A. Tarık Emre
Jet Esma
Beyza’nın kapısı sabahın sekizinde çaldı. Genellikle erken kalkan emekli tiyatrocu Beyza akşam şarabı biraz fazla kaçırdığından vaktinde uyanamamıştı. Kapıyı açtığında oldukça genç, alımlı, düzgün vücutlu, güzel bir kadın gördü.
Beyza genç kadının bir şey demeyeceğini kestirdi, “Kimsiniz?” diye sordu.
Kadından, “Benim adım Esma. Ferhat Abi konuşmuş sizinle,” diye incecik bir ses çıktı.
“Bunun sesi sanki içine kaçmış…” diye aklından geçirdi Beyza.
Ferhat mahalledeki kadın berberiydi. Beyza’ya on günde bir temizliğe gelen kadın hiç haber vermeden ortadan kaybolmuştu. Beyza, Ferhat’a ev işlerinden anlayan birini sormuştu.
Ferhat’ın, “Bizim bu apartmanda Esma var. Emin değilim ama kapıcının akrabası galiba. Arada bir bizim dükkâna temizliğe geliyor. Sessiz, sakin, kendi halinde biri. Jet hızıyla çalıştığından bizim çocuklar Jet Esma ismini takmışlar. Çok da iyi yemek yapıyormuş diyorlar. Konuşayım istersen abla,” dediğini anımsadı Beyza.
“Tamam, gel içeri kızım. Çarşamba’ya benim gibi tiyatrodan emekli arkadaşlar gelecek. Hani gün gibi bir şey. Evi bir güzel sil süpür. Ev iki katlı diye çok iş var zannetme; yukarıdaki üç odayı hemen hemen hiç kullanmıyorum. Anlaştık mı, canım? Birlikte kahvaltı edelim şimdi.”
“Ben yaptım o işi, Beyza Hanım. Sofrayı hazırlayayım mı?”
“Yok hayatım, ben hallederim. Hanım yerine abla demen yeter, tamam mı?”
Beyza çarçabuk bir iki şey attı ağzına, sonra salona geldi. Esma gerekli her şeyi banyodan almış, temizliğe girişmişti bile. Önce camları silerek işe başlamıştı. Bir sincap gibi camın önündeki pervaza çıkıp nemli bezi var gücüyle cama bastırıyordu. Sonra yine odanın içine geçiyor, bezi kovaya daldırıyor ve tekrar pervazın üstüne çıkıp başka bir yere tünüyordu.
“Bu kadını izlemek insanı yorar, vallahi!” diye kendi kendine konuştu Beyza.
Sözünü bitirmesiyle bir baktı ki, Esma elindeki eski gazete kâğıtlarıyla camları parlatıyor.
“Tamam, Esma bırak artık. Camlar çok güzel oldu, pırıl pırıl parlıyor hepsi. Dengeni kaybedip düşeceksin şimdi.”
“Yok abla azıcık daha ovalamam lazım. Yakından bakınca ufacık lekeler görünüyor.”
Esma salon camlarının dışıyla giriştiği savaşı başarıyla bitirip aynı hızla iç kısımları da halletti. Sonra balkonu yıkamaya girişti. Arkasından halıları sildi süpürdü. Her bir yerin tozunu aldı ve son olarak da duvarları sertçe ovalamaya başladı.
“Şimdi dur biraz, soluklan. Hem karnın acıkmıştır senin. Şu köşebaşına yeni bir pideci açıldı. Orayı arayayım da yiyecek bir şeyler getirsinler, olur mu?”
“Sen bilirsin ablacım ama duvarları bitirmeden olmaz.”
Esma’nın duvarları silmesi iki saate yakın sürdü.
“Günahı boynuna ama eski temizlikçi hiç de doğru dürüst çalışmamış yani…” diye düşündü Beyza.
Beyza pideleri getiren çocuğa parayı uzattı, “Üstü senin,” deyip salona geçti, paketi yemek masasının üzerine bıraktı.
“Abla sen otur ben hemen hallederim,” diyen Esma bir koşu mutfağa gitti, sofrayı kurdu hemencecik.
