Günay Güner
İsmail Hakkı Tonguç Belgeliği Vakfı
Yönetim Kurulu Üyesi
Köy Enstitüleri ve Aydın Sorumluluğu
Köy enstitüleri üzerine çalışmalar sürüyor, sürecek. Bu yapay bir çaba değildir. Çünkü köy enstitüleriyle amaçlanan eğitim ve insan durumuna ulaşılması engellenmiş; sözkonusu yakıcı gereksinimi ortadan kaldıracak yeni koşullar ve düzlemler ortaya çıkmamıştır. Başka deyişle, Türkiye, yer yer ortaçağı da derebeylik düzenini de yaşamaktadır.(*)
Köy enstitüleri gerçeğine bilimsel bakışı geliştirenler yine aydınlanmacı, Atatürkçü kesimin aydınlarıdır. Karşıt kesimin savlarının kısmen bile kabul edilebilir bir yanı bulunmamaktadır. Bu güçsüz ve dayanaksız savların nedeni açıkça “liberal”, “neoliberal”, ikinci cumhuriyetçi…yaklaşımdır.
Belirtilen durum aydın sorumluluğunu gündeme getirmektedir. Aydın, halkının, köylünün okumasından, yazmasından, kültürlenmesinden, eğitilmesinden, dünyayı, felsefeyi, yazını kavrar, izler duruma gelmesinden mutlu olur; rahatsız olmaz. Böyle bir başarıyı sağlamış yönetime illa kara çalacağım, karşı olacağım, diye ipe sapa gelmez savlar ardına düşmez. Öküz altında buzağı aramaz. Dolayısıyla aydın ilericidir; bağımsız düşünendir.
Kimi akademisyenler Cumhuriyetin, Türk Devriminin ekin yeniliğini ve aydın birikimini Gramsci kuramıyla, egemenlik, hegemonya, organik aydın yaklaşımıyla açıklamaya çalışsalar da bu geçerli bir yaklaşım değildir. Çünkü anılan kuram baskılamayı içerir, Türk ekin devrimi ise eleştirelliği ve usçuluğu önceler.
Köy enstitülerinin gerçek süresi 12 yıl değil (1940-1946 arası) 6 yıldır. Bu altı yılda günümüzün yazınını, ekinini bile besleyen usta yazarlar yetişmiştir. İşte ilk anda bile belirlenebilen değerli adlar:
Dursun Akçam, Osman Nuri Alper, Talip Apaydın, Cesarettin Ateş, Behzat Ay, Mustafa Aydoğan, Yusuf Ziya Bahadınlı, Mehmet Başaran, Hüseyin Başaran, Mehmet Bayındır, Fakir Baykurt. Cavit Binbaşıoğlu. Adnan Binyazar. Osman Bolulu, Recep Bulut, Kemal Burkay, Galip Candoğan. Mehmet Cimi, Ali Çeleğen. Ali Çiçekli, Nebi Dadaloğlu, Osman Darıcı, Şöhret Ünal Dirlik. Maksut Doğan, Cemalettin Dökmetaş, Ali Dündar. Feyzullah Ertuğrul, Bahattin Fırtına, Nadir Gezer, Ümit Kaftancıoğlu, Haşim Kanar, Mevlüt Kaplan, Mehmet Kara, Arif Karakoç, Bahaettin Karakoç, Rüştü Kartal, Ahmet Köklügiller, Muharrem Kubat, Mahmut Makal, Naciye Makal (Poyraz), Mustafa Okumuş, Baki Özdemir, Emin Özdemir, Sabri Özer, Abdullah Özkucur, İsa Öztürk, Hasan Fehmi Poyrazoğlu, Osman Nuri Poyrazoğlu, Fehmi Salık, Hasan Latif Sarıyüce, Kemal Şahin, Osman Şahin, Mustafa Şanlı, Selahattin Şimşek, Hüseyin Avni Tatar, Hasan Turan, Pakize Türkoğlu. Bahattin Uyar, Musa Uysal, Mahmut Yağmur, Rıza Yetim, Ali Yılmaz, Ali Yüce, Şevket Yücel, Tahsin Yücel, Hazım Zeyrek. (B. Uyar, “Yitik Harmandan Son Taneler: Köy Enstitülü Şairler ve Yazarlar”, Ankara, Öğretmen Dünyası Yayını, 2013, s.6-7.) (Bahattin Uyar’dan aktaran Gazalcı, 2015: 45).
