İşçilere Kumanya
A. Tarık Emre
Emekli Avni sabah alışverişi için bakkala gittiğinde kısa bir süre beklemek zorunda kaldı. Birkaç ay önce yılların esnafı Şaban’ın dükkânını devralan iki kardeş ekmek kapılarını yine geç açmışlar, sabah erkenden gelen malları daha istifleyememişlerdi.
Avni öğüt verircesine, “Gençler, benden söylemesi. Bu işi böyle sürdürürseniz müşterilerin ayağı kesilir…” dedikten sonra üst üste yığılmış gazeteleri hızlı hızlı karıştırarak aradığını buldu.
“Bunun bir de kitap eki olacaktı gördün mü?” diye sordu bakkal biraderlerden yaşça büyük olanına.
“Gelmedi galiba sayın abiciğim,” diye yanıtladı bakkal.
Avni çocuğu yaşındaki gençten yayılan alkol kokusunu hemen aldı. Gençliği geldi aklına. Mahallenin büfecisi Asaf’a yardım ettiği zamanlar film şeridi gibi geçti gözlerinin önünden. Asaf’ın eşi Aysel sabah erkenden Avni’nin kapıyı tıkırdatır, zaten kısık olan sesi; kimseler duymasın diye fısıltıyla çıkardı.
Aysel, “Avni, Asaf içkiyi fazla kaçırdı yine uyanamadı,” der ve Avni’ye büfenin anahtarını uzatırdı.
Avni, “Şimdi hallederim Aysel Yenge,” der demez hemen üstüne bir şeyler geçirir, koşar adımlarla giderdi büfeye. Anahtarı asma kilide sokar ve kepengi yukarı doğru ittirirdi. Gelen gazeteleri çabucak istifler; kaşla göz arasında birkaç solcu gazetesiyle, dergiyi hemen kasanın altındaki bölmeye gizlerdi. İki sokak ötede yeni açılmış yurt binasında kalanlar solcuları düşman bellediklerinden büfeci Asaf böyle bir önlem almıştı.
Üniversite öğrencisiydi Avni o zamanlar. Mimarlık okuyordu. Mahallede adı Avni olan genç birisi daha vardı. Bu yüzden tanıdıkları Avni’yi, “Akademili,” diye çağırır olmuştu.
Büfeci Asaf ertesi yıl dergi satmasını istemeyen sağcı öğrenciler tarafından birkaç kez tartaklanınca karşı koymaktan yıldı. “Lanet olsun!” deyip büfeyi elden çıkardı ve mahalleden ayrıldı. Gidiş o gidişti; Asaf’ı bir daha gören olmadı.
Avni gazeteyle birlikte ekmek, iki yumurta, bir şişe de süt aldı ve ufak adımlarla fakirhanesinin yolunu tuttu. Yolda inşaatı yeni biten apartmanın bekçisi İdris’i gördü.
“Şu senin hemşerin Şaban bırakmayacaktı dükkânını… Bu gençler bu işi bilmiyorlar, İdris.”
İdris pek oralı olmadı, “Doğru söylersin,” dedi sadece.
***
Kahvaltı niyetine yaptığı omleti yerken gazeteye göz gezdirdi. Kamu işçileri direnişe başlayacaklarını ilan etmişlerdi. Avni yine dalıp gitti…
Büfeci Asaf’ın mahalleyi terk ettiği yılın yazında Avni ve üniversiteli arkadaşları hükümeti protesto eden işçilerin yürüyüşüne katılmışlardı. Karşıt görüştekiler ateş etmeye başlayınca, onlar da karşılık vermişlerdi. Olayları bastırmaya gelen polisler tarafından kolluk kuvvetlerine direndikleri gerekçesiyle tutuklanmışlardı. Çok kısa bir süre sonra da askerler darbe yapınca tutuklulukları sürmüştü.
