğitimi, halk eğitimi ve ekin sanat etkinlikleri, Türkiye’de halk eğitimi ve güncel temel sorunlar, yerel yönetimler ve halk eğitimi, insan halkları ve eğitim, çevre bilinci ve eğitim, üniversite, Köy Enstitüleri, Halkevleri gibi önemli başlıklar altında, derinliğine irdeler.
Halk eğitiminin önemini kavramak için, Türkiye’nin, 1938’den buyana yaşadığı süreci, özellikle de son otuz yılını incelemek yeter. Türk Devrimi’nin ekinsel özü, halkın yüceltilmesine, bütün olanaklar kullanılarak kişilikli bireylerden oluşan bir ulus durumuna ulaştırılmasına dayanırken, 1938’le başlayan Osmanlı hayranı, devrim karşıtı yönetimlerin anlayışı halkın geleneklerle, alışkanlıklarla, körinançlarla, törelerle yaşatılmasına dönük olmuştur. Osmanlı denince, 624 yıl süren bu devletin halka bakışını Vahdettin’in Rauf Bey’e (Orbay) sesini yükselterek söylediği şu sözler çok açık ortaya koyar: “Rauf Bey, halk dediğin bir sürüdür. Ona bir çoban gerek. O da benim.” Bu nedenle Osmanlı’da halk eğitim kurumlarını yine kendi koşulları içinde var eder. Ahilik Teşkilatı ve 18. yüzyıldan başlayarak yerini alan lonca sistemi bunun en önemli örnekleridir. Osmanlı’nın son döneminde, Meşrutiyet yıllarında, ulusçuluk düşüncesinin güçlenmesiyle, halk eğitimiyle ilgili kurumlaşmalar başlar. Hatta halk eğitiminde büyük değeri olan dergi yayımcılığının başlangıcı biraz daha geriye gider. Türkiye’de ilk dergi 1861’de Münif Paşa’nın çıkardığı Mecmua-i Fünun’dur Zayıf da olsa benzer gelişmeler koşullarda ilerleme sağlar. Ancak, halk eğitiminde devrimin Cumhuriyet’le yapıldığı açıktır.
Prof. Dr. Cevat Geray’ın “Halk Eğitimi” adlı yapıtında ekinsel devrim ve izleyen devrim karşıtı süreçteki kurumlaşmalar şu başlıklar altında somutlaştırılır: Milli Eğitim Bakanı İsmail Safa’nın Genelgesi (1923), Eğitimin Birleştirilmesi (Tevhid-i Tedrisat) Yasası (1924), Eğitim Örgütüne İlişkin Yasa (1926), Milli Eğitim Bakanlığı içinde Halk Eğitimi Bölümünün kuruluşu (1926), Halk Derslikleri’nin kuruluşu (1927), Abece Devrimi (1928), Ulus Okulları’nın (Millet Mektepleri) kuruluşu (1928), Akşam Sanat ve Ticaret Okulları (1928), Halkevleri (1932), MEB Merkezi Örgütü ve Görevlilerine İlişkin Yasa (1933), Köy Eğitmen Kursları (1936) ve Köy Enstitüleri (1942), Birinci Milli Eğitim Şurası (1939), Dördüncü Eğitim Şurası (1949), Bakanlıklararası Temel Eğitim ve Halk Eğitimi Komisyonu (1951), Halk Eğitim Toplu Çalışması (Semineri) (1951), Halk Eğitim Sormacası (Anketi) (1952), Temel Eğitim Merkezi Kurulmasına İlişkin Yazanak (1956), VI. Milli Eğitim Şurası (1957), Eğitim Ulusal Kurulu (Milli Komisyonu) Yazanağı (1959), Er Okuma-Yazma Okulları (1959-1975), Ulusal Temel Eğitim Merkezi’nin kuruluşu (1960), Halk Eğitimi Genel Müdürlüğü’nün (HEGM) kuruluşu (1960), VII. Ulusal Eğitim