Köy Enstitüleri Destanı ve Anıt Öğretmen Abdullah Özkucur
Bir bölük “Türkiyeli” aydın var ki (köşe başlarını tuttuklarından etkililer) gözlerinin önündeki gerçekleri görmemekte kararlılar. Örneğin “Aydın nedir” sorununu hâlâ tartışır gibi görünürlerken, dünyanın birçok yazarından alıntılar yaparlar da Türk Devriminin ekin, aydın, eğitim tansığından tek satır söz etmezler. Onlar bu çaba içindedirler de gerçek ortadan kalkar mı, hayır! Gerçek her zaman yerli yerindedir; öznel istemlerden bağımsız işler. Tarih, olgu, belge yok edilemez.
Cumhuriyet ve Türk Devrimi, aydın-ülke yönetimi uyumunun, düşün birliğinin yeryüzündeki belki de tek örneğidir. (Bir an Bolşevik Devrimi anımsansa da kısa zamanda iç çatışmalar baskın çıkmıştır). İşte bu eşsiz eşgüdüm örneğinin, hiç kuşku yok ki en değerli yapıtlarından biri köy enstitüleridir. Köy enstitüleri üzerine daha çok durulmalıdır, düşünülmelidir, tartışılmalıdır. Çünkü değerinin, öneminin anlaşılabildiğini söyleyenilmek güçtür.
Köy enstitüleri yepyeni insan tipi yarattı. Yepyeni öğretmen, yepyeni öğrenci, eğitim anlayışı… Özverili, eşitlikçi, yetkin insanlar… İşte anılan özverili insanların başında Bilge Öğretmen Abdullah Özkucur gelir. Bugün ne mutlu ki ulaştığı neredeyse yüzyıllık yaşında hâlâ güzelim bilinci aydınlık, hâlâ kitap yazmak çabası içinde. Bugüne değin yazdığı birbirinden değerli kitaplarının önemi ilk elden tanıklığı yansıtmalarındandır: “Öğretmen Olacağım”, “Köy Enstitüleri Destanı”, “Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü”.
Söylence öğretmenler İsmail Hakkı Tonguç (Tonguç Baba) ile Rauf İnan’ın da belirttikleri gibi, Abdullah Özkucur daha enstitüye başladığı günlerden günlük tuttuğu için (günlük tutan, bu gereksinimi duyan bir köy çocuğu), haklı olarak köy enstitülerini de en iyi yazabilecek kişi olarak görülür, bilinir. Öyle de olur; anılan kitapları bir gömü değerindedir. Ne ki Türkiyeli aydınca bilinir mi ne gezer; onlar başka işlerin insanları. “Türkiye’nin bir bölümünü sahte gündemlerle nasıl yıkıma sürükleriz, Avrupa Birliği’ne ABD’ye nasıl şirin, iyi çocuk, kuşkusuz demokrat oluruz”un derdindeler. Sözün kısası, işleri başlarından aşkın!
Erdemli işi biz yaparız; şimdi de yapalım, onur duyarak… İlk basımı Öğretmen Dünyası Yayınları arasında (1985) yapılan “Köy Enstitüleri Destanı” adlı yapıtın yeni basımı Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yayınları arasında yapıldı. Ne değin de güzel oldu. (Diri bir yayım ortamımız olsa da baskısı tükenen tüm değerli yapıtlar hemen yeniden basılsa, okurlar “Yeni kitap çıkmış” diye satın alma sıralarına girseler. Elli üç yaşındayım, ders kitabı dışında kitap sırası görmedim. Sovyetler Birliği için melih Cevdet Anday’ın kültür kitapları için tanıklığını anımsıyorum).
