Toplumsal yaşam iniş çıkışlıdır ve boşluk kaldırmaz; genellikle de eksil kalan insanlık ülkülerine ilişkin olandır ve yerini kölelik, tutsaklık, eşitsizlik, savaş…doldurmakta gecikmez.
Yaklaşık altı yüzyıllık Osmanlı döneminin buyurgan – kul ilişkisi ne yazık ki batılı tek erkli yönetimlerden yüzlerce yıl sonra; ancak Türk Devrimiyle sonlandırılabildi.
Devrime değin, sultanın şatafatının, debdebesinin sürmesi için bir cepheden diğerine gönderilerek “telef” edilebilecek bir varlık, giderek nesne olarak görülen Türkler, devrimle eşit yurttaş ilişkisi düzleminde tanımlanmıştır. “Gerçekten böyle oldu mu olmadı mı” çokbilmişliklerine gerek yok, hele de günümüzü yaşarken! Bu ülke saçma tartışmalardan bezdi.
Türk sözlü ekininde savaş, göç, buyurgan kıyımı acılarının büyük yer tutması boşuna değildir. Cumhuriyetle birlikte Dil Devriminden Müzik Devrimine (ki çoğu zaman anılmaz), plastik sanatlara en güç işler başarılır ve yeni ve bilinçli, eleştirel insan yaratılır.
Bir derebeylik ve tek erklilik ardılı toplum için bundan daha değerli kazanım olamaz. Sanat, düşün, inceyazın donanımına kavuşturulmuş insanı bağnazlaştıramazsınız, güdemezsiniz, sömüremezsiniz!
Gerekli görürse aç kalmayı göze alır ama boyun eğmez, onurunu hiçbir bedele satmaz. Güdülemeyen, yönlendirilemeyen insan başka ne yapar? Demokrasi için zorunlu ve vazgeçilmez koşulları sağlar; sınıfsal yararı yönünde oy kullanır.
Sözkonusu insan yapısı, kendine “postmodernizm” diye garip bir ad takmış bazı kesimlerce salakça savlarla eleştirildiği sanılan “modernizm” döneminde gelişme olanağı buldu. Modernizm kendini de eleştiri kapılarını açık tutabiliyordu. Usçuluk başat dayanaktı. Postmodern ve Yeni Dünya Düzeninin “küresel” çöküş saldırılarıyla insan ve insancılık öldürülmeye çalışıldı. İnsanın bütünlüğü dağıtıldı, deyim yerindeyse insan beyni su geçirmez katmanlara, bölümlere ayrıldı. Tutarsızlık ve çelişki önemsenmez oldu. Böylesi bir tipte sanat, inceyazın, düşün olanaksızdır. Yeryüzü ölçeğinde çürüme, kokuşma…
“Sanat kurumları, kitaplar…olsun mu olmasın mı” halkoylaması yapılsa, şaşırmayacağımız koşullardayız. “Şu düşüncede olanlara yaşam alanı bırakmayacağım; bunu oylayalım…” Tam kovboy kafası: “Haydi asalım…”
Kaldı ki bu benimsenemez halkoylamalarına sürüklenmek yetmezmiş gibi oylara da karışılıyor, “milli irade”ye kıymak sıradan işlerden sayılıyor.
Bundan sonra ne mi olur? “Milli” Kültür Şurası yazanağına bakarsanız tam bir yıkım. Usa gelmedik ne değin ilkellik varsa bir arada…
Bu rezillikleri tasarlayarak uygulayanların bugüne değin kıyımlardan, ilkelliklerden başka bir işleri olmadı. ürettikleri, insanlık ekinine kattıkları hiçbir değer yok. Oysa kazımak için çabaladıkları ama başaramadıkları kesim güzelliği, bilimi, yazını yaratan kitledir. Yeryüzüyle de bağ kuran onlardır.
Bu böyle sürecek değil. Sular geriye akmaz.
Hiç kimse, yaşam biçimini, uygarlığını, tehdit edildi, baskılandı diye, altın tepside kimseye sunmaz. Bunu amaçlayanlar boşa beklemesin, umutlanmasın.
İlkellik, kıyımcılık, insanca, sevgice, erdemlice olanı teslim alamaz.
telgrafhanesanat
Yorum Kapalı.