Fakir Baykurt, Uyar’ın belirlediği yazar adları dışında birçok ad daha anar: Ahmet Telli, Rafet Özkan, M. Adem Solak, Mustafa Şanlı, Arif Aslan, Ahmet Uysal, Mecit Aşkın, İbrahim Osmanoğlu, Kemal Bayram, Ali Kemal Gözükara, Hasan Kalender, Vehbi Polat, İbrahim Şimşek, Yusuf Gür, Arif Baş, Hüseyin Sezgin, Veli Yazar, Turan Aydoğan, Saffet Çalışır… (Baykurt, 1990: 195, 196). Baykurt, tümünü beğenmekle birlikte Veli Yazar’dan büyük övgüyle söz eder; onun Sabahattin Ali’nin yanına konabilecek güzellikte öyküler yazdığını vurgular.
Burada anılan adlara birçok yurtsever bilim insanı, siyasetçi, sanatçı eklemek gerektiği de anımsanmalıdır.
Başarı, çağdaş ve ülke gerçekleri gözetilerek belirlenmiş köy enstitüleri ders izlencesidir (müfredat). Köy enstitülerinin öncülüğünü başlıca iki düşünür ve eğitbilimci, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ile İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç yapmış, Rauf İnan, Hurrem Arman, Fikret Madaralı, Ferit Oğuz Bayır gibi birçok öğretmen gönül vermiş, bu başarıya ortak olmuşlardır.
Köy enstitülerinin yıllık ders toplamı kültür, tarım ve teknik dersler olarak ayrılır; bu toplamın yarısı kültür derslerinden, kalan yarısı ise eşit biçimde tarım ile teknik derslerden oluşur. Diğer derslerin yanı sıra kültür derslerine verilen önem açıkça görünmektedir.
Köy enstitülerinde Sabahattin Eyuboğlu, Vedat Günyol, Ruhi Su, Âşık Veysel, Ahmed Adnan Saygun, Hikmet Birant, Cüneyt Gökçer, Mahir Canova, Selahattin Batu, İbrahim Yasa, İrfan Şahinbaş, Yunus Kazım Köni, Faik Canselen, Ulvi Uraz, Aydın Gün, Hamdi Keskin, Mehmet Öztekin…öğretmenlik yaparlar. Tümü alanlarında uzman, yetkin insanlardır, sanatçılardır.
Her öğrenci bir çalgı öğrenmek zorundadır. Çalgılar piyano, keman, mandolin, flüt, halk müziğimizin çalgıları… Mandolinin öğretilme nedenlerinden biri akort düzeninin kemanla benzerliğidir. Önemli oyunlar (Sofokles) Antigone, (Çehov) Teklif, (Gogol) Müfettiş, Shakespeare’in “Bir Yaz Gecesi Rüyası”, Thorniton Wilder’den Bizim Şehir…başarıyla sahnelenir. Yönetmenler, yazarlar, izleyiciler hayran olurlar.
Dönemin yetkin sanatçı ve düşünürlerinin gönüllü öğretmenlikleri çok değerlidir ve aydın tavrına açık kanıttır.
Aydın, ilerici, devrimci yönetimin yanında yer alan, bunda duraksamayan bilinçli insandır. Yoksa her “muhalif” aydın değildir.
Aydın olup da köy enstitülerine ilgisiz kalmak, enstitüler üzerine düşünmemek olanaksızdır. Usta Ozan-Düşünür Ceyhun Atuf Kansu da çok önemli belirlemelerde bulunur:
“Düşünce hayatımızın yeni kaynakları Köy Enstitüleri Dergisi’nde enstitü öğrencilerin toprağa basan yazılarını okuyunca, hiç şaşırmadım. Bu yazılar kentli okumuşlardan gelemez. Üniversite yıllarımda Çehov’un Vişne Bahçesi’ni seyrettim. Ama onun özüne, bir enstitü öğrencisinin yazısını okuyunca vardım.
(…)
Köy Enstitülerinin durumu ise bambaşkadır. Burada okuryazarların düşünceleri gerçek hayata bağlanmakta, her gün insan düşüncesini biçimleyen, sağlamlaştıran bir toplum olayı, bir doğasal olay gelip düşüncenin kaynağına yerleşmektedir. Böylece düşüncenin yalnızca kitaba bağlılık yüzünden yitirdiği canlılık ve sağlamlık hayata ve toplumun yazgısına yönelince, yeniden canlanmakta, yeniden bir tür okuryazar topluluğu içinde canlı, sağlam düşünceler belirmektedir” (Kansu’dan aktaran Makal, 2011: 112).
Gerçek bu olmasına karşın, az sayıda da olsa kimi akademisyenler akla ziyan yaklaşımlarını ısrarla yazar, çizerler. Böylelerine üniversite dergileri, bilim süsü verilmiş başka dergiler hemen sayfalarını açar.
Örneğin Ayşe Buğra, işi cumhuriyete dilenci düşmanı demeye kadar vardırır. (Babası Tarık Buğra, cumhuriyetle pek de barışık değildi diye kızı da böyle olmak zorunda mı?)
Yine örneğin M. Asım Karaömerlioğlu, köy enstitüleri ve Türk Devrimi, Atatürkçülük karşıtlığını en uç noktalara götürenlerden.
Yaklaşık ortak sayılabilecek savlarına göre, köy enstitüleri köylüyü köyde tutmak, köylünün kente göç etmesini önlemek, “tecrit politikası” uygulamak yoluyla, “…köyün bir kenarda kalması ve ortaya çıkıp kendisiyle ilgili fantezilerin tadını kaçırmaması” amaçlanmıştır. Aşar Vergisinin kaldırılması da bu amaca dönüktür. “…köylüyü onun toplumun bütününe entegre olmasını sağlamak amacıyla eğittiğini söylemek imkânsız”dır. Eğitim siyasası “fırsat eşitliği” yerine “köyün ihtiyaçları” biçiminde formüle edilmiştir. Aslında köylünün çok eğitimli olması istenmemiştir; “kıraat ve imlayı öğrenen her çocuğun ondan sonra okuyacağı dersler, aynı zamanda tarlada tatbikatını göreceği ziraat dersleri olmalıdır” anlayışıyla uygulamalar yapılmıştır (Buğra, 2004). (Prof. Dr. Ayşe Buğra, bu yazısında cumhuriyet yönetimini “dilenci düşmanı” göstermenin de yollarını denemiştir.)
Halkın işçileşmesini istemeyen, böylesi bir duruma “kuşkuyla” bakan köycülük ideolojisini benimseyen cumhuriyet kadroları, “Nazi hareketinin önemli ideolojik dayanaklarından birisini teşkil” eden “köycülük” düşüncesini benimseyerek köy enstitülerini kurmuştur. Ayrıca “yeterince ‘milliyetçi’ bulunmayan köylülerin milliyetçileştirilmeleri amaçlanmıştır. Köy çocukları enstitülerin kuruluşunda çok çalıştırılmıştır ama tüm olarak öğrencilerin ve öğretmenlerin belirgin “şevk”leri, “çalışma azimleri”, “idealistlikleri” kayda değerdir. Küçük burjuvazi ve toprak ağaları+büyük burjuvazi ayrımı ve karşıtlığı gerçek değildir, “senaryo”dur; köy enstitülerinin kapatılmasında böyle bir sınıfsal çıkar çatışmasının etkisi yoktur. Çünkü yönetici kadro arasında “ideolojik farklılık” yoktur. CHP içindeki ayrılıkların köy enstitülerinin kapatılmasında önemli bir rolü olduğu doğru değildir. Kemalizmin ilerici kanadı diye “tahayyül” edilen kesim de enstitüleri kapatmak istemiştir. Büyük “toprak sahiplerinin” enstitülerle mücadele ettikleri ampirik veriler tarafından doğrulanmamaktadır. Zaten köy enstitülerinin kurulduğu yerlerde büyük toprak sahipliği yoktur, küçük toprak sahipliği vardır. Hem CHP yöneticileri solcu falan da değildir, kendilerini 1960’ların ortalarına kadar solcu diye tanımlamamışlardır.
Enstitülerin söyleminde doğaya hükmetmek, doğayı sömürmek…egemen düşüncelerdendir. Tüm Kemalist iddiaların tersine, cumhuriyet halkçılığında halk ile elit arasındaki farkın korunması esastı ama öğrencilerin ulaştığı nokta bu söylem düzeyini aşmıştı, ötesine geçmeye, haksızlığa tahammül edemeyen “tip”ler yetişmeye, hatta “kolektif” bir bilinç ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu durum tek parti döneminin normlarına taban tabana zıttı. (Karaömerlioğlu, 2001). (Yine Prof. Dr. Karaömerlioğlu’nun Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nu Kemalistlikle örtük de olsa “suçladığı”, onun karşısına Sabahattin Ali’yi koyduğu, satır arasında, Atatürk’e suikastın, “muhalifleri imha” fırsatı olduğunu ima ettiği yazısı için bakınız “Erken Dönem Türk Edebiyatında Köylüler”, Doğu Batı Dergisi, Edebiyat Üstüne, S. 22, 2013, s. 107-133).
Sanırsınız yaşamları köyde geçmiş köylü sevdalısıdırlar. Köylü denince yanıp tutuşmaktadırlar! İşi, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Yaban” romanında köylülerin insan sayılmadıklarını, onlardan tiksinti duyulduğunu, köylü kadınların cinselliklerinin bile bulunmadığını savlamaya değin vardırırlar (Karaömerlioğlu, 2013: 112).
Osmanlının tarikatları bile “iyi”, cumhuriyetin aydınlık okulları “kötü”! Meğer Osmanlıda ne dâhiyane kurumlar varmış, haberimiz yokmuş:
“Osmanlı döneminde değişik cemaatler ile devlet yönetimi arasında çeşitli arabulucu (mediating) kurumlar vardı. Aslına bakılırsa bu, aynı zamanda bir gereksinimdi de. Örneğin Müslüman cemaatler açısından tarikatların zaman zaman böyle bir işlevi yerine getirdiği söylenebilir” (Karaömerlioğlu, 2014).
Bak, bak, bak… Bu bilimcilerimizden isteyin, size insan hakları, hayvan hakları şampiyonu bir Osmanlı çıkarsınlar.
Cumhuriyet yönetimi, halkçılık diye bir şey uydurmuş, uygulamış, Osmanlıdaki bu güzelliği bozmuş:
“Bu nedenle söz konusu halkçılık kavramının, daha başından demokratik açılımların önünü tıkayıcı bir işlev gördüğü rahatlıkla söylenebilir” (Karaömerlioğlu, 2014).
Halkçılık demokratik açılımların önünü tıkayıcı ama tarikatlar demokratik, dayanışmacı ve geliştirici! Bunlar Çiftçiyi Topraklandırma Yasası için bile “tepeden inmeci reform” demeyi yeğlerler; ne demekse… Çiftçiye toprak dağıtılacak, toprak; ettikleri laf: tepeden inmecilik. İşte size bilim.
Halkın, köylülerin bilinçlenmelerini amaçlayan siyasalar ve uygulamalar “tepeden inmeciliktir”, “Naziliktir.” Çünkü köylüye, halka dokunulmamalı, geliştirilmemelidir. Size geriye gidiş diye görünen aslında gericileştirme değildir, kimliktir. Yaşam biçimidir. Saygı duyulmalı ve korunmalıdır. Dolayısıyla köylülerin “halleri”, koşulları iyidir. