İLHAN SELÇUK’TAN SOSYALİZM SEMİNERİ
Tuttuğu notlardan hazırlayan: A.Cengiz Büker
Semineri veren: İlhan Selçuk
1967 yılında ben İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi son sınıfta öğrenci idim. Istanbul’da İstiklâl Caddesi -Tünel Meydanı’nda, şu anda adını anımsayamadığım bir Café’de Cumhuriyet Gazetesi Yazarı İlhan Selçuk, TMGT (Türkiye Milli Gençlik Teşkilâtı) etkinlikleri içinde, o dönemde bana göre ağabey denecek yaşta da olsa, coşkulu ve yürekli bir devrimci olarak, devrimciliği – toplumculuğu, olguya ilgi gösteren her yaşta gençlere anlatan – öğreten dersler, “seminer”ler vermişti.
Ağır koşullar altında kendi bileğinin olanaklarıyla Tıp öğrenimi yapma uğraşında bir öğrenci olarak, kendimi yarınlara hazırlamak dileğiyle – heyecanıyla bu seminerlere -ya da derslere- ben de katıldım, notlar tuttum. Bu notları kurşunkalemle kaba kâğıtlara, o zamanki edebiyat bilgime – anlayışıma göre, o dönemin ve o konuşmacının üslûbuna (biçemine) göre, hem dinleyip hem kâğıda dökerek hızlı hızlı yazmışım. Anlatılan dersleri kaçırmamak için acele ile, kısaltmalarla, anımsatıcı imlerle… çoğu kez başlanmış bir tümceyi yarım bırakarak, yanlışlık olursa düzeltmek için geri dönemeyerek tutulan bu notlar, bu durumda yine de anlanır ve anlamlı bir tarihsel belge kimliğini gösteriyor. Bilgisayar yazısına dökerken, elimden geldiğince ‘en az’ düzeltme yaptım, ‘aslını bozmamaya çalışarak’. Öztürkçeleştirme sırasında önerdiğim tilciklerli parantez içinde italik olarak sundum. Yer yer aynı bir tilciğin değişik yazımlarına[1], ya da yarım bırakılmış, yazmaya yetiştirilememiş tümcelere raslarsanız, lütfen, hoşgörüyle karşılayınız.
Anlamı ve ana düşünceyi bozmadan düzeltmeye çok uğraştım.
Notların tutuluşu göz önüne alındığında, belki, yazınsal yönden, bu tür dağınıklıkları, sözel bir anlatma ve dikkatli bir dinleme açısından bir içtenlik – doğallık imi olarak bile değerlendirebileceğinizi umuyor, “Her ne denli, yazım yönünden, biçem yönünden, anlamsal süreç yönünden ara sıra “sürç-i kalem” ettim ise, affola!” diyorum.
Bu notlarda İlhan Selçuk’un temiz, yalın ve apaçık kişiliğini duyumsadığımız gibi, o dönemin politik konum ve fikirlerini de ilgiyle izleyebiliyoruz. Birçok yerde, özellikle de temel kuram ve görüşlerde, pek çok şeyin bugün de güncelliğini koruduğunu görüyor, bugün içinde bulunduğumuz sorunların elli yıl önceki biçim ve evrimini gözlemleyebiliyoruz. Kimi fikir ve kavramlar, tıpkı kimi sözcükler gibi, -belki?-, bugün için anlamını yitirmiş olsa da, düşünen insan olarak zihnimizi dolduran toplumsal olguları ve değişmez gerçekleri anımsamakla günümüze de yarınımıza da ışık tutan sezintiler yakalayabiliyor, düşünsel olayların sürekliliğini ve felsefi sonsuzluğunu duyumsayabiliyoruz.
Ben bu seminerleri dinlerken, gazeteci ya da yayınca değildim, dinlediklerimi saklamak için değil, yalnızca anlamak öğrenmek incelemek amacıyla, söz uçar yazı kalır anlayışıyla, kendim için yazmış, not tutmuştum; bilseydim, örneğin, katılanların adlarını, çalışma yerinin kimliksel dökümünü… daha başka birçok ayrıntısal bilgileri kâğıda dökerdim. Yıllar sonra tozlu kâğıt yığınlarından oluşan büyük hazinemin içinde bu notlar elime geçti. Şimdi onları bilgisayar yazısına geçirip, bu nâçîz emeğimi değerlendirmesi dileğiyle değerli yoldaşım – arkadaşım Günay Güner’e gönderiyorum. Bana böyle, bence, çok yararlı bir iş yapma olanağını sağladığı için, bu kısa önsözle kendisine sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
İstanbul – Göztepe, 28 Şubat 2018, Çarşamba
BİRİNCİ GÜN – 21 / 7 / 1967, Cuma, Tünel Meydanı – İstanbul
KONU: BİLİMSEL SOSYALİZM
Başlangıç: Eski Sosyalizmler:
(Didaktik Materyalizmi anlamak için) kitaplar devirmeye lüzum yoktur, otomobil kullanmaya benzer şekilde öğrenilebilir.
Eşyâ (nen, nesne, madde, cisim)=materyalizm X[2] fikir = idealizm
(Bir başka deyişle) madde elle tutulan somut bir nesne, düşünce ise göze görülmeyen soyut bir nendir.
* * *
“Materyalizm” (kavramı) da eski çağlardan beri, ‘Eski Yunan‘dan beri, mevcuttur; örnek: Demokritos.
Laiklik (kavramı) Fransız İhtilâli ile çıkmıştır.
Dialektik, maddenin devamlı (sürekli) bir değişim içinde olduğunu anlamaktır. Hiçbir şey aynı kalmaz. Marks, sâdece sosyolojinin de bir bilim olduğunu ortaya koymuştur, toplumlar da bir takım kanunlara (yasalara) bağlı olarak daimî değişim hâlindedirler (Esâsen toplum da madde kavramının içindedir).
İdealistler der ki, eşyâ (madde) yoktur, sâdece bizim intibâlarımız (izlenimlerimiz) mevcuttur. Bakış noktasına göre dıştaki eşyâların (nesnelerin) görünüşü değişir, bu da onların gerçek olmadığını isbât eder (kanıtlar).
Madde alt-yapıdır, düşünce üst-yapıdır, altyapı üstyapıyı etkiler.
* * *
İdealizm <= Türkiye => Kitap yobazlığı gerçekleri
Maddeyi – ve toplumu- daha iyi tanımamız gerekir. Ilk önce ‘madde’nin dâimî (sürekli / hiç durmadan) değişim içinde olduğunu kabûl etmeliyiz.
Böyle gelmemiş, böyle gitmeyecek.
‘Tarih’i değişmez birşey gibi gösteren burjuva kültürüdür. “Güneş altında yeni birşey yoktur”, “İnsan hep insandır” gibi lâflar yanlıştır.
Bourgoisie ≡ Capitalisme. Anlamları tıpatıp aynıdır.
Madde değiştiği hâlde ismi değişmemektedir. (Kezâ, aynı kurallara bağlı olarak) tutucular da devrimciler kadar değişmekte ve biçimden biçime geçmektedirler.
Türkiye’de de Komprador İktidârı değişim içindedir.
Sovyet Rusya’da Liebermanisme sistemi çıktı; kâr usûlüne dönüş. (Fakat) buradaki kâr İngiltere’deki kâra benzemez, çünkü fabrikalar esâsen bir tek kişinin elinde değildir. Dolayısıyla da kâr bir tek ele geçmeyecektir.
Artık-Değer meselesi de böyledir.
Rusya – Çin – Küba … incelenmeye değer örneklerdir.
“Hayatla ölüm insanın vücûdunda var, yaşlılıkla gençlik de insanın vücûdunda var”, demek ki, iki zıtlık (karşıtlık / çelişki) bir yapı içinde birleşebiliyorlar. Bu güçlerin mücâdelesi, toplumda da bir itici güç yaratmaktadır.
Alt yapı => iktisat, üst yapı=> siyâset
İKİNCİ GÜN – 22 / 7 / 67
ÖZETLEME:
Sosyalizmin herkes tarafından açık seçik bilinmesi, birtakım bilginlere münhasır (özgü / sınırlı) kalmaması gerekir…
Gerçeklere sırt çevirirsek ya bireyci ve bencil ya da bir takım fikirlere saplanmış, başka gerçek tanımayan bir softa oluruz. Rus toplumu – Libermanizm – Kâr sistemi – Kapitalist iktisatçılar.
Hâlbuki sosyalizmin toplum gerçekleri kapitalizmin toplum gerçeklerinden farklı olacaktır. İngiltere’deki kâr ile Rusya’daki kâr birbirinden farklıdır.