“Cezaevinde yatınca okulla olan ilişiğimi kestiler; çıkınca da askere gittik mecburen…” diye kendi kendine söylenen Avni haberin ayrıntılarını okumaya başladı. Ertesi gün işçiler şehrin göbeğinde direnişe başlayacaklardı.
Sanki karşısında birisi varmış gibi, “Yarın sabah ilk işim direnişe katılmak olsun,” diye kararlı bir sesle söz verdi.
Ertesi sabah her zaman olduğu gibi yine erkenden kalktı, üç dört günlük sakalını tıraş etti. Yeni açılan pastaneye gitti, duble porsiyon börekle birlikte birkaç bardak çay içip karnını doyurdu. Gideceği yer on beş, yirmi dakikalık yürüme mesafesindeydi. Aralık ayında olmalarına rağmen hava fazla soğuk değildi.
Sıkı bir yürüyüşün ardından şehrin en geniş caddesine ulaştı. Kaldırım boyunca polisler sağlı sollu dizilmişti. Avni gözünün ucuyla polislere baktı.
“Yahu bunların çoğu çok genç,” dedi içinden.
Bir ay kadar önce arabasının yolda arızalandığını anımsadı. Yardımına gelen trafik ekibindeki polislerin de çok genç oldukları gözünün önünde beliriverdi. Laf arasında polislerden biri öğretmen okulu mezunu olduğunu ama bir türlü atanamadığını söylemişti.
Polislere sezdirmemeye çalışarak bir bakış daha atan Avni hemencecik kafasını öne eğdi, adımlarını iyice hızlandırdı.
“Ne olur ne olmaz. İçlerinden biri bakışlarımı beğenmez de…” düşüncesi Avni’yi gülümsetti.
Kulağına sendika binasının önünde toplanmış işçilerin hükümet karşıtı attığı sloganlar geldi. Kalabalığa doğru ilerlerken gözü işçilerden birine ilişti. Hiç yabancı gelmiyordu yüzü; yıllar öncesinden tanıdığı birine çok benziyordu. Sadece saçları biraz seyrelmiş ve ağarmıştı o kadar. Avni adama yaklaştı, yaklaştı…
Kendinden emin bir sesle, “Vahap… Adanalı Vahap,” diye seslendi.
Adam sesin geldiği yöne doğru başını çevirdi, Avni’ye baktı. Bağırmaktan sertleşmiş yüz hatları yumuşar gibi oldu, “Ben bu sesi, bu yüzü bir yerden tanıyorum,” dedi.
Gözlerinin içiyle gülerek, “Kim olduğumu bildin mi?” diye sordu Avni.
Vahap, “Avni değil misin, sen? Bu gözleri, bu bakışı unutamam,” dedi ve hemen sarıldı Avni’ye.
“En son ne zaman görüşmüştük hatırlıyor musun, Vahap?”
“Hatırlamaz mıyım? Yıllar önce Anamur’da…”
“Görüşmeyeli yirmi yıldan fazla olmuş be, Vahap.”
Avni yıllar önce memleketin küçük bir beldesinde tekniker olarak çalışmıştı. İlçede içen pek olmadığından bakkallar içki satmazdı. Şantiye çalışanları Anamur’a gittiklerinde içkiyi kolilerle Tekel deposundan alırlardı. Vahap da o deponun şefiydi. Arkadaşlığı sağlam, muhabbeti bol, adam gibi adamdı Vahap.
“Görüyorsun şu hükümetin yapmak istediğini, değil mi? Bizi metazori emekli edecekler ki işletmeyi dilediğine satsın. Ama yok öyle yağma; hep birlikte sonuna kadar direneceğiz,” dedi Vahap bir çırpıda.
“Sizin için yapabileceğim bir şey var mı?” diye sordu Avni.
Vahap gülümseyerek, “Çadırları kurmaya başladık. Önlemimizi aldık, kışlık giysi ve kalın battaniyelerimizi de getirdik. Ayrıca çay, sigara gibi maddeler de dahil her bir şeyimiz var çok şükür!” dedi.