“Dolapta biraz yoğurt varmış, Beyza Abla. Ayran da yaptım.”
“Kızım bu ne hamaratlık böyle. Kocan da amma şanslıymış ha! Evlisin, değil mi?”
Esma’nın yüzü asıldı.
“Ne oldu kız? Üzülüverdin birden…”
“Kocam var ama nikâhlısı değilim; ikinci karısıyım. Ferhat Abi’nin berber dükkânı var ya; işte o apartmanın kapıcısı.”
“Vay uyanık vay! Allah bilir o herifçioğlu ikinizi de evlere temizliğe yollayıp gününü kahvelerde kâğıt oyunlarıyla geçiriyordur.”
Esma bir şey demedi, başıyla onayladı.
“Çocuk var mı?”
“Yok. Nikâhlı karısı Döne Abla’dan bir kızı var. Ben doğuramadım daha.”
“Kaç yaşında bu adam?”
“Tam yaşını bilmem ama ellisine yaklaşmıştır. Döne Abla’nın dediğine göre bu beni almadan az önce kabakulak olmuş. O gün bu gündür kısır kalmış. Doğru mudur ki, Beyza Abla?
“Var galiba öyle bir şey.”
Beyza hep böyleydi; insanlarla hemencecik sıkı fıkı olurdu.
“Sana bi şey diyeyim mi, Esma? Kurtul o adamdan…”
Esma başını öne eğdi.
“Abla ben yemeğimi bitirdim. Öbür odalara geçeyim hemen.”
“Sonra geçersin. Şimdi geç mutfağa köpüklüsünden iki kahve yapıver de seninle bir güzel dertleşelim. Benimki orta olacak.”
Esma kahveleri getirdi; su ve lokumla birlikte.
“Aferin be kız. Lokumu nereden buldun?”
“Çay şekerinin yanındaki küçük kavanozdan. Ablacım iznin olursa sana bir şey soracam…”
“Sor bakalım.”
“Senin kocan, çoluğun çocuğun var mı, Beyza Abla?”
“Bir kızım var. İngiltere’ye gitti yıllar önce. Buraya pek gelesi yok. Babası olacak adamla boşandığımızda üç yaşındaydı.”
“Kızın kaç yaşında?”
“Otuz oldu bu sene. Hastaneye yattıktan üç gün sonra askerler darbe yapmıştı. Aynı gün doğsaydı ismini Eylül koymazdım.”
Esma, Beyza’nın darbe sözcüğünden hiçbir şey anlamamıştı.
“Benim yaşım yirmi beş. Eylül benden beş yaş büyük oluyor.”
“O kadar var mısın sen, ayol? Kahven bittiyse fincanı ters çevir de falına bakayım.”
“Cidden mi, abla? İlk defa fal baktıracam.”
“Uyduracağım bir şeyler. Sen şimdi beni iyi dinle. Bizim dizinin çekimleri yakında bitiyor. Ondan sonra doğru yazlığa. Benimle gel istersen. Hem bak falın da öyle diyor. Yolculuğa çıkacaksın, deniz kıyısına gideceksin diye gösteriyor.”
Esma, Beyza’ya iyice bakınca hatırladı. Boğaz’daki bir yalıda geçen dizideki herkese emirler yağdıran, iki gelinine hayatı zindan eden kadındı Beyza.
“Abla bende jeton yeni düştü; şimdi hatırladım seni. Döne Ablayla birlikte izliyoruz senin diziyi. Arada bir sana beddualar yağdırıyoruz,” diyen Esma kıkırdadı.
“Bu yaştan sonra bana ancak öyle gudubet karı rolleri veriyorlar.”
“Yaşın kaç ki, abla?”
“Altmışımızı geçtik, Esmacım.”
Esma’nın kafasından düşünceler jet hızıyla geçti.
“Daldın gittin, be Esma. Bu kadının yazlığına gidersem başıma iş alır mıyım, kocam olacak o heriften kurtulacağım ama bu nasıl olacak gibisinden sorular sorup duruyorsun kendine, değil mi?”
Esma şaşırdı, “Bu kadarı olmaz. Her bir şeyi bildin!” diyebildi.