Amerika nasıl kalkındıysa biz de öyle kalkınırız, derler. Oysa o günden bu güne dış gerçekler değişmiştir. Vaktiyle yaşanmış bir târih süreci tekrar yaşanamaz. Alman Mûcizesi dedikleri şey de aynı böyledir.
Gene Türkiye’de Burjuva ve Proletarya ayrımı, Türkiye kapitalist aşamaya henüz gelmediği için, başka toplumlardan ayrı olacaktır.
Diyalektik: Kutsal bir şey yoktur, değişmeyen bir şey yoktur.
Fıkra: Bilgin pireyi inceliyormuş. Pireyi özgür bırakınca pire sıçrıyormuş. Bacakları koparıldığı zaman pire, “Atla pire!” deyince atlayamıyormuş, bu durumda çıkarılan sonuç: Pire sağır oluyor … (Bu bir yanlış düşünüş örneğidir).
Bir atom bombası veya Türkiye’ye, örneğin 20 yaşında bir gencin bıçaklanması olayı gibi, dışarıdan bir müdâhale (işine karışma) süreçlerin gelişim yönünü değiştirebilir…
Kitaplardaki kalıplara uyarsak, bir çeşit hareketsizlik ve kadercilik içine düşmüş oluruz. Sosyalizm ve Proleterya, Kapitalizmin ürünüdür. Türkiye’deki Proleterya bu durumda mahdut (sınırlı) olmaktadır. Mao Tse Tung’a göre 1930’da Çin Proleteryasını 2 milyon olarak hesaplamıştır. Bunun dışında esnaflar, ortakçılar, yarıcılar var.
Kapitalist aşama Medeniyetin mutlu bir aşamasıdır. Şimdiye kadar her medeniyet bir sömürme sistemine dayanmıştır. Bunları düşünerek / düşününce Sosyalizmimiz katı ve kuru olamamaktadır.
Oto-dinamizm= her şey kendi zıddını içinde taşımaktadır (demektir) ve bu zıtlaşma bir kuvvet yaratır.
İktisat=Deve’nin gölgesi(ni)… kiralamak
İnsan vücudu=Hayat X Ölüm (karşıtlığı),
Yumurta=Tez X Civciv=Antitez (karşıtlığı)
Tasdîk (doğrulama) X İnkâr (yadsıma) (karşıtlığı)
Her şeyin iki yanı (iki yüzü) olduğunu daimâ düşünmek lâzımdır.
* * *
‘ORTANIN SOLU’ NEDİR?:
Yumurta tasdiktir, Civciv inkârdır > Tavuk inkârın inkârıdır (Yadsımanın yadsıması)…
Her şeyi (salt / mutlak) iyi veya (salt / mutlak) kötü görmeme alışkanlığı.
Halk Partisi içinde de bir Tez ve bir Antitez var.
C.H.P. komprador burjuvazisinin partisidir; buna meşruluk kazandırmak için Ortanın Solu çıkmıştır. C.H.P. sosyalist bir partidir ve Ortanın Solu bunun için çıkmıştır.
C.H.P.’nin zaman içindeki evrimi, içinde bulunduğumuz hâlde tahlîli… Meselâ son dokunulmazlık olayında C.H.P. lideri, “Anayasa Sosyalizme açıktır” demiştir.
Bu basit vasıtaları kullanan, kafasını kullanmasını öğrenir, softalıktan kurtulur. Herkes kendisi için düşünmeli, aslâ başkasından, (o ondan) daha iyi düşünüyor diye emir almamalıdır. Bir Fıransız, bir Sovyet ihtilâli, uzun sürede gerçekleşebilecek bir şeyi kısa zamanda gerçekleştirmiştir.
“Matérialisme historique (Tarihsel Maddecilik)” nedir?
Sosyalizm açısı = Sınıfsal açı
Atatürk , Marx, Castro, Mao Tse Tung, vs. gibi büyük adamların hayat boyunca söyledikleri sözlerde, (doğal olarak), çelişmeler vardır; çünkü Marx ve Russell(‘e göre) bazen bir yanlış uzun süre doğru olarak kabûl edilebilir…
Newton’un “Principia”sı dünyâdaki tek “dört başı mâmûr” bilim eseridir. Ondan sonra ancak Einstein’ın İzâfiyet Teorisi belki ona biraz yaklaşmaktadır, ki onda da birçok spekülâsyonlar vardır.
Üniversite kantininde bilgiçlik taslamak sâdece tepki ve direnme yaratır.
Bütün bunlara rağmen sertlikleri yumuşatmak gerek. Kesinkes ayrılık yapmamalı.
Millî Cephe kurulmalı.
Tarihsel Materyalizm, konusu gelecek sefer incelenecek. Bu arada Türkiye’nin bugünkü durumu ve dünyânın durumu da söz konusu edilecek.
Üniversitemizin meseleleri; bâzısı (kimisi) kolay Prof. oluyor, bâzısı olamıyor
İdris Küçükömer[3] – Metin Özek[4] olayı.
Üniversitemizin kapısı kimi fikirlere kapalı…
(Oysa) savaş içindeki Komünist Partilerinde bile tartışma vardır. Tartışma olmayan yerde Sosyalizm olmaz. Böyle toplantılarda kendi meselelerimizi tartışacağız. Anti-komprador nutuk atmanın yeri de ayrıdır. Üniversitedeki softalık da bu hoşgörü yokluğunun sonucudur. “Aynı suda iki kez yıkanıl(a)maz” demiş Herakleitos.
Biz Amerikan Kapitalizmi ile içiçe yaşıyoruz.
ÜÇÜNCÜ GÜN – Pazartesi, 24 Temmuz 1967
Arkadaşlarım!
Gene geçen konuşmamızdan hatırlatmalar (yaparsak):
Pişirmek için beş günün başında… Bilimsel Sosyalizm, korkulacak – kütüphâneler devirmeyi gerektirecek kadar büyük bir şey değildir. Basitleştirmekten (yalınlaştırmaktan) korkmayacağız.
Bu konuşmalara gelirken evde kitap karıştırıyorum, en basit kitaplar bile işi (iyice) karıştırıyorlar, karışık anlatıyorlar.
Bir şeyi basitleştirmek kolay değil, insan sorum(luluk) altına giriyor.
Bir şeyi karışık anlatıp hatâya düşmektense, basit anlatıp hatâya düşmek daha nâmuslucadır.
Değişim bizi gelişim fikrine getiriyor.
tohum => fidan => ağaç => meyva => toprak => tohum
Süreç: Birbirini takip eden süreçler, karşılıklı etkileşim içindedirler. (Bu kuvvet çelişmeden doğar. (Formülü şöyledir):
tez (yumurta) X antitez (tavuk) => sentez
Mâlûmatfuruşluk yapmaya lüzum yoktur… biz bu konuları tatbik etmek (uygulamak / kullanmak) için öğrenmekteyiz,
Ahlâk: Burjuva Ahlâkı ve Sosyalist Ahlâkı (diye ikiye ayırabiliriz).
Sosyalizm, Ahlâkı bir gelişim içinde görür. Örneğin: eskiden: köle ticâreti (vardı) => bugün: emek ticâreti (onun yerini almıştır); bir vakit gelecektir ki, emek alım satımı da bir nâmussuzluk olacaktır.
Zıtlaşma (karşıtlık / çelişme) mevcut olduğuna göre, olayları iki yanlı göreceğiz; yoksa yobaz oluruz. Pulitzer, “Siyâsî hayatta tek taraflı yargı insanı ‘Septisizm’e götürür” diyor. (Bir insanı bile incelerken) onun hem iyi hem de kötü yanını görmek gerekir. Yoksa kadro kurulamaz, işçi çalıştırılamaz. Patronlar bile belli değişik bir toplumda başka türlü görüneceklerdi(r).
Bugün (bizde) Üniversite bozuk düzen(li), hattâ aşağılık bir kurumdur; ama içinde ilerici ve iyi kimseler de vardır.
Bir sonbahar tasviri okuyan diyalektikçi, “bu yazı niçin yazılmış, başka yazacak şey yok muydu?” der…
Diyalektiğin ikinci faydası (varılan şu yargıdır): Eylem gerekli, fakat (önce) fikir gereklidir. Lenin demiş ki: “Devrim doktrini olmadan devrim yapılamaz, yapılsa da başarıya ulaşamaz.”
Çok önemli bir şey: Teori…! (Teorisiz pratik olmaz. Bilgi ve fikir olmadan eylem olmaz). Türkiye Kapitalist devrimi yapmadığı için, Türkiye’de kesinkes bir Burjuva X Proleterya (karşıtlığı) ayrımı yapılamıyor.
“Bu adam (?) Hitler’e karşı rezistans (direniş) hareketinde kahramanca savaşırken ölmüştür…”
İnsanları şartlandıran (koşullandıran), içinde bulundukları dış gerçektir.