Köy enstitülerinin ilk dönem öğretmenleri (doğallıkla) genelde enstitü ülküsünü tam kavramış kişiler değildir. Ne ki gerçek öğretmenlerden Ahmet Kâmil Kutluca, Özkucur’un yaşamını değiştiren kararı almasını sağlar. Özkucur, sözkonusu değerli yönlendirme sonucunda Eskişehir Çifteler Çiftliği Mahmudiye Köy Öğretmen Okulu’nda öğrenimine başlar (1937). Başta üç yıl olan bu okulun süresi, üç yılın bitiminde Çifteler Köy Enstitüsü adını alarak beş yıla çıkarılınca enstitüyü 1942 yılında bitirir. İki yıl uzaması Özkucur’un iş bulup çalışmasını, gelir sağlamasını gerektirir. Memleketine, köyüne kakın kasabaya döner, yetiştiği yapıcılık konusunda iş bulur. O günlerde de köylüsü, ilkokul sınıf arkadaşı Cin Ali’ye rastlar. Cin Ali zeki, ilginç gözlemleri olan biridir. Köylüden konuşurlarken, geçmişteki bir yangından söz açılınca Cin Ali’nin “Benim asıl demek istediğim başka arkadaş. Yangını söndürenlerin içinde, evi ateşe verenler de vardı. Hem de bir don bir gömlek ile canla başla çalışılıyorlardı. Herkes bildi bunu ama, kimsecikler bir şey söyleyemedi” (s. 26) tanıklığı çok ilginçtir. Olaylara dışarıdan bakabilmektedir.
Köy Enstitüleri Destanı aynı zamanda, rahatlıkla söylenebilir ki bir inceyazın yapıtıdır; yer yer roman-öykü tadı alırsınız: “Hiç beklemedikleri anda köye gelişim ve hoşlarına gitmeyen soğuk yanıtım onları öylesine taşlaştırmıştı. Ortalıkta derin bir sessizlik vardı. Ocakta yanan çıranın çıtırtısı bile durdu bir süre.” (Özkucur, 2016: 28).
Köy enstitülü dünyası aynı zamanda görkemli bir dayanışma, imece dünyasıdır. Bu dönemde Özkucur gibi usta yapıcıların da aralarında olduğu öğrenci topluluğuyla Lâdik Akpınar Köy Enstitüsü de kurulur. Marşlarla, türkülerle, oyunlarla…
Öğrenciler ulaşımlarını genellikle trenle sağlarlar. Gittikleri her istasyonda başta İsmail Hakkı Tonguç ve Ferit Oğuz Bayır olmak üzere üst düzey yetkililerce karşılanırlar. Yaklaşım, öğrencilere verilen değerin de göstergesidir. Bu tren yolculuklarında tren yolcuları yönünden itici davranışlarla da karşılaşırlar. Kitapta aktarılan iki olay da dışlayıcıdır. Olayların birinde, şiir yazdığını söyleyerek Özkucur’un şiirlerini isteyip okuyan bir kentli kişi Özkucur’un şiirlerini genelde beğenmekle birlikte yeterince “sert” bulmaz; o Türkiye’yle değil, Orta Asya’yla, oradaki Türkleri kurtarmakla, onlara seslenmekle “şiddetle” ilgilidir. İkinci olayda ise böyle sözde ekinsel bir kaygı da yoktur; açıkça küçümserler, giysilerini konu ederler, gizli amaçlar için yetiştirilen öğrenciler olduklarını örtük de olsa imlerler. (Yıllar sonra Attilâ İlhanların, Kemal Tahirlerin bile gerçeği anlayamadıkları düşünülürse, o dönemin sıradan, giderek sıra altı insanına ne demeli).
Eğitim Devriminin giderek yeni yönetim anlayışının belirgin niteliklerinden biri de fotoğrafa verilen önemdir. Hemen her çalışma, buluşma, yapım, dayanışma, gezi…fotoğraflanır, belgelenir. Ne değin doğru bir anlayış olduğunu, bugüne sağladığı belgelerden anlıyoruz.