Şurası (1962), DPT Özel Uzmanlar Kurulu çalışmaları ve halk eğitimi (1962), Ulusal Eğitim Planı hazırlığıyla görevli kurulun yazanağı (1962), Halk Eğitimi Genel Müdürlüğünün Köy İşleri Bakanlığına Bağlanması (1964), HEGM’nin MEB’e bağlanması (1967), Devrimci Eğitim Şurası (1968), Halk Eğitimi Konferansı (1969), Halk Eğitimi Genel Müdürlüğünün MEB Genel Öğretim Müsteşarlığına Bağlanması (1971), DPT Yaygın Eğitim Özel Uzmanlık Kurulu Yazanağı (1971), Milli Eğitim Reformu Strateji, Eşgüdüm Kurulu Komisyonu (1971), İnsangücü Eğitimi ve Mektupla Öğretimin Halk Eğitimi Genel Müdürlüğü içinde birleştirilmesi (1972), Dokuzuncu Milli Eğitim Şurası (1974), Ulusal Eğitim Temel Yasası (1975), Türkiye’de Yaygın Eğitim Toplu Çalışması (1975), DPT Kitle Eğitimi Özel Uzmanlık Yarkurulu Yazanağı (1975), Çırak, Kalfa ve Ustalık Yasası ve Halk Eğitimi Genel Müdürlüğünün Mesleki-Teknik Öğretim Müsteşarlığına Bağlanması (1977), Demokratik Eğitim Kurultayı (1977), Okuma-Yazma Seferberliği (1981), Onuncu Milli Eğitim Şurası (1981), Onbirinci Milli Eğitim Şurası (1982), Çıraklık ve Yaygın Eğitim Genel Müdürlüğü (1983), 3308 sayılı Çıraklık ve Meslek Eğitimi Yasası (1986), Onüçüncü Milli Eğitim Şurası (1990), Çıraklık ve Mesleki-Teknik Eğitim Konseyi (1990), Ondördüncü Milli Eğitim Şurası (1993), Onbeşinci Milli Eğitim Şurası (1995). (Geray, 2002:169-189)
Bir ulusun seksen beş yılı için çok uzun sayılmayacak bu liste önemli ipuçları içeriyor. Örneğin Cumhuriyet’in kuruluş döneminde ve 1960’lı yılların başında ne kadar kalıcı ve kararlı işler yapıldığı; dışındaki dönemlerde ise havanda su dövmek türünden, hatta zaman zaman çağdaş eğitim ilkelerine aykırı işler yapıldığı görülüyor. Nüfusun büyük bölümünün kırsal kesimde yaşamasına karşın (günümüzde kâğıt üstünde yaklaşık %30’dur) 1950’den sonra köylüler halk eğitiminin öncelikli kitlesi olmaktan çıkmıştır. 1960 Devrimi bu gidişi çok kısa bir süre yavaşlatabilmiştir. Örneğin Halk Eğitimi Genel Müdürlüğünün (HEGM) iktidar ilişkilerinin etkisiyle geçirdiği değişim çok ilgi çekicidir. 1960 Devrimi’nden sonra eğitimin çok önemli bir duruma gelmesiyle, yerinde bir kararla kurulan HEGM, yine doğru bir yaklaşımla köylünün eğitimi düşünülerek 1964’te Köy İşleri Bakanlığına bağlanmıştır. Ancak 1967’den başlayarak HEGM’nin konumu sürekli değiştirilmiş (1967’de MEB’e, 1971’de MEB Genel Öğretim Müsteşarlığına, 1972’de İnsangücü Eğitimi ve Mektupla Öğretime, 1977’de Mesleki-Teknik Öğretim Müsteşarlığına bağlanır), kırsal nüfusla ilişkisi koparılmış, giderek işlevsizleştirilmiştir.
Köylüye, halka, halkın eğitimine gerçek anlamda ilgi Cumhuriyet’in ilk yıllarından öteye gidememiştir. Bu çekirdek dönem topu topu on beş yıldır. Sonraki birkaç yılda yapılan olumlu işler de kaynağını bu dönemden alır.