Küçükken, bir tüccarın intihâr etmesini anlayamazdım. Köyden gelip geçekonduya gelen (kişi) iflâs edip Şişli’deki apartımandan* gecekonduya geçer(se yaşayamaz* o günlerde “apartıman” sınıf farkını gösteren önemli bir simge idi)…
Sosyalizm stratejiyi uzun uzun konuşmak, bunun için lüzumludur…
AP[5] iktidârı tam bir sınıf mücâdelesi vermektedir.
* * *
Bu diyalektiği târihe uyguladığımız zaman “Tarihsel Maddecilik” kendiliğinden ortaya çıkar…
İnsan dünyâya geldiği zaman, yemesi gerek, giyinmesi gerek, barınması gerek… bunun için de çalışacaktır… emek başlamıştır… bu çalışma böylece artar durur… iş bölümü… emeğin farklılaşması… esâret… köle & efendi… kölelerin çalışması kuralı… kanun (yasa)… devlet doğdu… Köleler çalışır, efendiler devlet yönetir… Roma ve Yunan toplumları böyle idi, fakat size okulda, hattâ Üniversite’de böyle okutmazlar… Kölelerin ayaklanması için söz söyleyen, derhal devlet düzenini korumak için öldürülürdü… Az sayıda zenginler çok mal sâhibi olur… bu malı başka toplumlarla değiş tokuş etmek isterler… aracılar = ticaret… tüccarlar… din… râhipler… tanrılar… tanrıların çeşitli toplumlarda çatışması… tek tanrı fikri… eşitlik fikri… Ortaçağ… Feodalite=Derebeylik… ┌┐_┌┐_┌┐[6] (kale/şato simgesi)… Senyör (Seigneur) X Serf … Senyörleri koruyan papazlar ve askerler… Özel kültür ve eğitim sistemi… Aristokrasi (=soylular)… Aristokrasi böyle(likle) insanları sömürerek olmuş… Fakat daimâ böyle durmayacak (=diyalektik, böyle söyler)… İktisâdi güç yavaş yavaş burjuvazinin eline geçecektir… Kırallık aslında derebeylikten başka birşey değildir… Biz hepsini öğrenerek, Karlofça Pasarofça derken sapıtıyoruz… topun îcâdı… kalelerin yıkılması… en kuvvetli derebeyi & asiller… ┌┐_┌┐_┌┐ + ┌┐_┌┐_┌┐ + ┌┐_┌┐_┌┐ … Makine denen birşey çıkıyor… Papen tenceresi[7] bütün bu asillerin canına okumuş (olan) tenceredir…
Toprak sâhipleri X makine (fabrika) sâhipleri (karşıtlığı). Toprak X makine (karşıtlığı). Toprağın üretimi sınırlıdır. Burjuva giderek daha çok sömürmeye başlıyor. Ekonomik (iktisâdî ) gücü artıyor. Siyâsî değişim başlar (evrimle ve devrimle). Örnek: Fıransız İhtilâli. Makine gittikçe büyüyecek. Başka ülkeleri de sömürmek ihtiyâcı (gereksinimi) duyuluyor… Ürünü satmak için “Pazar” lâzım… Emperyalizm (İmperyalizm) = dışpazar + hammadde + dışgüç. Elinde para durmadan toplandığı için sonunda => MÂLÎ SERMÂYE İHRÂCI=> $ (dolar).
* * *
Emperyalizmin yeni ve eski şekli arasında çok fark vardır. Çiçero niye konuşmayı öğrenmiş…?
Bayrak dikilmesi birşey ifâde etmez, bir memleketteki kanunlar o memleketin sömürülmesini önleyemiyorsa, (orada bağımsızlıktan söz edilemiyor, ne yazık ki)…
* * *
DÖRDÜNCÜ GÜN – 26 / 7 / 1967
Diyalektik materyalizm açısından tarihsel evrim anlatıldı.
Bu şemalar her topluma tıpkısı tıpkısına uygulanamaz, bu konuda pekçok kitap yazılmıştır.
Bilimsel sosyalizmin kurucusu Marks ve Engels’tir. Bunun doğru olmadığını kanıtlamak için Üniversiteler çalışıyor, cilt cilt betikler yazılıyor(?).
“Kapitalizmi tanıyalım” dediğimiz zaman “(Hele) Batı’ya ulaşalım (da)” derler; bu birçokları için “Kapitalizme ulaşalım” demektir. Kapitalist toplum çelişmeyi içinde saklar (Burjuva X Proleterya çelişkisi).
Bir de ‘az gelişmiş (kapitalizm aşamasına ulaşamamış)’ toplumlar vardır: İlkel topluluk => kölelik (sistemi) => derebeylik => kapitalizm. Bu aşamaların birinden öbürüne geçiş ‘trak diye’ olmamaktadır, herşeyin bir süreci var…
Asya-Tipi üretim biçimi, son zamanlarda ele alınmaktadır; bu Marks ve Engels’in kitaplarında yazılı idi.
Asya-Tipi üretim biçimi, basit olarak şudur: İlkel toplulukta özel mülkiyet yok(tur) => Kölelikte sömürme gâyet âşikâr(dır) => Asya-Tipi üretim biçiminde de “Özel Mülkiyet” görülmemektedir. Şah, örneğin, Tanrı’nın gölgesidir ve topraklar Tanrı’nındır. Köylü toprağı işler, fakat onun sâhibi değildir. Köylü vergi verir, fakat köle değildir, toprağa da bağlı değildir.
Kıral / Pâdişah… onun temsilcileri… bürokrasisi + askerleri + memurları…
Bu durum derebeylikten farklıdır.
Bir tarihin ve bütün toplumların tamâmen incelenmesi mümkün değildir, zordur.
Asya-Tipi üretimde zıtlıklar daha yumuşak olduğu için Evrim de daha yumuşak olmaktadır. Asya toplumlarının durgunluğu ve geri kalmışlığı buna izâfe edilmektedir.
Asya-Tipi üretim sisteminden Marksistler çok çekinmektedirler. Bu (konu) henüz çekişme ve müzâkere hâlindedir. Bu çekişmenin büyük bir tehlikesi vardır ki, Osmanlı Devleti’ndeki (İmparatorluğu’ndaki) sistemi incelemeye kalkarsak askerleri, memurları ve bürokrasiyi de ‘sömürücü güçlerin’ içine katabiliriz.
Bunları parantez içinde söyledik, gelelim gene kapitalizme – imperyalizme; sömürüye ve bu sömürüye karşı nasıl mücâdele edileceğine.
Bir fabrikada 10.000 kişi çalışır, bir kişi kârı alır ve gittikçe zenginleşir. Bu 10.000 kişi emeğini satmaktadır. Oysa sosyalist toplumlarda emek satışı gayri-ahlâkîdir.
“ARTIK DEĞER” TEORİSİ
Sosyalist toplumlarda artık değerler bir yerde toplanıyor ve sonra yine toplumun yararına kullanılıyor; hiçbirzaman bir kapitalistin cebine girmiyor.
Vehbi Koç = Üçüncü Sektör = Koç Sektörü
Oto-montaj => Anadol => Permi yasaklanması
Gazetelerin hiçbiri bunu böyle yazamaz; çünkü Vehbi Koç => İş Bankası => Reklâm
Vehbi Koç yalnız değil, motoru yapan bir İngiliz Firması ile birlikte pazarı kapatmaktadır. Dolayısıyla ‘Tekel’ teşekkül etmiştir (oluşmuştur). Chrysler firması sâdece firen tertibatı veya vites kutusu yapmaya başlıyor, böylece bir merkez çevresinde örgütleniyorlar. Lastik fabrikaları (Örneğin: Royal, 30.000 kâr etti geçen yıl). Lâstik kumpanyaları (şirketleri), ham maddesi dışardan , otomobil parçası dışardan, petrol kumpanyaları dışarı ile mücâdelede, yâni hepsi dışa bağlı… ve bunların paraları bankalarda… ve siyasî kuvveti bunlar destekliyorlar:
Tütün meselesi… American Tobacco Company 5.000.000 ile geliyor… bir ortak buluyor, 50.000 banka kredisi alıyor… 50.000.000 (Halkın 150’şer liralık mevduatları)
BANKA MESELESİ (SORUNSALI)
İş Bankası Türkiye’deki en büyük bankadır.
Bankalar kredi açar, krediler 24 milyardır, bunun 12 milyarı ticarî kredidir, yâni tefeciliğe gitmektedir.