“Neyse sen biraz düşün, sonra kararını verirsin. Bu çarşamba boş musun? Bizim arkadaşları ağırlarken bana yardım etmeni istiyorum.”
Esma sevinçle, “Boşum Beyza Abla gelirim tabii,” dedikten sonra öbür odalara daldı, jet hızıyla hepsini temizledi.
***
Esma koşa koşa yaşadıkları bodrum kattaki kapıcı dairesine gitti. Büyük bir apartmanın kapıcılığını yapıyordu Osman. Aslında Osman’ın yaptığı bir iş yoktu. Sabahları ya Esma ya Döne ekmek, süt ve gazeteleri dağıtırlardı. Kadınlar kahvaltı sofrasını kurarlarken Osman kalkardı yataktan.
“Döne Abla, bugün kime gittim; bil bakalım!”
“Nerden bilcem be Esma?”
“Hani perşembe geceleri Solan Güller dizisi var ya, işte oradaki zalim kaynanayı oynayan kadına gittim.”
“Vallaha mı? Nasıl biri?”
“Çok candan biri. Dizideki gibi hiç de nemrut değil.”
Esma, Beyza’nın yazlık teklifinden bahsetmedi hiç.
“Çarşamba günü tiyatrodan arkadaşları gelecekmiş. Yardımcı olmamı istedi. Börek, çörek falan yapıcam.”
“Osman’a söyleme. Yoksa tebelleş olur; sana da rahat vermez.”
***
Çarşamba günü gelen kadınların hepsi de şen şakraktı. Beyza yanlarında suskun kaldı sanki. Bağıra çağıra konuşuyorlar, yerli yersiz kahkahalar atıyorlardı. Hele iki kadın vardı ki… Sigara üstüne sigara yakıyorlar, bardağa viskiyi doldurup içtikçe içiyorlardı. Esma kadınların isimlerini hemen öğrenmişti; Vildan ve Necla.
Konken oyunu başladı. Partiyi kazanan Necla elinde tuttuğu Joker’i arkadaşlarına göstererek, “Şu var ya şu. Boşandığım kocalarımı bile bundan çok sevmedim,” demişti. Hepsi gülüşmüştü.
Vildan herkesi daha çok güldürdü, “Aldatan koca milleti Joker’in tırnağı bile olamaz,” diyerek.
Esma içinden, “Ne kadar da rahat konuşuyorlar, hiç utanmadan sıkılmadan,” dedi.
Oyun sürdükçe sürdü. Esma çay, kahve servisini aksatmadan yaptı. Necla ve Vildan viski içmeye devam ettiler. En sonunda oyun bitti.
Kadınlardan kimileri, “Beyzacığım biz gidelim artık,” dediler.
Necla’yla Vildan biraz daha oturdular.
Ayrılırlarken Necla, Esma’nın omzuna dokundu, “Ellerine sağlık, Esmacığım. Umarım sevmişsindir bizi. Erkekler tarafından aldatılınca öylesine konuşuyoruz işte,” dedi.
Vildan da, “Evliliğimi ne hayallerle yapmıştım bir bilsen, Esma. Anlatırım bir gün sana çürük çıkan kocamın yaptığını,” diye dert yandı.
Konuklar gittikten sonra Esma çok seri bir şekilde masayı topladı, tabakları çanakları çabucak sudan geçirdi, bulaşık makinesine yerleştirdi ve makineyi çalıştırdı.
Beyza mutfağa geldi, “Bu ne hız böyle, Esma! Sana boşuna Jet dememişler,” dedi.
Esma sadece gülümsedi.
“Akşam için dolma yapayım mı, abla? Dolapta yeterince domates, biber ve kabak var. Misafirlere köfteyi yaparken kıymanın hepsini kullanmamıştım da.”
“Çok teşekkür ederim, Esma. Seni yormayayım artık” dedi Beyza zarfı uzatırken.
Esma içine bakmadan zarfı katlayıp koydu hırkasının cebine.
“Saysana kızım. Belki eksik verdim. Yolda bulsan bile parayı sayacaksın. Hatırlasana aynı şeyi ilk geldiğinde de demiştim.”