1949’da Elsinore’da toplanan UNESCO Halk Eğitimi Kongresinde devletlere verilen, halk ile seçkin arasındaki ayrılığın giderilmesi görevi konusunda, Türk Devrimi’yle 1922-1940 arasında örnek kurumlar kurulmuş ve etkin uygulamalar yapılmış, Türk halkı uluslaşma sürecinde etkileri günümüze kadar ulaşacak şekilde eğitilmiştir. (Geray, 2002:14)
Halk eğitiminin toplumsal önemi, tartışma gerektirmeyecek kadar açıktır. Her şeyden önce demokrasi ve demokratik kurumların yapısal niteliği halk eğitimiyle ve bu eğitimin içeriğiyle, yöntemiyle doğrudan ilişkilidir. Geray bu yaşamsal ilişkiyi şöyle açıklar:
“Seçme ve seçilme hakkının geniş kitlelere tanındıktan sonra, demokrasi eğitimi, daha da önem kazanmıştır. Geniş kitlenin bu gücü en iyi, en bilinçli biçimde kullanması gerekmektedir. Ayrıca çağcıl, katılımcı demokrasi anlayışı yurttaşların yalnızca seçimden seçime oy vermenin çok ötesinde, siyasal süreçlerin her aşamasında en geniş ölçüde katılımını öngörmektedir. Fakat eğitsel düzeyinin yetersizliği nedeniyle, kitle, çoğu kez bu gücü, bu hakkı en etkili biçimde kullanmanın yollarını bilmemektedir. …Demokrasinin verimli olması, amaçlarına ulaşması, toplumun karşı karşıya bulunduğu karmaşık sorunları kavrama, bunlara ilişkin kararlar verme yeteneğine sahip seçmenlere dayanır. Seçmenleri bu düzeye getirmek için halk eğitiminin gereken çabayı göstermesi beklenmektedir.” (Geray, 2002: 14,15)
Demokrasi ve parlamenter düzen, özgür bilinç edinmiş, seçimini bu bilincin sağladığı birikime dayanarak yapan bireylerle gerçek özünü kazanır. Belirtilen süreç ancak bu yolla, halkın eğitimiyle; kentleşme, sanayileşme öncesi eşitsiz egemenlik ilişkilerinin; cemaatlerin, derebeyliğin, etnik bağımlılıkların baskısından uzak; ancak çağdaş yaşamın anlamlı kıldığı sınıfsal çıkarların gerektirdiği doğrultuda işleyebilir. Atatürk’ün önderliğinde, Türk Devrimi’nin Millet Mektepleri’yle, Halkevleriyle, o dönemde oluşturulan temeller üzerine izleyen yıllarda kurulan Köy Enstitüleri’yle, Türk Tarihini Tetkik Cemiyeti’yle (Türk tarih Kurumu), Türk Dil Kurumu’yla, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’yle, Konservatuar’la, Türk Operası’yla, giderek çağdaş üniversiteyle yarattığı ulus böylesi bir halktan oluşur. Ülkeyi yüzyıllarca karanlık içinde tutsak eden Ortaçağ zinciri böyle kırılır. Ayrıca bu bağlamda, topluma insan hakları bilincini, her geçen an daha da büyüyen çevre sorunları karşısında duyarlılığı yaratmak yönünde halk eğitimi olmazsa olmaz koşuldur, başat zorunluluktur. Egemen sınıfların, her olanağı, halk eğitimini geriletmek yönünde kullanmalarının, bu kurumları işlevsiz kılmak, hatta ortadan kaldırmak istemelerinin nedeni de budur. Çünkü eğitilmiş insan kişiliklidir, sürü olmaz, güdülmez, özgürlüğüne düşkündür, gerekirse özgürlüğü için, eşitlik için çile çekmeyi göze alır. Üç kuruşla, sadakayla, bir koli bayat bakliyat kolisiyle satın alınmaz.