Maliye & Devlet Hazinesi & Halkın mevduatı bankanın hissedarlarıdır. Banka kredi açar, iştirakler yapar (ortak olur) ve arsa alım satımı yapar. 1 – Unilever İş, 2 – T.A.Ş. gibi iştirâkler hep yabancı ve gayri millî. Krediler kompradorlara gitmektedir. İlânlar yoluyla basına yatırım yapılacaktır (Bu da yüksek bir rakam). Bir gazetenin maliyeti 27 kuruştur, bayi’e 17 kuruş’a verir; asıl kazancı İş Bankası vs. yerlerden gelen ilânlardır ve bunları destekleyen yine Halk’tır. Bir yazarın ‘Yazı Hürriyeti (Özgürlüğü)’ böyle organizasyonlarla sınırlandırılmıştır.
Paranın da bir masrafı ve fiyatı vardır. % 20 Faiz + % 10 paranın masrafı + % 30 kazık her ithal edilen Dikiş Makinesine ilâve olmaktadır. Ayrıca tefecilik de mevcuttur. Memleketteki bütün huzursuzluklar bu teşkilâttan gelmektedir.
BURJUVA – PROLETERYA MESELESİ
Fikirler maddeye bağlı olarak değişir. Toplum kanunları da tabiat kanunları (doğa yasaları) gibi kendiliğinden gelişmektedir. Öyleyse insan iradesine ve mücâdeleye ne lüzum var? Fikirlerin temelinde dış gerçek vardır, ve dış …
Tarihteki bütün gelişmeler şuursuz olarak ortaya çıkmışlardır. İlk defadır ki, insanlar toplumun yasalarını keşfettiler. Bilimde de böyle; bilimin kanunlarını öğrenerek tabiate hâkim (doğaya egemen) olunmuştur.
Bilimlerde klasik sıralama:
Bilimsel Sosyalizm de bu gelişmeye aykırı düşmez. Topluma hâkim (egemen) olmak için de toplumun yasalarını iyi tanımak ve iyi hesaplamak gerekmektedir. Öyleyse sosyoloji (için) diyalektik ve münâkaşa etmek şart olmaktadır. Bu hesapları her sosyalizm bayrağı açan adam yapmıştır.
Mao Tse Tung demiş ki: “Bir parti içinde de çelişme vardır, bu çelişme olmazsa parti ölür.”
Böyle derli toplu yazılmış bir kitap yoktur. Şahsî (kişisel) çabaların birleştirilmesiyle ortaya bir binâ çıkmaktadır. Fakat bu bir ilmî (bilimsel) araştırmanın, alınterinin mahsûlü (ürünü) değildir.
Bir de bu günlerde “fazla sosyalist olmak” moda olmuştur.
“Bizim doktrinerler (kuramcılar / öğreti yapanlar) çok tembel, somut şeylerin incelemesinden kaçıyorlar. Soyut gerçeklerin gökten indiğini sanıyorlar. Ve bunu halka çok anlaşılmaz bir şekilde sunuyorlar. Bu halleriyle insanı doğruya götürecek yolu ya hiç tanımıyorlar, ya da bunu büsbütün altüst ediyorlar.”
Bükreş’te bir Anıtkabir (var):
* * *
(Şimdi) Diyalektiği kılıç gibi ele alıp topluma bir dalalım hele:
Milli Mücâdele kahramanlarını saygıyla anmak hem milliyetçilik hem sosyalistlik şartıdır. Türkiye’de sosyalist mücâdele bir milliyetçi mücâdeledir. Bunun tarihî materyalizm izâhı (tarihsel maddecilik yönünden açıklaması) şudur… İlk kapitalist gelişmeye ulaşmış ülke İngiltere’dir:
Londra (Burjuva X Proleterya çelişmesi)
Rhodesia(‘yı sömürge devleti olarak kuran) Sir Cecil Rhodes demiştir ki: “İngiliz birliğini korumak için sömürüyü arttırmalıyız ve kendi proleteryamıza bir parça daha fazla hak verip onu susturmalıyız => böylece Londra sömürüsüne devam etmelidir.”
*
Rüyada dolaşan kişiler: Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nden biri, “Ben Proleterya’ya hakareti kabul etmem” demiş.
*
Lenin diyor ki: “İngiliz İşçi Partisi, esâsında, başka ülkeleri sömürmektedir. İngiliz İşçileri (kendi rahatları için, dünyâ işçilerine ihânet içindedirler.)”
Büyük Hümanist’ler: (Jean Paul) Sartre => Cezâyir savaşı… [(!)Bu savaşta Emperyalizm’i destekledi.]
Sir Cecil Rhodes bir milliyetçidir. İngiliz Milliyetçisi olduğu için, “İngiltere’de kardeş kavgasını önlemek için Emperyalizme devâm etmemiz lâzım(dır)” der.
Fıransa’daki sosyalistler(e gelince) De Gaulle (onlardan) daha ileridedir. Avrupa’daki aşırı solcular, sömürülen ülkelerin lehine, (sömürgelerin yandaşı olarak) konuşurlar.
İngiliz ve Fıransız orduları faşisttir.
Amerikan Generali Maxwell Taylor (ise), “Yeryüzündeki bütün kurtuluş savaşları komünistliktir” der.
(Bütün bu gerçekleri bilmekle sonunda vardığımız nokta şudur ki): Almanya, İngiltere, Fıransa gibi ileri(!) ülkelerin Proleteryası aslında Kapitalistlerle birliktir.
* * *
Marks diyor ki: “Asya toplumları durgun bir göl gibidir.”
Promete’ci tip (der ki): “Rönesans’tan bu yana öncülük yapmakta olan Batılı!”
Devrim ilk önce Batı’da bekleniyordu.
Troçki X Stalin (çatışması): Devrim Batı’ya doğru mu, Doğu’ya doğru mu zorlanmalı idi? Hem de devrimin bir tek ülkede olması şaşırtıcı idi. Arkadan Çin-Devrimi geldi. Sonra Küba, sonra Viet-Nam devrimleri.
‘Burjuva-Proleterya Ortaklığı’na karşı Milliyetçi bir mücâdele ortaya çıkmaktadır. Türkiye’deki gerçek de bunun milliyetçi bir mücâdele olduğunu isbatlar (kanıtlar). Tanzimat Fermanı, Türkiye’ye Kapitalizmi getirdi. Fakat biz henüz kapitalizme varama(mış)tık. Bizde sınıfların tahlili (analizi) üzerine bir inceleme yoktur. Oysa Çin’de, hattâ Amerika’da bile, bu inceleme yapılmıştır.
Türkiye’de:
Yabancılara satılmış ‘bir avuç hâin’ dışında, bütün bu insanların arasındaki küçük çekişmeleri ortadan kaldırmak mümkündür.
Diyalektiğin ilk kanunu (yasası) ‘çekişmeler yasası’dır. Türkiye’de (ise) bir ‘çekişmeler yumağı’ vardır.
İkinci yasa ‘süreç yasası’ ya da ‘karşılıklı etkiler yasası’dır.
* * *
Sosyalist açıdan Evrim.
Türkiye’deki sınıflar, anababalar ve bir takım baskı gurupları.
Bir takım gerçekler ve çelişmeler.
Sosyalist strateji…
*
Bu hikâye (öykü) şöyleydi:
Türkiye’nin geçmişten geleceğe bir evrimi var, bugünkü iktidar, kendisine kapitalist kalkınmayı meslek edinmiş.
Bir ağa, bana yazdığı mektupta şikâyette bulunuyor; (bu da bana samimî görünmektedir). Hep üstünkörü… Çalışmaların eksikliği bizim için handikap oluyor. Hepimiz kendi açımızdan memleket gerçeklerini tanımaya çalışmaktayız.
1967’de kompradorların varlığı bir gerçek => sonra millî burjuvazi(?) – esnaf – proleterya – ağa – ırgat – köylü – ortakçı, yarıcı – küçük toprak sâhibi – aydınlar – asker, memur, öğretmen – Gençlik… Bir sosyalist bu tabloyu nasıl değerlendirecek?
Bir çatışma var: Sosyalist X Kapitalist. Bu çatışma bütün dünyada var. Çin’de başka bir çelişme mevcut olabilir. İngiltere, Fıransa ve İsveç de farklı durumdalar.
Türkiye’de Anayasa Düzeni – Oylama – Demokrasi. Bu özgürlükler düzenini (Parlamento Düzeni’ni) herkes kabûl etmiş görünüyor. Bu günkü Batı Medeniyeti (Uygarlığı) neden bir demokratik bahçe manzarasındadır (acabâ)?
Demokrasi’nin beşiği Eski Yunan’dır derler; oysa biz bunun (aslında) bir “kölelik sistemi” olduğunu biliyoruz. Sırf bir Senato mevcûdiyeti (var olması) bu sisteme demokrasi adını koydurmaktadır.
