Toplum yaşamında en başat hak bilgilenme, haber alma hakkıdır. Diğer deyişle nesnel biçimde gerçeği öğrenmek hakkı. Bu hak, zaman zaman, gıda, beslenme hakkından bile önce gelir. Neden mi? Gerçeklerden haberli, bilinçli insan, açlığının da yokluğunun da barınaksızlığının da nedenlerini bilir; er ya da geç önünü almayı başarır.
Sözkonusu olguya karşın, bir ülkede basın, gazeteciler buyruk altında kişiliksizler öbeğine dönüştürülmüşse ve belirlenen etki altında birkaç kuşak oluşturulmuşsa (ki bunun “sevimli” adını bilirsiniz: toplum mühendisliği!) demokrasinin ne duruma geleceğini öngörmek o değin güç müdür. Siyasetbilim kürsülerinin sürekli es geçtiği zorunluluk budur: Demokrasi her şeyden önce eğitimli, kültürlü, bilgili toplum ister!
Usta Gazeteci Işık Kansu gerçek gazetecinin aynı zamanda tarihçi, belgelik oluşturucu, bellek kurucu ve koruyucu aydın kişi olduğunu Cumhuriyet gazetesinde onyıllara yayılan emeğiyle; yapıtlarıyla ortaya koyuyor. Telgrafhane Yayınları’nca yeni baskısı yapılan “Kan Denizindeki Mercek” adlı kitabında, özellikle günümüz gençliğinin bil(e)mediği 1970’li yıllar iç savaş koşullarını, Atatürkçü, aydınlanmacı bilim insanlarına, gazetecilere, toplum kesimlerine yönelik kıyımları; Türkiye üzerine oynanan oyunları, kurulan (ne yazık ki düşülen) tuzakları somut belgelerle, bilgilerle, ayrıntılarla, gazeteciliğinin doğrudan tanıklığıyla açıklıyor.
‘70’li yılları sözde anlatan bazı yayınlar ve “sözcüler”, “Karşıt görüşlü gruplar çatıştı” yaklaşımından hem medet umarlar, hem de kullanışlılığından olsa gerek, bu yöntemi sıklıkla uygularlar. Oysa gerçek hiç de öyle değildir. Türkiye’nin, Atatürk Devriminin aydınlığıyla donanmış anlağı güçlü gençleri, yine Cumhuriyetin parasız, bedelsiz eğitim olanağı sayesinde, bilim anıtı üniversitelere ulaşmışlar; aynı zamanda 1961 Anayasasının kazandırdığı özgürlük ortamında sürekli okumaya başladıkları Marksçı ve yazınsal klasiklerle yetkin bir bilinç yapısı edinmişlerdir. Bilinçlenen, devrimci bilgiyle tanışan gençlerin, içinden geldikleri kırsal kesimin eşitsizlik, tutsaklık, bilgisizlik üreten sömürü ilişkileri özeğinde de uyanış evresine girdikleri açıktır.
Eşzamanlı olarak “NATO’nun gizli ordusu” kontrgerilla, ülkemizde ne yapıyordu dersiniz? Onlarca “komando kampı” (hem de jandarma bölgelerinde) kurarak, buralarda, sözde sivil bir diğer gençlik kesimine silahlı eğitim veriyor; sol, sosyalist, komünist düşmanlığıyla
beyinlerini yıkıyor, bunları kıyım, öldürüm makinesine dönüştürüyordu. Çok sürmedi, kamplarda yetiştirilen Haluk Kırcılar, Abdullah Çatlılar, Mehmet Ali Ağcalar, Velican Oduncular, Oral Çelikler, Ünal Osmanağaoğlular…planlandığı gibi sol, Atatürkçü, aydınlanmacı insanların üzerine saldırtıldı.