1940 yılından başlayarak ekin ve eğitim, devrim koşullarında sürdürülmek bir yana, gitgide çağdaşlıktan, bilimsellikten, akılcılıktan hızla uzaklaştırılmış, gerici, dinci bir yapıya doğru sürüklenmiştir. Oy uğruna halk dalkavukluğuyla imam-hatip, Kuran kursu önceliğinin belirlediği bir toplum amaçlanmış, Eğitimin Tekliği ilkesi ortadan kaldırılmıştır. Sekiz yıl zorunlu eğitim bile, güçlükle, birçok karşı tepki göğüslenerek başlatılabilmiştir.
Cevat Geray sözkonusu gerici süreci şöyle açıklar:
“Milli Eğitim Temel Yasası, sekiz yıllık temel eğitimden sonraki ortaöğretim için, çeşitli izlenceler (genel, teknik ve mesleksel programlar) uygulayacak olan liselerin, gençleri hem yaşama ve mesleğe hem de yüksek öğretime hazırlamasını öngörmektedir. Aynı yasanın ‘Yükseköğrenime geçiş’ başlığını taşıyan maddesinde, öğrencilerin lisede öğrenim gördüğü izlenceyle ilgili bir yükseköğretim kurumuna girmesi koşulu öngörülmüştür. Bu da imam-hatip liselerinin üniversitenin her fakülte ya da yüksekokuluna giremeyeceği anlamına gelmektedir. Yasada açıkça belirtildiği gibi, imam-hatip liselerinin amacı din hizmetlerinde çalışacak görevlileri yetiştirmektir. Oysa imam-hatip liselerini bitirenlerden en çok yüzde 15’inin din hizmetlerinde, geride kalan büyük çoğunluğun, imam-hatiplikle ilgili olmayan özel ve kamusal işyerlerinde çalıştığı yapılan araştırmalardan anlaşılmaktadır. Bu liseleri bitirenlerin yükseköğrenime geçişte, alanlarına en uygun yükseköğretim kurumlarına (örneğin, ilahiyat fakültesine) girmesi yasa gereğidir.
Siyasal iktidarlar, YÖK ve 12 Eylül askeri yönetimi, imam-hatipleri genel liselerle eşdeğerli tutarak, Milli Eğitim Temel Yasası’nın değindiğimiz kuralına aykırı bir tutumla, bu liseleri bitirenlerin diledikleri yükseköğretim kurumlarına girmelerine olanak sağlanmıştır. Bugün de üniversiteye girişte, bu ayrıcalık sürmektedir.
İmam-hatiplerin harp okullarına alınmalarına ilişkin yasa önerisinin verilmiş olduğunu anımsıyoruz. Bir başka öneri de Kuran kurslarına ortaokul diploması verilmesine ilişkindi. Bunların Öğretim Birliği Yasası’nın amaçlarına ne denli aykırı olduğu açıktır.
Yükseköğrenim gördükten sonra imam-hatiplerin kaymakamlık, yargıçlık gibi mesleklere girişte yeğlendiklerini gözlemliyoruz.”(Geray, 2002: 260, 261)
Toplumun her anlamda kalkınması eğitime, özellikle de yetişkinlerin eğitimine sıkı sıkıya bağlıdır. Halk eğitimiyle, toplumu oluşturan bireylerin insanlığın hızla değişen yaşam koşullarına uyum sağlamasını kolaylaştırmak amaçlanır. Bu süreç içinde bireyin kişiliği de gelişir. Yanı sıra örgün eğitimden yararlanmamış olanlara temel eğitim, yararlanmış olanlara ise tümleyici, yenileyici, eksikleri giderici eğitim verilir. Meslek ve sanat eğitimiyle, geçimlerini sürekli sağlayabilecek olanaklar yaratılır. Toplumsal sorunları çözme yönünde yaklaşımlar geliştirir. Genel kültür edindirir. Siyasal sürece katılımı kolaylaştırır, bilinçlendirir. Belirtilen amaçlara ulaşılması ölçüsünde insan haklarının varlık bulacağı, kağıt üzerinde kalmayıp yaşanır olacağı söylenebilir. Yokluğu durumunda toplumların en büyük acıların içine düştüğü insan hakları uğrunda bir avuç aydının mücadelesiyle, tüm halkın bilinçli mücadelesi çok farklı sonuçlar verecektir. Çünkü tüm toplum aydınlaşacaktır. Bireylerin büyük bedeller ödemelerinin önüne ancak böyle geçilebilir.