Özkucur, Havza’ya gittiğinde Mustafa Kemal’in çalıştığı evi gezer, aldığı notları görür. Gerçekten de ne coşkulu tanıklıktır o; eşsiz anlardır. Büyük Devrimcinin kurtuluşu, başkaldırıyı, tasarladığı, düşündüğü ilk yer…
Özkucur sürekli not alma, günce tutma yeteneğini yine değerli bir öğretmene Bayram Karahan’a bağlar. Karahan öğrencilerine özellikle yazmaları, günce tutmaları için seslenir, bunu sıklıkla işler.
Öğrencilerin yurt gezileri bilinçli biçimde düzenlenir. Örneğin bir Sivas gezisi vardır ki okura çok etkili yansır; tarihsel kalıtların görkemi, halkın yaşamı, giderek cer işliğinde tanık olunan sanayi işleri, demir levhaların ekmel dilimi gibi bir anda, kolayca kesilişleri… Görülmeye değerdir. Nâzım Hikmet’in “makineleşmek istiyorum” seslenişini çağrıştırır gibidir gözlenenler.
Özkucur’un başlıca okul müdürü Büyük Eğitimci Rauf İnan’dır. Çok yüreklendirici, birliktelik, eşitlikçilik bilincini güçlendiren konuşmalar yapar. Çok önemlidir: İnan, öğrencileri, öğrenci örgütü kurmaya yönlendirir, özendirir ve kurulmasını sağlar. Öğrenciler okul yönetim kararlarına ortaktır. Bu büyük yeniliği kimi enstitü öğretmenleri bile anlayamaz, benimseyemez. Küçük de olsa tepki gösterdikleri olur. Ne ki karşılıklı anlayış ve güvenin egemen olmasıyla sorunların üstesinden gelinir.
Düşünebiliyor musunuz, enstitülerde hangi öğrencilerin yazar, ozan, iyi konuşmacı…oldukları bile anlaşılmış durumdadır. Sözgelimi kimi öğrenciler “ozanlar” diye bilinir, anılırlar.
Enstitülerin bulunduğu bölgeler aynı zamanda Sakarya Savaşının geçtiği, kanlı çarpışmaların yaşandığı, yiğitlerimizin yurt, özgürlük uğruna can verdiği topraklardır. Bu durum öğrencilerin ülküsel bilincinde de etkilidir.
Bu okullarda olağanüstü bir eleştiri ortamının bulunması, öğrencilere gerçek eleştirinin ne olduğunu da öğretir; eğitimin bir parçasıdır. Okullar eğitim cennetidir. Özkucur, tez sunarcasına, Pestalozzi’yi anlatır; sunumu beğenilir. Enstitüye Niyazi Berkes de gelir ve gözlemleri, okumaları sırasında “Meğer daha Türkiye toplumbiliminde öğreneceğimiz ne çok bilgi varmış” diye alçakgönüllüce açıklama yapar. Öğrenciler Hüseyin Avni Şanda’nın, Hasan Reşit Tankut’un yapıtlarından köylünün durumunu bilimsel olarak öğrenirler. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban’ını işlerler, çok etkilenirler. G. Petrov’un “Beyaz Zambaklar Ülkesinde”sini okur, irdelerler. Belirtmeye bile gerek yok; Mustafa Kemal Atatürk, büyük sevgiyle, saygıyla, her an anılır; her çalışmanın güç aldığı başat kaynaktır. Özgürlüğümüzün, eşitliğimizin önderidir. Bu kararlılıkladır ki Rauf İnan Öğretmenin de yüreklendirişiyle, öğrenciler Seydi Suyunun yönünü değiştirirler; kullanılmayan bir değirmeni işler duruma getirir ve elektrik elde eder, kullanmaya başlarlar. Suyun yönünü değiştirdikleri gibi Türkiye’nin de yönünü değiştirirler.