“Hiç öyle şey yapar mısın, abla?” dedi Esma ve zarfı açtı. Fazladan bir ellilik vardı.
“Beyza Abla çok sağ olasın.”
“Sen de sağ ol. Para senin, sakın kocana vereyim deme.”
***
Bir hafta sonra Beyza, Esma’yı aradı.
“Yıllardır görüşmediğim bir akrabam kocasıyla bana gelecek. Bir iki gün kalacaklar bende. Birine sözün yoksa bana geliver diyecektim.”
“Şey… Bilemem ki, abla.”
“Tatsız bir durum mu var yoksa?”
“Yok, abla yok. Tamam gelirim birazdan.”
Beyza kapıyı açtığında karşısında ürkek bir kuş gibi titreyen, dudağı patlak, bir gözü mosmor, içini çeken Esma’yı gördü.
“Kocan olacak o melun herifin marifeti bu, değil mi?”
Esma sarıldı Beyza’ya. Hıçkırıyordu.
“Döne Abla’yı servise yolladıktan sonra çağırdı beni yatağına. Gitmeyince yanına, dövdü.”
“Geç içeri, otur biraz.”
Beyza bir bardak su getirdi, “Al şunu iç. Bugün çalışma sen, tamam mı?” dedi.
“Yok, abla. Çalışmazsam çok daha kötü olurum.”
Esma başladı evi temizlemeye. Oradan oraya seyirtiyor, toz alıyor, her tarafa elektrik süpürgesi tutuyordu. Salon ve yemek odasındaki iki ağır halıyı tortop edip sırtına yükledi, arka bahçeye indirdi, bir güzel dövmeye başladı.
Beyza, Esma’yı balkondan izliyordu. Çamaşır tellerine astığı halılara öyle bir girişiyordu ki, sanki o sabah kendisini döven kocası vardı karşısında; vurdukça vuruyordu.
Sonra yıkamaya başladı halıları. Ovuştura ovuştura halıları silmesi görülmeye değerdi. Ayaklarını silindir gibi kullanıp halıları dümdüz etti . Adeta ezdi geçti ikisini de. Suyu sonuna kadar açıp sabunun hepsini temizledi. Yassı bir tahta parçasıyla kalan suları süzdü. Durulama işini bitirdikten sonra halıları kurumaları için bahçenin iki ayrı köşesindeki at kestanesi ağaçlarının kalın dallarına astı.
“İyice rahatladım, abla. Halılarla uğraşmak ilaç gibi geldi. Şimdi de o kullanmadığın üç odaya başlayayım.”
“Ben artık hiçbir şeye karışmıyorum. Bildiğini yap, Esma.”
Öğleyin bir şeyler atıştırırlarken Beyza söze başladı.
“Dinle beni Esma. Bu adamdan sana bir hayır gelmez. Bugün seni döven yarın öldürür Allah saklasın. Düşsün yakandan. İki hafta sonra gidiyorum yazlığa; Eylül’ün sonuna kadar da kalacağım. Gel benim yanıma kurtul şu heriften.”
Ve bir sabah çok erkenden Esma hiç kimseye haber vermeden elinde büyükçe bir spor çantasıyla Beyza’nın kapısını çaldı.
Beyza uçak biletlerini almış, uçuştan bir gün önce de korsan taksici Burhanettin’le anlaşmıştı. Yarım saat sonra da iki kadın havaalanındaydılar.
Uçak havalanırken çok korktu Esma. Bildiği bütün duaları okudu. Beyza’nın hiç durmadan konuşması kısa zamanda Esma’nın bütün korkusunu geçirdi. Beyza pencerenin önündeki güneşliği kaldırdı.
“Seyret şu güzelliği, Esma,” dedi
Esma’nın gördükleri karşısında büyülenmemesi olanaksızdı. Pamuk tanelerine benzeyen bulutların gölgesi yeryüzüne açık mor noktalar halinde vuruyordu. Göremediği güneşten gelen ışıklar ise pembe, turuncu, koyu mavi renkler halinde yansıyordu. Böylesine bir renk uyumunu benim diyen ressam kolay kolay tuvaline yansıtamazdı.