Gerçekten de yakın dönem Türkiye siyasal tarihi sağ, ırkçı, dinci, mezhepçi kıyımlar tarihidir: Kubilay Menemen, Şeyh Sait, Maraş, Çorum, Sivas, Fatsa, Erzincan, Ankara Bahçelievler, İstanbul Üniversitesi Beyazıt, Taksim, süreğinde yeniden Sivas, Gazi, Gezi…ayrıca Çetin Emeç, Cavit Orhan Tütengil, Bahriye Üçok, Bedrettin Cömert, Turan Dursun, Doğan Öz, Ümit Kaftancıoğlu, İlhan Erdost, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı…(ne acı, saymakla bitmiyor) kıyımları… Işık Kansu bu acı olayların doğrudan gazeteci tanığı olmuş, insanın kanını donduran kıyımları gelecek kuşaklara ulaştırmış, belgelemiş.
Yetmişli yıllarda uyanış içindeki devrimci gençlerin kelle koltukta yaşamalarının, fakültelerini, eğitimlerini bu saldırılar, kıyımlar altında sürdürmelerinin beklenemeyeceğini anlamak herhalde zor olmasa gerek. (Nedense bu zamandizin (kronoloji) genellikle savsaklanır, görmezden gelinir.) Kıyıma uğrayan Uğur Mumcu’nun ciltler dolusu belgeyle kanıtladığı kışkırtma, iç savaş sürecinde aynı silahlar her iki kesimin saldırılarında da kullanıldı, sol da silahlandırıldı, görevlendirilmiş kışkırtıcı ajanlar kullanmak yoluyla “maceracı” eylemler yaygınlaştırıldı. Şiddet eylemleri solla da buluşturulmuşsa da solun, 12 Eylül 1980 darbesiyle engellenen asıl tarihsel belirleyici etkisi, sınıfsal bilinç ve dayanışmanın hızla güçlenmesidir.
Işık Kansu yapıtlarında, yanında yetiştiği, aynı zamanda dostu, ağabeyi Uğur Mumcu’nun, eşsiz kaynak niteliğindeki “Rabıta” adlı kitabındaki belgeleri, gazeteci dilinde “fikri takip” denecek biçimde izlemek, günümüze ulaştırmak işini üstlenerek de halkı aydınlatıyor. (Bkz. “Rabıta’nın Zabıtası”)
“Kan Denizindeki Mercek” için Usta Yazar Oktay Akbal şöyle yazmış:
“‘Kan Denizindeki Mercek’, yakın tarihimizdeki acı olayları derinliğine inmeye çalışarak sergiliyor. Çaresiz bir şeydir, toplumun sürekli iç içe yaşadığı olaylardan kaçamamak! Bir genç gazetecinin yaşamı boyunca gördükleri hiç de iç açıcı değil; katının katısı, acımasızlığın, sevgisizliğin güncelleşmiş olması… Gerçek bir ‘kan denizi’dir gazete sayfalarında yazılanları yaşamış olmak… Sonra da etkili bir biçimde kitaplaştırmak…
12 Martlar, 12 Eylüller derken AKP’nin iktidarında yaşananlar, daha da yaşanacaklar… Bütün bunları genç bir yaşta görmek, yaşamak ve okuruna en inandırıcı biçimde yansıtmak…
‘Kan Denizindeki Mercek’ bir çeşit belge!.. Son çeyrek yüzyılın Türkiyesinde yaşanan en dehşet verici, korkutucu, üzücü olaylar bir ayna gibi yansıtılmış. Sivas olayları, kanlı kent baskınları, çekişmeler…
Gencecik bir Kansu, hepsinin içinde, yanında yaşıyor, kaçmıyor gerçekten, görevinin gazeteciliği de aşan bir toplum gözlemciliği, ya da duyarlılığı olduğunu biliyor…”
Gerçekten de Oktay Akbal’ın da vurguladığı gibi “Kan Denizindeki Mercek” az sayıdaki başat kaynaklardan; mercek tutan, ayrıntıları, gerçeği açıklayan…
Öyle “Karşıt görüşlüler çatıştı” kurnazlığıyla gazetecilik de aydınlık da olmuyor.
Halkımız “Kan Denizindeki Mercek”i mutlaka okumalı; özellikle de gençler okumalı.
Günay Güner
telgrafhanesanat.org
Kan Denizindeki Mercek’i, buraya tıklayarak %30 indirim ve kapıda ödeme imkanıyla edinebilirsiniz.
Yorum Kapalı.