Ağır yükü göze almak denince buna en somut örneklerden biri yine Prof. Dr. Cevat Geray’ın yaşamıdır. 1980 askeri yönetiminin başlarında, yakın dostu Aziz Nesin’le ve diğer aydınlarla birlikte, baskılara ilk tepki olan “Ekmek ve Hak Dilekçesi”ni hazırlar. İlk “Demokrasi Kurultayı”nı, “Anayasa Kurultayı”nı düzenleyenler içindedir. Ekin Bilar A.Ş. ve Onbinler A.Ş. bilim ve ekin çalışmalarının etkili olmasında büyük payı vardır. 1980 askeri yönetiminin baskısına karşı Türk halkının onuru olmuşlardır. Atatürk’ün mirası yok sayılarak kapatılan Türk Dil Kurumu’nun yerine kurulan Dil Derneği’nin Kurucu Başkanıdır. Türkçeye tutkuyla, sevdayla bağlıdır. Dilimizi özenle, en doğru biçimde kullanır, böyle olunmasını ister. Daha lise yıllarında Kaynak adlı dergiyi çıkarır. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki öğrencilik yıllarında, Kültür Kolu Başkanı olarak düzenlediği ilk şiir gününe Cahit Sıtkı Tarancı, Cahit Külebi, İlhan Geçer gibi önemli şairler katılır. Gecede şiirlerini sunan Cemal Süreya ve Sezai Karakoç gelecekte Türk şiirinin değerli adları olurlar.
Halkıyla bütünleşmiş gerçek bir aydındır Geray. Gözünü budaktan sakınmaz. Dekanlık yaptığı bunalımlı yıllarda da öğrencisini polise vermemekte direnir. Polisi sınıfa sokmaz. Emniyet Müdürünün diretmesi karşısında Yönetim Kurulu’nu toplar, sınavları iptal eder, Fakülte’yi boşaltır. Öğrencime eziyet edilirse her türlü uğraşı veririm, der. (Küçükceylan, 2008) Geray’lar işte böyle hocadır! Şimdiki kimi “öğretim üyeleri” gibi değil. O hepimizin, öğretmenlerin öğretmeni, hocaların hocası, babacan Cevat Hoca’sıdır. Onlarca aydının yakıldığı Sivas kıyımından kurtulur kurtulmasına ya acısı her zaman yüreğindedir.
Sevgili Cevat Geray Hocamız her zaman gençlerin destekçisi; bilimsel, toplumsal ve ekinsel çalışmaların, insan hakları mücadelesinin öncülerinden olmuştur. Her koşulda halkla iç içe yaşamıyla tarihimizi yazmayı sürdürecek.
Kaynaklar
Adıgüzel, Şenol www.mersin.edu.tr
“Cevat Geray’a Armağan”, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yay. 2001
Geray, Cevat, 1974 “Halk Eğitiminin Kurumlaşması”, Eğitim Fakültesi Dergisi, C.7, S.1-4
Geray, Cevat, 2002 “Halk Eğitimi”, İmaj Yay.
Küçükceylan, Nermin 2008 “Saygın Bir Bilim İnsanı Cevat Geray”, Patika derg. Sayı 61
(Bu yazı Öğretmen Dünyası dergisinde yayımlanmıştır.)
(Fotoğraf: Günay Güner)
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.