Özkucur, izleyen dönemde öğrencisi olacağı, bitireceği Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün yapımı işindedir; o coşkulu topluluğun arasındadır. Yapımın başlayış günü unutulmazdır, Tonguç Babanın inanaç dolu konuşması, halk oyunları, türküler… (Belirtmeli ki enstitülüler, çalışma zamanı işi, dinlenme zamanı ise şöleni, şenliği en iyi yapan, bilenlerdir). Müdür M. Lütfi Engin, öğrencilerin çalışmasından o değin etkilenir ki duygulu biçimde, bunun iş yapmak değil, destan yaratmak olduğunu söyler. Kitabın adı da bu seslenişten geliyor olmalı.
Özkucur’u Şakir Efendi adlı bir memleketlisi arar bulur. Önce amacını gizler. Meğer amacı, ona evden kaçıp enstitüye girmekle “kötü yola düştüğü” söylenen kız kardeşini bulup, belki de öldürmektir. Henüz amacını gizlediği günlerde Özkucur Şakir Efendiye birbirinden bilimsel işleyiş içindeki arıcılık, atçılık, tavukçuluk, hayvancılık, bağcılık…bölümlerini açıklamalar yaparak, bölümlerdeki öğrencilerle görüştürerek gezdirir. Şakir Efendinin dünyası değişmiştir. Büyük şaşkınlık, olumlu anlamda sarsıntı içindedir. Sonunda üzüntüyle gerçek geliş nedenini açıklar. Kız kardeşi anlatılmaz acımasızlıklar içinde kurtuluşu kaçmakta, enstitü öğrencisi olmakta bulmuştur. Birlikte kız kardeşine ulaşırlar; özlem giderirlerken kız kardeşine sonuna değin destek olacağı sözünü verir.
Âşık Veysel Kara Toprak şiirini Hasanoğlan’da, Özkucur’un benzer izlekli şiirinden yola çıkarak yazar; Kara Toprak’ın ne değin beğenildiği bilinir. 17 Nisanlar o dönemden bayram olarak kutlanmaya başlanmıştır.
Köy enstitüleri bir anda erdemli insanlar mı yetiştirdi, hayır. Boş inançları, bilgisizliği birkaç yılda kazımak olanaksızdır. Ne ki doğru temel atılmıştır, maya tutmuştur, sürekli gelişmiştir. Abdullah Özkucur özelinde baktığımızda tam anlamıyla savaşım görürüz. kendi köylülerince taşlanmıştır. Bölgesinde “casus” suçlamasıyla az daha tutuklanacaktır. Bereket karakol komutanı bilinçli biridir. Onu anlayan birkaç dostu köyünden kaçırmak zorunda kalırlar; kalırsa öldürülecektir.
Yapıtta daha birçok yaşamsal bilgi var. Ne ki yerimiz dar… Gelinin nazlanması gibi değil, gerçekten yerimiz dar. Özkucur’un kitaplarını özellikle gençler kesinlikle okumalılar.
Abdullah Özkucur bilge, anıt bir insan… Salt bilgisiyle, savaşımıyla değil, üstün, erdemli kişiliğiyle de. Özkucur Tanrı’dan dört beş yıl daha istiyor; kitaplarını yazmak için. Bu satırların yazarı böylesi bilgelerin yaşam sürelerinin kesinlikle yüzyılı aşmasının kural olması gerektiği kanısındadır. Özkucur Öğretmenime yürekten esenlik diliyorum, derin saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum.
Değini: Köy Enstitüleri Destanı ayrıca ömürleri boyunca Özkucur’la dostlukları sürmüş İsmail Hakkı Tonguç’un, Rauf İnan’ın mektuplarıyla, fotoğraflarla tam anlamıyla belgesel niteliği kazanmıştır.
Kaynak
“Köy Enstitüleri Destanı”, Abdullah Özkucur, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yay., Ankara, 2016
(Bu çalışma Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı’nda 27 Mayıs 2016’da, Sn. Abdullah Özkucur’un da bulunduğu etkinlikte yapılan konuşmanın düzenlenmesiyle yazılmıştır; Öğretmen Dünyası dergisinde yayımlanmıştır.)
Günay Güner
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.