“Bırakamadın şu sigarayı değil mi, be Vahap?”
“İçiyoruz hâlâ. Böyle konuştuğuna göre sen bıraktın galiba; ama unutma bir zamanlar tek dostum sigara derdin.”
“O yüzden sigara içenleri fazla kınamıyorum ya. Ufak bir işim var; onu halledip hemen gelirim.”
“Ben buralardayım; beni bulman zor olmaz. Birazdan yemek çıkar, gel beraber yiyelim.”
“Sana afiyet olsun.”
Avni sağına, soluna bakındı. Buralarda bir büfe olduğundan emindi. Fakat göremedi büfeyi, yoksa yanlış mı hatırlıyordu?
Piyango bileti satan adama sordu, “Yahu birader bir büfe olacaktı buralarda…”
“On gün oluyor kapanalı abi. Yerine Halk Ekmek açtı belediye. Şu sokaktan sağa dön, bir bakkal var,” diye cevapladı piyangocu.
Avni bakkalı buldu, içeri girdi.
“Sigara, çay ve iki bira istiyorum…” demesine kalmadan, bakkalın sesi geldi kulağına.
Avni’nin yüzüne bile bakmadan, “İçki satmıyoruz,” dedi tezgâhın arkasındaki adam. Çay ve sigaraları işçilere, iki birayı da ayaküstü Vahap’la içmek için almak istemişti. Avni hiçbir şey almadan çıktı.
Şehrin orta yerinde içki ve sigara satmayan bir esnafın olması Avni’nin çok garibine gitti. Bakkalın karşısında bir işportacı mukavva kutularından yaptığı tezgâhın üstüne yaydığı kaçak sigara ve çayları hiç çekinmeden satıyordu.
“Kitapçı Selim’e bir gideyim hele. Ona bir yemek borcum vardı,” diye aklından geçirdi.
Avni sahafların bulunduğu çarşıya doğru yürümeye başladı. Pasajın aralığından geçerken bir de ne görsün? Küçücük bir dükkânın yarısı büfe haline getirilmişti. Ahmet gişeye benzeyen yere doğru eğdi başını.
“Buyrun, ne istemiştiniz?” diye soran kısık sesi duyan Avni irkildi. Bu sesi tanıdığına emindi sanki. Sesin sahibi kadını görünce yıllar öncesine gitti.
“Aysel Yenge… Beni hatırladın mı?” diye sordu Avni.
“Seni tanıyor gibiyim. Fakat kocadım artık; gözlerim iyi görmüyor ki.”
“Ben Avni, Aysel Yenge. Akademili Avni, eski mahalleden.”
Kadın kısa bir süre düşündü, Avni’ye dikkatlice baktı, sevinçli bir sesle, “Şimdi hatırladım seni. Nasılsın? Burayı yeni açtık da…” dedi.
“İyiyim yenge. Sen de iyisindir inşallah.”
Aysel, “Nefes alıp veriyoruz Avniciğim,” dedi gülerek.
Avni de güldü, “Açtığınız iyi olmuş. Bir türlü bira satan yer bulamadım,” dedi.
“Ruhsat alana kadar göbeğimiz çatladı be Avni.”
“Hayırlı olsun. Asaf Abim nasıl?”
“O da benim gibi yaşlandı ama huyu hiç değişmedi. Geçen gece zabıtalar gelmiş, geç oldu kapat artık demişler. Bizimkini bilirsin, hiç durur mu? Diklenmiş, hepsine küfürler etmiş…”
“Yapma ya!”
“Tabii, sonra da karakolluk olmuşlar. Dün sabah gelebildi eve, dinleniyor şimdi.”
Avni, “Yahu neler oluyor Aysel Yenge; eski günler daha mı iyiydi yoksa?” demekten başka bir şey bulamadı.
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.