Bütün dünyayı tek bir toplum kabûl edelim… Ünlü emperyalist: Cecil Rhodes (bile), akıllı burjuva’nın zorlaması karşısında “bir Parlamento kurup berâber (birlikte) uzlaşmaya gitmeyi” kabûl etmiştir. Bir takım yeni kanunlarla (yasalarla) Proleterya’ya bazı haklar (grev vs.) veriyor.
Anayasa çerçevesi içinde serbest seçimler… Bu Avrupa’da da pek yürümemektedir. (Hitler, Mussolini, İspanya’da Franco). İngiliz İmparatorluğu’nun yeryüzündeki çıkarlarıdır (yürürlükte olan)…
Biz de deriz ki, “Biz medenî (uygar) millet olmadığımız için bu işi yapamıyoruz; bak, İngiltere ne kadar medenî..! Yalnız Lise Mezunları oy versin vs.”… Bu gibi lâflar ederiz.
Kat’iyyen atlamamalıyız! Demokrasi başka şey, Filipin Demokrasisi olmak başka şey. ‘Serbest Seçim’ şart, bu bir; fakat ayrıca ‘Fikir Özgürlüğü’ şart, fikir özgürlüğü olmadan serbest seçim olmaz; üçüncü bir şart da ‘Örgütlenme Özgürlüğü’dür.
Tek Parti de sandıktan çıkar, arkadaşlar… Yalnız sağcılar toplanmış konuşuyorlar… Bazan bu parlamentonun içerden ya da dışardan tıpası atmaktadır…
Yukarıdaki tabloda kimle, nereye kadar beraber olabiliriz? Kimle düşmanız?
Amerika da Türkiye içinde bir güçtür, bankasıyla, üniversitesiyle, ordusuyla:
I Amerika | |
I Kompradorlar | |
I Milî burjuvazi | |
I Esnaf | |
I Proleterya | |
————————- | —————————– |
I Irgat – Köylü | |
I Ortakçı – Yarıcı | |
I Küçük Toprak Sâhibi Köylü |
“Mobil”; merkezi Amerika’da, başımızı kaldırıp baksanız şapkanız düşer. Amerika bizim kesin bir düşmanımızdır. Bu (düşmanlık) iktisâdî (ekonomik) ve devamlı bir düşmanlıktır.
Komprador’lar gayet marifetli, iyi yetişmiş, Türkiye’nin en rafine en parlak zümresinden görünen insanlardır. Yabancı şirketler en iyi elemanları alırlar ve onlara iyi para verirler… İkili anlaşmalar Türkiye’deki komprador aracıların bir nevi teminatıdır. Kompradorlar Amerika’sız yaşayamazlar. Bizim kesin düşmanımızdırlar…
Millî burjuvazi ise kendi yoluyla yukarıya bağlıdır. İçlerinden bazı iyi duygular duyuyorlar. Ve bazıları bunları açıklamaktan çekinmeyenler de var. Meselâ, İlâç Sanayii’nde çıkan çekişme… Eskiden ilâcı doktor eliyle yazar, eczacı kalfası hazırlardı. Asıl Sanayi’ dışarıdan gelen hammaddenin yapılmasıdır. ‘Deva’, tetrasiklin îmâline kalkıştı, sermâyesi çok kuvvetli idi, kendine güveniyordu, reklâm ücreti vererek komprador kelimesini gastede (gazetede) yayınlattı; bu da benim çok hoşuma gitti!
Ama ya anlaşırlarsa ne olacak?
Bir diğer (olgu), İş Bankası Genel Müdürü’nün değişmesi: Emekli Sandığı da İş Bankası’nın hissedarlarındandır. CHP ile Emekli Sandığı temsilcileri birleşince % 7’yi aşmaktadırlar. Buna dayanarak, ortanın solu hareketi sırasında, genel müdürü düşürdüler. Partiler, Hükûmet ve diğer kuvvetler arasında bir dalgalanma meydana geldi.
İş Bankası Kanunu (Yasası):
Fakat CHP ve sendikalı işçiler pek istediklerini yapamadılar; çünkü İş Bankası kıpırdarsa Türkiye de kıpırdar; İş Bankası, Merkez Bankası’ndan daha kuvvetlidir…
Benim gördüğüm, Millî Burjuvazi baskı altındadır. Ve yeni yeni kıpırdamaktadır; fakat içlerinde karşı koyanları da desteklememiz gerekir.
Esnaf sınıfı Komprador Partisi’nin şimdiki hâlde en faal oy deposu durumundadır. Eskiden beri hep esnafa yüklenirdik; âdîliğini, namussuzluğunu bırakmazdık…
Pirinç meselesi, çay meselesi, “Yılmaz Çetiner”… Üretici çeltiği 180’den Tüccara satar satmaz bikr anda pirinç fiyatları üç misli artmaktadır. Bu piyasaları ve bütün esnafı elinde tutan bir takım tefeci tüccarlar vardır. Esnaf kendi üstündeki bir sınıfın oyuncağı hâlindedir. Esnafları bir montaj fabrikası etrâfında birleştirmeyi Amerika düşünmektedir. O yüzden de oylar onlara gitmektedir…
Köyden gecekonduya gelen kadın, bir tek topuklu ayakkabı alınca sevinir, Şişli’de oturan kadın ise ayakkabı adedi 15’e inince “pabucum kalmadı” diye sızlanır.
İşçi ve köylü henüz sınıfının bilincine erememiştir, bu yüzden de şu anda bizim karşımızdadırlar…
Ağalar ise, Osmanlılıktan kalma hakîkî ağalardır bir kısmı (bir bölümü). Eski geleneklere bağlıdır. Bu ağalar yönetici durumundadır. Bunlar yavaş yavaş kompradorlaşmaktadırlar. Bunların evlâtları iyi eğitim görür ve kurulan yabancı kumpanya şubelerine idâreci olur. Doğu’dan Batı’ya değişik tiplerde ağalar vardır. Bunların siyasî nüfûzu büyüktür. İncelenmeye değer bir örnektir.
Doğuda bazı ağalar sosyalist partisi kurmaktadırlar!
‘Ağa – Mütegallibe’ kurumunu bir anda silip atamayız. Fakat bu kurum tasfiyesi gereken bir kurumdur[8].
Irgat – Köylü, Ortakçı – Yarıcı… yanımızdadırlar. ‘Küçük toprak sâhibi köylü’ (de) incelemeye değer. (Aslında) Amerika’ya karşı olması gereken bir guruptur.
Aydınlar, asker (Türkiye’de Millî Mücâdeleyi asker vermiştir). Öğretmenler devamlı bir mücâdele içindedirler ve iktisâdî baskı altındadırlar ve bunlar, köyden gelmedikleri için, gecekonduya tepki göstermektedirler.
Bu tablo içinde değişmeler olabilir. Ve bâzı guruplar yer değiştirebilir. Kompradorlar bunları iyi değerlendirmektedirler. Son çabaları askerleri kendi saflarına çekmektir.
Karşı Devrim yürümektedir. “Anayasa sosyalizme kapalıdır” demek, “Ben seni yiyeceğim” demektir. Onların elinden bankaları ve güçleri almak için Anayasa’nın kâğıt üstündeki gücünden başka, (daha) büyük bir güç gereklidir.
27 Mayıs Anayasa’sını Askerler yapmıştır, hukûken sağlam bir temel taşı(dır). Askerler birçok (defa) imtihan vermişlerdir. Onlara “faşisttir” demek hatâlıdır. Bunu diyenler ‘Avrupa Sosyalizmi’ne göre şartlanmış adamlardır.
Gençlik… Gençliğin gücü Târih’ten gelmektedir.
Bütün dünyâda partilerin ‘gençlik kolları’ vardır.
Türkiye’de Gençlik diye bir ‘mit’ var ortada. Bazen çıkıyor, Anayasa gibi, eline Bursa Nutku’nu almaktadır. Atatürk’ün Nutuk ve hitâbelerinin gücü nedir? Gençliğe bu belgeyi veren bir Târih var. Ve bunu destekleyen bir takım güçler var.
Ama… Gençlik Üniversite’de bir takım partiler tarafından parsellenir ve onların emrine girerse, ortada Gençlik diye bir şey kalmaz ve etkisi sıfıra iner!
Haydar Tunçkanat[9], raporunda bütün ilerici güçlerin bölünmesini tavsiye etmektedir. “Bölün!” demektedir…
Anayasa teminatı ilerici güçlerin yarattığı korkudur.
Gençliğin bu vazifeye kendi kafasıyla harekete geçmesi gereklidir. “Buna Atatürk karar vermiştir” denince, birçok yerde, Türkiye’de akarsular duruyor, biliyorsunuz.
ÖNCÜLÜK ARTÇILIK MESELESİ
Türkiye’de de Proleterya’nın öncülük yapmasını isteyen kimseler var; inşallah olur! Şimdilik Türkiye’de Proleterya bilinçsiz olduğu için tutucu kuvvetlerin yanındadırlar.
Porselen kaçakçılığı uyutuldu.
Telekomünikasyon.
Dokunulmazlık(lar).
Adamlar yürüyorlar. Ve bugün Türkiye’de durum pek parlak değildir. Ve henüz işçilerin uyanışını gösteren bir işâret yoktur.
Sonsöz: Millî (Ulusal) Bağımsızlık!
İster sosyalist, ister komünist olsun, millî bağımsızlığı kuvvetlendirici bir tedbiri (önlemi) almalıyız: Bu noktada sert olabilirsiniz.
Ben Kazakistan’a gittim, Azerbaycan’a gittim, Sosyal Adalet ve Devletçilik orada var; fakat dışarıdan gelen bir müdâhaleyle.
Kalkınmak için Bağımsızlık şart değildir. Sovyetler’e ya da Amerika’ya, -ellibir yıldız olarak- bağlanmak, kalkınmayı bal gibi sağlar, fakat şunu da söyleyeyim, Amerika bu sorunu hiçbir zaman üzerine almaz!
Biz tekrar tekrar niçin Ulusal Bağımsızlık diyoruz? Çünkü biz bunu istemiyoruz. Oysa Türkiye’de ‘beynelmilel (uluslararası) solculuk’ da yapılmıştır. Atatürk zamanında solculuk sâdece bu türlüsü idi.
Atatürk, “Ulusal Bağımsızlık” (konusunda hep çok kararlı olmuştur)…
“Türkiye’de solun tarihi” hakkında da çok az kitap var (Mete Tuncay).
Kurtuluş savaşını verenler de Sosyalizm ile Ulusal Bağımsızlık arasında tercih yapmak durumunda kalmışlardır.
Tüm güçleri Milliyetçi Cephede birleştirmek mümkündür. Bunu asla unutmayınız!
Gelecek konuşma Pazartesi’ye: BİRLİKTE DÜŞÜNME ARAÇLARI
BEŞİNCİ GÜN – 31 / Temmuz / 1967, Pazartesi
Bilmediğimiz çok şey var…
Basit diyalektik yasaları…
1- Sosyalizm değil ama, ‘Sosyal Adalet’, eskiden beri vardı. Materyalist Felsefe… bu filozoflar…
2- 2500 senesine doğru dünya din – dil – kültür farkları azalmış (olarak) bir arada yaşıyorlar. Ne denli uzayacağını ne siz söyleyebilirsiniz, ne de ben… Milliyetçilik bir ülküdür, fakat aynı zamanda zorlayıcı bir gerçektir (de)…! Toplumların fikirleri Milliyetçi bir iktidarla… Önce Proleterya Diktası, yâni Devlet ve Millet olacaktır.
Aynı dili konuşan bir takım insanlar. Millet tarifi (tanımı) Renan’dan beri değişmedi[10].
Ben Türkçe’yi çok seviyorum. Bu babamdan aldığım (kutlu bir kalıttır)…
* * *
Sosyalizm’in son yıllarda yeryüzünde gelişmesi: (Tüm) Dünyâ Proleteryası birleşemedi (Romanya Proleteryası X Rus Proleteryası). Romenler, “İslâv denizi içinde Lâtinliğimizi muhafaza ettik” der… Comecon = Komünist Ortak Pazarı
Romanya “tarım ülkesi” olmak istemiyor. Milletler arası(ndaki) farklar bir türlü ortadan kalkmıyor…
Kapitalist ve Komünist toplumlardan gelen baskılar…
Rusya gezimde Kazakistan’ı görmüştüm; orada dışarıdan gelme bir irâde Sosyalizm’in ülküsü aynı zamanda insandır, “humain”dir (insanî / insancıl). Hele bir milletin bir biletli zorlaması, millî hisleri zedeliyor (ulusal duyguları incitiyor). Bir de “tireni kaçırmış” olmak, bu şerefi kaybetmek meselesi (bu onuru yitirmek sorunu) var… Kazak dili ölü bir dil hâline geliyor. Rus dili ve (Rus) egemenliği… İnsan kendi dilini parlatmak ve yükseltmek ister. (Bu yüzden biz de) kendi irâdemizle bu işi gerçekleştireceğiz.
Bu biraz “ülkücü” açıdan oldu… Maddî açıdan ise, Türkiye’de milliyetçilik Ağrı Dağı gibi mevcut (var olan) bir gerçektir. Günün gerçeği budur. Bunun zıddına bir lâf edeni yaşatmazlar…
Bazen milliyetçiliğimiz, emperyalist milliyetçiliğe karşı, sosyalist ve humain (hümanist) bir milliyetçilik olmaktadır.
SOSYALİZME GEÇİŞ KOLAY İŞ DEĞİLDİR
Birçok ileri ülkede (bile) bu böyledir. Bâzı yerde (Endonezya, Yunanistan…) bu iş tersine dönmektedir. Türkiye’de sosyalizme geçiş bir inşâ meselesidir (sorunudur). Biz Türkiye’de (az gelişmiş bir tarım ülkesi olan) Proleterya’yı adetâ yeniden yaratmak zorundayız. Hele bir de buna karşı iç ve dış güçler var. İlik iş bu kuvvetlere karşı çıkmak olacaktır. Şu anda Türkiye’de sosyalizmi kurmak çok uzun bir hikâye gibi görünür bize… Örneğin, Nâsır[11] bir takım işler yapıyor, ama dışarıdan bir takım adamlar kazanı kaynatırlar…
“Kesildi kısmet” hikâyesi[12]… Türkiye’nin kredilerini bile tâyin eden ‘Yardım Konsorsiyumu’dur[13]… “Bu adam geldi, aç kaldık” diyecek halk.
*
Seminer sırasında kafama takılmış olan, sayfanın arkasına yazdığım sorular şunlarmış:
*
Bu oyun zannedildiğinden (sanıldığından) çok daha incedir. Meselâ (Örneğin) İsmet Paşa, Türkiye’nin bağımsızlığını ister. Fakat düşünür ki, yapılacak bir devrim lop diye Amerika’nın kucağına düşer mi, düşmez mi? İktisâdî makinanın durması işleri bir anda altüst eder… Onun için bağımsızlığa yavaş yavaş gitmelidir. Bunun için ‘tek devlete bağlılık’tan kurtulmak gerekir. Bunun için de başka devletlerle temas kurmalıydı (örneğin: Rusya). (İsmet) İnönü bunu yapınca bir karşı dalga geldi, onu devirip geçti.
Takınılan tavırlar ne gibi pazarlıkların sonucudur?
Sosyalizme giden yol bilen kişilerin adım adım gidilecektir. Beş sene sonra Türkiye, sosyalist olacak değildir.
* * *
Soru= Proleter diktasında antitez nedir?
Cevap= Her rejimde gayrimemnunlar vardır. Sosyalizm geldiği zaman, birçok menfaatleri incitir. Sınıfları tasfiye eder. Herkesi emekçi yapar.
O zaman da çelişmeler olacak… (Ama) Sınıf çelişmesi kadar keskin ve antagonist (zıt / karşıt / çelişik) gelişmeler olmayacaktır.
* * *
Soru= Sosyalizm ve Din?
Cevap= Önce dürüst olmamız gerekir. Asıl mesele çelişmelerdir. Din ve Millet geçicidir, denir. Dinin afyon olduğu söylenmiştir. Lenin’in amacı Rus toplumunu dinden arındırmaktı, dîn’i tasfiye etmekti. Bu da doğru… Fakat öte yandan Cezâyir’de İslâm Sosyalizmi diye birşey çıktı.
Ben iktidara gelsem, (-var ya-), İslâmiyeti tam olarak uygulatırım. O zaman bugün “müslümanım” diyenler başta (olmak üzere, çoğu) bangır bangır bağırır…!
Herkesin inancına saygımız var, din bir inanç işidir. Sosyalizm bundan ayrı bir hikâyedir. Köstence’de Câmi müze yapılmış… Fakat din unutulmuyor. Medreseleri de varmış.
İnanç Sömürücülüğü – papazların yaptıkları budur-. Papazlar her sınıfa yamanmışlardır… ve zamanın iktidârına intibak etmektedirler. Bizimkiler reform – meform yapmıyorlar. Sosyalist olmak ille dinsiz olmak demektir diye bir kanun yok. Din derin bir Vicdan meselesidir.
Türkiye’nin başına, ayrıca, bugünkü kadar dinsiz bir iktidar gelmemişti…
Sosyalizme geçişin, ille de, Kapitalizmi aşarak olması da gerekli değil.
Ara tabakalarla sosyalizme giden yolun taşları kurulabilir… Türkiye’de en büyük tehlike bir İngiliz sosyalisti gibi düşünmektir.
(Sosyalist olmak için) ‘Sosyalist Örgüt’ içinde olmak (da) şart değildir.
Türkiye’de sınıfların tahlilini yapan bir tek kitap yok.
Sosyalist değişiklik:
Türkiye’de sağ da sol da (nicel olarak) gelişmektedirler, hiçbirzaman yedi sene önceki Türkiye bugün mevcut değildir.
İndonezya’da (Endonezya’da?) ve Irak’ta olan hâdiseler daimâ kapalı kalmıştır, … Irak’ta komünist avına çıkıldı, ne olduğu meşkûk (kesin belli değil)… Böyle durumlarda çok hevesliler vardır, ava çıkmak isterler…
İndonezya Komünist Partisi, yer yüzünün en kalabalık komünist partisi idi, nasıl oldu da terse düştü? Belki dış etkenler, (özellikle Amerika)… Irak ve Endonezya’da çalışmaları hebâ eden bir yanlış değerlendirme oldu herhâlde!
Nâsır bugünkü yaptıklarını eskiden yapsaydı yaşatmazlardı…
“Çetin Altan’da[14] silâh var” denince, bir CHP’li de kalkıp, “Tutun kapıları, herkesin üstü aransın!” diye bağırdı…
Önemli olan seçim sırasındaki mücâdeleler değil, memleketin hayatî anlarında bir cephenin teşekkülüdür. Antiemperyalist mücâdele sâdece bir tek örgütün işi değil ki!
* * *
Gençlik örgütünün parçalanmış olmasını Murat Sarıca[15] (‘Siyasi Düşünce Tarihi’ adlı yapıtında ayrıntılı olarak anlatır)…
Haydar Tunçkanat, raporunda diyor ki: “Devrimci güçleri parçalayınız!”… Ben diyorum ki: “Devrimci Cephe parçalanmasın!”
Bütün partilerin gençlikle temâsı (ilişkiyi / ilintiyi) temin eden (sağlayan) kişilerini tanıyorum… Atatürk’ün koyduğu istikamette devrimci bir parti bazan seçim endişesini devrim endişesinden üstün tutabilir… Kendi aklınızdan hareket edeceksiniz, emir beklemekle iş olmaz… Gençlik demek büyük şehirlerdeki yığınaklardır, (ki bu,) derhâl eyleme geçebilen bir topluluk olacaktır… Üniversite vs. …
Kendine göre bir antiemperyalist mücâdele örneği vermiş olan Mao Tse Tung, demiş ki: “… Bu büyük çelişmeye öncelik vermeliyiz, dış çelişme iç çelişmeden, bugün için, daha büyüktür”.
Her araştırma ve inceleme saygı değerdir.
Asya Tipi Üretim = ‘Kesin Devlet’ ve Halk
Bu, incelenmemiş bir konudur. Devlet gelirleri nereden geliyordu? Askerler ve Memurlar kesin devlette birinci plandadır. Bu sistemi devam ettirirsek, çok tehlikeli bir yere geçeriz, o da Asker ve Memurları ‘halk düşmanı’ olarak ilân etmek demektir.
Bugün Türkiye’de artık fiilen (çok sayıda şirketler) mevcuttur. Abdülhamit Han zamanında Aydın ve civârında (sâdece) 20 tane Kumpanya vardı… Bu kadar girmiştir Kapitalizm memleketin içine.
“Emekçi halkla yanyana olalım” derken, asker ve memuru faşist ilân etmek tehlikesine karşı dikkatli olmamız gerekir, bence!
Memur + Asker + Öğretmen => Ücretli Sınıflar
*
Mao’dan:
“(Bir) ‘Siyasî Parti’ bir enstrümandır (araçtır), bunu kullanmak gerekir… Ben öncüyüm demekle iş bitmez, bunu gerçeklerde görmek lâzımdır… Biz de bu öncülük gerçekleşsin diye her gün yazı yazıyoruz gastede (gazetede?)…
Tehlike büyük => Bir sosyalist örgütün palazlanması kadar, çürüyüp dağılması da mümkündür…
Millet kavramının târifi…
Bütün dünyâ sosyalist olup da, çelişmeler yumuşamaya başlayınca milletler de kaynaşacaklar.
İstiklâl: ‘Tam (Bağımsızlık)’tan başkasını zinhâr reddedeceksiniz.
Sırf (yalnızca) millî güçlere dayanarak kapitalist olacağız diyenler de olabilir.
Ne Washington’a ne de Moskova’ya bağlanmayacağız (T.K.P. gibi).
Atatürk gibi, biz de “Sâdece ‘istiklâl-i tâm’ “ demeliyiz.
*
Türk milliyetçiliği İngiliz milliyetçiliği gibi değildir. (Türk Milliyetçiliği’nin) Faşizm’le ilgisi yoktur.
Türkiye milliyetçiliği, Erciyes dağı gibi bir gerçektir.
Bütün bunlar konuşulup tartışılacak, halledilecek şeylerdir. Kendi aramızdaki çelişmeler büyük olamaz. Bazen insan… Tartışmalarda şahsiyeti değil fikirleri ön plâna çıkarmalıdır. Ayırıcı değil b(irleştirici olmalıdır).
*
Notlar burada bitiyor. Bilvesile, kuşakların düşünsel evrimine ışık tutmuş olan ve ünlü yazarımız, büyük insan İlhan Selçuk’u rahmet ve özlemle anarken, tüm yurtsever Türk aydınlarına ve Telgrafhane ve Cumhuriyet okurlarına göstereceklerini umduğum ilgileri için önceden teşekkürlerimle saygılarımı sunarım.
tuttuğu notlardan hazırlayan: A.Cengiz Büker
4 Mart 2018, Pazar
Göztepe – İstanbul
[1] Değişik yazımlar, bir yanıyla da Türkçemizin çağsal evrimini aydınlatıyor diyebiliriz. Örneğin İndonezya – Endonezya, İmperyalizm – Emperyalizm… gibi kararsızlıkları ben, dilimiz üzerine Fransızcanın süregelen etkisi ile Amerikancanın bugünkü ağır baskısı arasındaki çelişkiye dikkat çeken bir im sayıyorum.
[2] X imini ‘karşıtlık / çatışma / çelişki’ anlamında kullandım (ACB)
[3] İdris Küçükömer = (1925-1987) Türk iktisatçı ve düşünür. Ülkemizde sağ ve sol kavramlarının ters oturduğunu söyler. Türkiye’de DP’nin (Demokrat Parti’nin) temsilcisi olduğu politik çizginin, Halk’la kurduğu birebir ilişki açısından, siyâsal yelpâzenin daha solunda yer alması; buna karşılık, bir elit (seçkinler) hareketi olarak varlığını sürdüren CHP’nin (Cumhuriyet Halk Partisi’nin) politik spektrumun daha sağında yer alması gerektiğini savunur. Bu teziyle alışılan kanıya karşı çıkar.
[4] Yusuf Metin Özek (1930-2010) = Ünlü psikiyatrist. Türkiye’de ‘Sosyal Psikiyatri’ düşünüş ve akımının kurucusudur. Uzun süre İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı başkanlığı yapmıştır. Demokrasi ve İnsan Haklarıı savunucusudur. Psikiyatri dışında kültür ve edebiyatla da yakından ilgilemiştir. 1980 yılı 12 Eylül darbesine karşı aydınların sesi olan ‘Barış Derneği’ kurucularından ve ‘Barış Derneği Dâvâsı’ sanıklarındandır. Bir dönem Almanya’da Tübingen Üniversitesi’nde ve İsviçre – Zürich’te uluslarası önemli bilim adamlarıyla, örneğin: Kretschmer, birlikte çalışmaları vardır. Türk-Alman Psikiyatri Derneği kurucu üyelerinden olup derneğe başkanlık da yapmıştır.
