Öykü
Mukaddes Kocakök
IŞIK TUTULMASI
İnanılmaz bir ağrı bu!
Sanıyorum iki gün oldu. Belki daha fazla ya da az, bilemiyorum artık.
Yani bu ışık, neredeyse kırk sekiz saattir tepemde boşu boşuna yanıyor.
Üzerime serilen karabasan da kalkmayacak, farkındayım; yüzümden ayağıma kadar sol tarafım tamamen uyuşuk. Felç bu, eminim. Konuşmayı denedim olmuyor. Dilim, ağzımın içinde bir çaput parçası. Bağırmayı başarabilsem de çıkaracağım sesin insana ait olduğuna kendimi bile inandırmam zor.
Arada bir uyuyorum sanki. Ya da kendinden geçme durumları bu.
Veliii, Veli! Kindar mikrop!
İki gün geçmiş, ‘’bu adam gazetelerini, ekmeğini sepetten almamış, ne oldu acaba?’’ diye hiç mi düşünmezsin be adam? Biliyorum; beni yoklamayarak, güya bayramda kapıyı açmamamın intikamını alıyorsun kendince.
Bu durumdan kurtulabilmem için, onda olmayan dikkatli bir çift göze ihtiyacım var benim. Belki de biraz vicdan! Yoksa, koku alabilen sıradan bir burun yeterli olacak.
Çok ıslandım ve odayı sarıp içime işleyen kokuya dayanamaz oldum artık.
Baş ağrım izin verse de azıcık uyuyabilsem. Ama bu ışık! Sessizce anama avratıma küfrediyor sanki. O tepemde böyle yanarken uyuyamam ki!
Nasıl söndürsem şunu, ne yapsam?
Bir terlik, bir bardak attım olmadı. Gözlük kabı da denk gelmedi lanet olası düğmeye.
Başka ne yapabilirim, neyi atabilirim?
Sandalyeyi düşürmüş bulundum, artık onunla bir şey yapmam mümkün değil.
Metal ya da ahşap, plastik… Her neyse; bana uzun ince bir şey lazım.
Odaya bak, etraf çul çaput dolu!
Bunu yaşayacaktım madem, mutfakta ya da banyoda falan olsaydı; malzeme boldu.
Perde! Asılıp çeksem aşağı? Kumaş bir işime yaramaz da, korniş yerinden oynayıp çıkarsa, onunla uzanabilirim belki. Ya o da, çekmece gibi başıma düşerse? Denemeye değer ama benim önce, baş aşağı dönmem gerek. Lanet olsun! Cam kırıkları yüzünden sürünemiyorum ki! Korkum, canımın yanması değil, bir de kan kaybıyla uğraşmak var. Gerçi sürünsem de bir işe yaramayacak biliyorum, uzanamam oraya, kapı koluna bile yetişmez elim. Sol ayağımla bir şeyler yapayım desem, o da pek yukarı kalkmıyor. Gece lambasını da sandalye gibi gündüz gözüyle yere düşürmem hiç iyi olmadı. Geceyi beklesem, el ayak çekilince yapsaydım; gürültüden, olağanüstü bir durum olduğu anlaşılırdı.
Ah şu bardağı azıcık daha sola atacaktım ki! Olmadı işte.
Kitapların üçü de karavana.
Arka arkaya hata! Mermilerimin hepsi boşa gitti.
Doğru dürüst düşünemiyorum artık. Böyle dayanılmaz bir ağrı nasıl olabiliyor?
Elimde sadece şu aptal terliğin teki kaldı. Bunu da atsam? Topuğu o kadar yumuşak ki; hiçbir işe yaramıyor. Öbür tekini gördük işte.
Hatice’nin gelmesine kaç gün var acaba?
Şuraya paralel telefon çektirmemekle hata ettiğimi şimdi anlıyorum. Adam üç beş metre kabloya o kadar para istemeseydi… Neyse.
155 mi, 112 mi?
Yoksa 118 miydi?
Yorma kendini efendi, telefon yok, telefoooon!
Zafer Efendinin giderken zorla elime tutuşturduğu cep telefonunun şarjı da bitmiştir çoktan.
Hoş, çalışsa kim arayacaktı ki?
İşte sana evlat! Ne yazık ki ‘’şu halde ölüp gitsem, vicdan azabıyla baş başa bıraksam’’ bile diyemiyorum! Ona da ötekine de! Hele hele analarına. Sırtlarından kalkan yükü, paraya çevirmenin telaşına girerler hemen, eminim. El alemden utanırlar mı bilmem? Sanmam!
Beyefendi, bir de utanmadan, telefonun kullanımını anlatıyor bana. Sesimi duymak istermiş güya! Orda saat bilmem kaç olunca, burada şu olurmuş… Palavra! Gittin gideli sekiz ayda sekiz kere aramadın, namussuz.