Yavaş yavaş alçalıyordu uçak. Kısa bir süre içinde inişe geçen uçağın tekerlekleri pistle buluştu.
“Oh, be Beyza Abla. İndik yere sağ salim…”
Beyza’nın yazlığı Bodrum’a bağlı beldelerden birindeydi. Birçok yerin aksine burada sakin bir hayat vardı. Esma çok sevmişti buraları. Her günü dolu dolu geçiyordu. Beyza’nın tanıdıkları da Esma’yı çok sevdiler. Kimi günler Esma, Beyza’nın komşularına da gidip yardımcı oluyordu.
Esma yüzme bilmiyordu. Zaten sahilde gördüğü kadınlar gibi mayo, hele bikini giyecek hali hiç yoktu. Beyza’nın eski bir plaj elbisesini giyip gidiyordu sahile. Sıcak kumların üstünde güneşleniyor, iskeleye gidip ayaklarını suya sokuyordu. İskelenin biraz açığındaki teknenin kaptanı Halil’i de görmesi böyle olmuştu. Hele Halil’in bir gün tekneden denize atlayıp dipte metrelerce gittikten sonra hemen yanı başında belirivermesi…
O akşam Beyza’ya anlattı olanları.
“Adam atladı denize, abla. Bakıyorum yok. Dedim battı, gitti.”
“Eski süngerci Mehmet Reisin oğlu Halil o. Yunan adası İstanköy’e yolcu taşıyan teknelerin birinde çalışıyor. Bakıyorum etkiledi seni şu, Halil. Evliydi bir zamanlar ama yürütemedi…”
Esma yanaklarının kızardığını hissetti.
“İstersem bana yüzmesini öğreteceğini söyledi, Beyza Abla.”
Beyza güldü, “Madem öyle, öğretsin o zaman,” dedi.
Kızarması azalan Esma, ışıl ışıl parlayan gözlerinin içiyle gülümsedi Beyza’ya.
***
Bir akşam Beyza ve arkadaşları, Esma’yı da alıp Bodrum’un ünlü balık lokantalarından birine gittiler. Kalabalık grubun içinde Beyza gibi dizilerde rol alan oyuncular da vardı. Çok satan bir gazetenin magazin muhabiri masaya gelip Beyza ve yanındakilerle konuştu, kameraman da deklanşöre basıp bol bol film çekti.
Muhabiri tanıyan oyunculardan biri, “Güzel bir haber yaparsın artık. Geçen seneki gibi olmasın ha…” demeyi ihmal etmedi.
Kadehinden bol bir yudum alan muhabir, “Yok abi. Geçen yaz montajcının azizliğine uğradık,” diye cevap verdi gülerek.
***
Osman’ın nikâhlı karısı Döne de şiddet görmeye başlamıştı. O sene liseye başlayan kızı Meral de dayaklardan nasibini alıyordu. Döne ne yaptı etti, kocasını terk etmeyi başardı. Kızıyla birlikte İzmir’de oturan ablasının yanında aldı soluğu. Ardından da boşanma davası açtı.
Osman’a apartman yönetimi kapıyı gösterince imdadına mahalledeki taksi durağı yetişti. Durağın ufak tefek işlerini ve temizliğini boğaz tokluğuna üstlendi. Orada yatıp kalkmaya başladı.
Şaban adında memleketlisi bir şoför vardı durakta çalışan.
“Osman Abi, benden duymuş olma ama…”
“Ne diyeceksen de, Şaban.”
“Abi senin Esma’ya çok benzeyen birini gösterdiler dün televizyonda. Gazetelerde de var resmi. Yanında da şu yolun aşağısındaki iki katlı evi olan oyuncu kadınla başkaları vardı.”
Osman dondu kaldı. Döne’yle bir gün tartışırlarken Esma’nın Beyza’ya temizliğe gittiğini öğrenmişti. Hemen koştu kahveye, Şaban’ın bahsettiği gazeteyi buldu. Gerçekten çok benziyordu resimdeki kadın Esma’ya. Benzemek değil, Esma’nın ta kendisiydi.