[5] AP = O dönemde iktidarda olan Adalet Partisi
[6] ┌┐_┌┐_┌┐= kale / şato simgesi
[7] Papen Tenceresi=Düdüklü tencere; 1679 yılında Fıransız fizikçi Denis Papin tarafından icat edilmiştir. Buharı tencerede daha fazla tutarak hem yemeklerin daha çok pişmesini sağlar. Basınç belli bir dereceye gelince süpap açılarak buharı dışarı bırakır
[8] Mütegallibe=Zorba, zorba takımı > Otokrat. Osmanlı ve Türkiye Tarih literatüründe yerel ağalar ve beyler için kullanılan bir terim. Bir tür devlet karşıtı değil de, devletin yereldeki zorlayıcı ve el koyucu takımıdır. Türk aydınlanmacılığının, tasfiyesi için en çok uğraştığı ve en çok yakındığı takımdır. Kemal Tahir, Yaşar Kemal… edebiyat alanında bu tanımı en çok kullanan yazarlardandır. Ayrıca ‘sol politik yazın’da, yarı feodal saptaması yapanların iktidar yanlısı gördükleri, öbür sol yazında ise ‘küçük burjuva’ iktidarından sonra tasfiyeye uğrayan bir tür yerel sınıf oldukları saptanır. Türk Sineması’nın köy filimlerinde değişmez kötü-adam karakteri budur. Türkân Şoray ve Fatma girik gibi yıldızlar bu zorbaların ezdiği tipleri canlandırırlar.
[9] 1960 darbesini yapan askerlere ‘Albaylar Cuntası’ adı verilmişti, çünkü askerlerden çoğu albaydı. Darbeyi yapan ‘Milli Birlik Komitesi’ üyelerinden biri de Kurmay Albay Haydar Tunçkanat’tı. Tunçkanat, Menderes döneminde yapılanları araştırmakla görevlendirilmişti. Kendisinin ilgi alanı gizli anlaşmalardı. Aradı taradı, darbe hükümetinin kendisine verdiği yetkilerle devletin en gizli belgelerine dek uzandı. Karşısına çıkan veriler onu şoka uğrattı. Durum vahimdi, bu böyle olmazdı. Araştırdıkça yeni belgeler, derine indikçe kahreden anlaşmalar buldu. Tam on yıl bekledi, sonra bu belgeleri betik yaptı. Betiğin adı ‘İkili Anlaşmaların İçyüzü’ idi. İlk basıldığı yıl 1970 idi. Bir ay sonra ikinci basımı çıktı, fakat kitap sümen altı edildi. Üçüncü baskı 2001 yılında yayınlandı. Dördüncü son baskısıysa 2006 yılında basıldı. Bu betiğin varlığından haberdar olmamı sağlayan kişi Prof.Dr.Oktay Sinanoğlu’dur. Betiği tam üç ay boyunca aradım, bulamadım. Daha sonra işbilir bir sahaf yardımıyla edinebildim. Betikte 1947 yılında başlayıp 1965 yılına değin uzanan gizli anlaşmalar bulunuyor… Milli Birlik Komitesi üyesi, eski ‘Tabii Senatör’ Haydar Tunçkanat 1921 yılında Bandırma’da doğdu, 1941’de Harp Okulu’nu bitirdi. Milli Birlik Komitesi’nde çıkan görüş ayrılıklarında 23’ler arasında yer aldı. Komite dağıldıktan sonra Tabii Senatör olarak bulundu. (Bu bilgiler internetten alınmıştır.)
[10] Ernest Renan (1823-1892) birçok konularda yazmış olan önemli bir Fıransız düşünürüdür. Onun Ulus Nedir? (Qu’est-ce qu’une nation?) adlı denemesi once 1882 yılında Sorbonne Üniversitesi’nde bir konferans olarak sunulmuştur. Özetlemek gerekirse, Renan’a gore: “Ulus (Millet / Nation) geçmişte ve gelecekte ortak acıları ve ortak umutları paylaşan bir dayanışma kümesidir” diyebiliriz.
[11] Cemal Abdül Nâsır (1918-1970)=Mısırlı asker ve devlet adamı. Devrimci, milliyetçi, sosyalist lider, Mısır’ın ikinci Cumhurbaşkanı. 15 Ocak 1918 günü babasının postane görevlisi olduğu Mısır’ın İskenderiye şehrinin fakir bir mahallesinde doğdu. Adını (Osmanlı paşası) Cemal Paşa’dan aldı. Ortaöğrenimini Kahire’de amcasının yanında yaptı. Kısa bir süre Hukuk Filistin’de birinci Arap-İsrail savaşına katıldı (1949). 23 Haziran 1956’dan 28 Eylül 1970’e kadar Mısır cumhurbaşkanı olan Nasır ülkesinde krallığa son veren hareketin önderliğini yapmıştır. NATO ve Varşova Paktı’na girmeyen Nasır ılımlı bir dış siyaset izlemeye özen göstererek ‘bağlantısızlar hareketi’ içinde yer aldı. Bağlantısız ülkelerin ilkeleri, barış içinde bir arada yaşamayı temel alan bağımsızlık, askeri ittifaklara girmeme, yabancı güçlere kendi topraklarında üs vermeme ve ‘ulusal kurtuluş savaşları’nı desteklemektir.
[12] Sağcı politikacıların sürekli kullandığı, İkinci Dünyâ Savaşı sırasında ülkemizde çekilen büyük sıkıntıların suçunu CHP’ye atan halk tekerlemesi.
[13] Konsorsiyum = Belli bir konuda, ortak menfaati olan ve genellikle kredi verenlerin (bankaların) teşkil ettiği iktisadi bir grup. Milletlerarası kuruluşların ve hükümetlerin iktisadi ve mali yardımları yürütmek için meydana getirdikleri birliklere de konsorsiyum denmektedir. Büyük bir sermaye ya da finansman ihtiyacı gösteren bir mali işlemi yapabilmek için, mali kurumlarla sermaye sahiplerinin meydana getirdiği birlik… 1962 senesinde Türkiye’ye dış kredi sağlamak üzere çeşitli batılı ülkelerle, milletlerarası mali kuruluşların teşkil ettiği bir “Türkiye’ye Yardım Konsorsiyumu” kurulmuştur. Bu kuruluş Türkiye’nin üyesi bulunduğu ‘Milletlerarası İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı’ çerçevesinde faaliyet göstermektedir. Konsorsiyum, Türkiye’ye program, proje, borç tecili ve finansman kredileri vermektedir.
[14] Çetin Altan (1927-2015): Türk yazar, gazeteci, köşe yazarı, oyun yazarı, polisiye roman yazarı, siyasetçi. Dönemi gençliğini ve aydınlarını derinden etkilemiş, çok üretken ve edebiyatın her alanında eser vermiş bir yazardır. 1960 yılında Turan Emeksiz’in öldürüldüğü günün ertesi, köşesinde “bugün canım yazı yazmak istemiyor” demiş ve bu davranışı çokça kopyalanmıştır. Ekonomi, sosyalizm, meslekler, fütürizm konularında çok ve değişik görüşleri vardır.
[15] Murat Sarıca (1926- ) İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesi’ni ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra bir süre avukatlık yaptı. 1958-1959 yılları arasına Paris Hukuk ve İktisadî İlimler Fakültesi’nde okudu ve «Günümüz Türkiye’sinde Yasama – Yürütme İlişkileri» konulu tezle doktor oldu. İstanbul Hukuk Fakültesi’ne asistan olarak giren Murat Sarıca Devlet Doktrinleri ve Kamu Hukuku alanında çalıştı. Bu çalışmalarını bir yıl kadar Brüksel Üniversitesi’nde sürdürdü. 1967 yılında görevinden ayrılmak zorunda kaldı. 1968 yılında dışarıdan girdiği doçentlik sınavını kazanarak «Fransa ve İngiltere’de Emredici Vekâletten Yeni Temsil Anlayışına Geçiş» adlı teziyle doçent oldu. Tezi basılmıştır. 1969 yılından bu yana İ. Ü. Hukuk Fakültesi Devletler Umumî Hukuku Kürsüsü’nde öğretim üyeliği yaparken, çalışmalarını bir öğretim yılı boyunca Londra’da sürdürmüş, İ.T.İ.A. Siyasal Bilimler Yüksek Okulu’nda ve Fakültesi’nde ‘Siyasî Düşünce Tarihi’ dersini vermiştir. 1979 yılında öğretime başlayan İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nin kurucu üyelerindendir. Yeni, kurulan fakültede ‘Siyasal Tarih’ dersini vermektedir. Murat Sarıca’nın çeşitli makale ve broşürlerinin dışındaki yayınları şunlardır: “Faşizm (Rona Aybay’la birlikte)”, birinci baskı İstanbul 1962, İkinci baskı İstanbul 1965; “Anayasayı Niçin Savunmalıyız?” (1961 Anayasasının sosyal niteliği), İstanbul 1969, “100 Soruda ‘Fransız İhtilâli”, İstanbul 1970, “100 Soruda Siyasî Düşünce Tarihi”, birinci baskı İstanbul 1973, üçüncü baskı İstanbul 1980, “Kıbrıs Sorunu” (E. Teziç ve Ö. Eskiyurt’la birlikte), İstanbul 1975 (İnternetten).
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.