Hayır, ağlamak yok! Nesine dökeceksin gözyaşını? Onlar silip atmışsa seni, kes kesini, ağlama!
Gerçekten unutulur mu, silinip atılabilir mi bir baba? Ya da ben, yüzlerini unuttum mu acaba? Kesin salmıştır sakalları şimdi, baba yok ya yanında.
Çekmecedeki siyah cüzdanın içinde bir fotoğrafı olacaktı hayırsızın. Kendimi azıcık geriye doğru çekebilirsem… Ha gayret! Tek elle bir şey yapmak ne zormuş, gücüm yetmiyor.
Nihayet!
Vesikalık!
Dün gibi; üniversiteye kaydını yaptıracağı zaman çektirmiştik bunu.
Surata bak!
Gözüm iyi görmüyor ama daha önce incelemiştim; ağladı, ağlayacak.
Çocukluğunda da aynı şeyi yapardı: ‘’Biraz erkek gibi, dik dur karşımda’’ derdim; aynı bu surat, dudağı sarkıtırdı hemen.
İnşaatta ısrar ettim, evet. Büyük sözü dinleyip bitirseydi okulunu…
Sanatmış! Sürün şimdi. Beş para yok sana. Dilenci müziği yap, yakışır.
Akşama kadar tıngırdat, anca toplarsın karnını doyuracak parayı. Yaşa da gör.
Anasının peşine takılıp giden kız, sen de mi buradaydın? Nasıl, anan iyi bakıyor mu sana? Beş parasızken de böyle gülebiliyor musun? Para mara yok size, ana kız sürünün.
Işık!
Allah’ım, gözbebeğimi deldi geçti, kalbime nişan alıyor artık!
Sana lanet mi okusam yandığın için, yoksa söndürme arzusuyla hayata tutunmamı sağladığın için minnet mi duymalıyım? Ne yapsam? Tutunacak başka bir şeyim yok, iş sana kaldı. Yanıyorsun madem, yol göster şerefsiz!
Tek gözüm ağlıyor. Lanet olsun her şeye. Etrafta bir peçete bile yok.
Ayağa kalkamasan da dik yat mühendis bey, ağlama öyle kız gibi. Sil şu gözünü gözlük bezine. Ha şöyle! Ara, bul bir şeyler. Hani çok zekiyim diyordun ya! Çalıştır saksıyı. Yaparsın, güçlüsün sen. O ışığı da söndürürsün, bu odadan da çıkarsın. Ayağa kalkınca gösterirsin yine günlerini.
Yaparım! Kolayına pes etmem ben. Sevindirmeyeceğim kimseyi. Kalkacağım, göreceksiniz.
Çekmeceden dökülenlerin içinde fırlatılabilecek ne kaldı? Şu ilaç kutusu, çok mu hafif gelir acaba? İçi dolu olsaydı işe yaradı. Niye saklamışım ki bunu? Kırmızı şey nedir? Az daha sağa! Evet, oldu. Hesap cüzdanıymış. Hangisi acaba? Vadesine daha vardı bunun.
Ya benim ki?
Şimdi olmasın, daha değil. Hele de böyle!
Lanet olsun! Yine başladım ağlamaya! Engel olamıyorum artık. Güçlü falan değilim ben. Şu hale bak! Bu mu güç? Pislik içinde kıvranıyorum!
Bak efendi bak, şunlardan başka hiçbir şey yok etrafında. Sadece cüzdan! Kırmızı, siyah, mavi! Hadi sıra sizde! Hanginizin gücü yetecek beni ayağa kaldırma…
Neler oluyor?
Bunlar kim?
Başım çok ağrıyor, bağırmayın lütfen, duyuyorum sizi. Lanet olsun, tepemdeki hala yanıyor.
Ne kadar çok insan dolmuş odaya. Steteskop buz gibi.
‘’İsmi nedir beyefendinin?’’
‘’Valla Tanyol muydu, Tankut muydu neydi, ben ona hep Amca diyorum.’’
Hayır, hayır çıkarmayın pijamamı, şu kız görmesin beni böyle.
Hatice! Nerelerdeydin sen? Neden daha önce gelmedin? Bak, bana ne oldu, sana ne çok iş çıktı.
Sen mi açtın kapıyı bunlara? Nasıl girdiniz içeriye?
‘’Beyefendi bir şey söylemek istiyor sanki’’
‘’Ne dediği anlaşılmıyor ki!’’
‘’Bence, bir şeyi işaret ediyor’’
‘’Ben Amcanın dilinden anlarım, az çekilin hele…’’
‘’Işık, diyor, Amca.’’ ‘’O sevmez. Fatura çok gelecek diye korkar her zaman. Işığı yakmadan temizlerim evini.’’
Yorum Kapalı.