“O oyuncu karı, allamış pullamış Esma’yı…” deyip bastı küfürü.
Osman sağa sola sorup soruşturdu; Beyza’nın yazlığının nerede olduğunu öğrendi. İlk otobüse atladığı gibi tuttu Bodrum’un yolunu.
***
Beyza, Halil ve ablasını yemeğe çağırmıştı. Akşam yemeğini hazırlamaya girişen Esma, o gün çok keyifliydi. Böreği fırına verirken hafiften bir türkü tutturmuştu. Tam o sırada kapının vurulduğunu duydu. Kapıyı açtı. Gördüğüne inanmak istemedi.
“Bir konuşalım diye geldim…”
“Git buradan. Seninle konuşacak hiçbir şey yok.”
“Ne demekmiş o?”
“Anlamadın mı hâlâ? İstemiyorum seni.”
Osman’ın eli ceket cebine gitti. Elinde tuttuğu bıçak az sonra batacak güneşten gelen ışıkla parladı.
Esma mutfağa doğru kaçtı…
Arkadaşlarıyla beraber güneşi batıran Beyza neşe içinde eve doğru atıyordu adımlarını. Bakkala uğradı, 70’lik bir Kulüp aldı.
“Günün nasıl geçti, abla?” diye sordu Nuri Bakkal.
“Bundan iyisi Şam’da kayısı, Nuri. Kurt gibi acıktım. Kim bilir ne leziz şeyler hazırlamıştır bizim Esma!”
“Akşama ağır misafirleriniz varmış diye duyduk, Beyza Abla. Halil iyidir hoştur ama hercaidir biraz.”
“Küçük yerlerde her bir şey tez duyulur derlerdi de inanmazdım. Bana sorarsan Halil durulmuştur artık, Nuri.”
Nuri başka bir şey demedi.
Beyza yol boyunca karşılaştığı tanıdıklarıyla selamlaştı, merhabalaştı. Kimi komşularıyla ayaküstü sohbetler etti. Sonunda yazlığının önüne geldi. Kapı açıktı, mutfaktan yanık kokusu geliyordu. Arkaya bahçeye bakan mutfak kapısının önündeki taşlıkta kanlar içinde yatan Esma’yı görmesiyle çığlık çığlığa haykırması aynı anda oldu.
Kapı komşusu Adil, Bodrum’daki özel hastanelerin birinde doktordu. Beyza hemen ona koştu. Tesadüfe bakın ki adam o akşam nöbetçiydi. Esma’yı arabaya koydukları gibi birlikte gittiler hastaneye. Esma derhal ameliyathaneye taşındı.
Ameliyatı yapan cerrah, “Hastamız çok kan kaybetmiş. Elimizden geleni yapıyoruz. Genç ve bünyesinin kuvvetli olması büyük bir avantaj. Kurtulacağını umuyoruz,” dedi.
Haberi öğrenip ablasıyla beraber hastaneye gelen Halil, “Ben o herifi bulup gebertmez miyim Beyza Abla,” deyip durdu.
Esma’nın başına gelenler ertesi günkü gazetelerde kısacık bir haber oldu. Birkaç gün komada kalan Esma cerrahın söylediği gibi kefeni yırttı.
Esma’nın iyileşmeye başladığı sıralarda oradan oraya kaçan Osman’ı, jandarma en sonunda köyüne giderken kıskıvrak yakaladı.
Osman karakolda mağdur bir tavır takınarak, “Gazetelerde açık saçık fotoğraflarını görünce kanım beynime sıçradı. Sadece konuşmak için görüşmek istediğimi söyledim; ama erkekliğime hakaret etti. Susmasını söylememe rağmen sürekli küfür ediyordu. Bir de bana saldırmaya kalkınca, dayanamadım ve kendimi korumak amacıyla taşıdığım bıçağı sapladım. Zaten yanında çalıştığı kadın kocasından boşanmış bir tiyatrocu. Doğru dürüst bir hayatı yok. İstanbul’daki evine elini kolunu sallayan girip çıkıyordu. Ben diyeyim fuhuş yuvası, artık sen ne dersen de, Komutanım.” diye ifade verdi…
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.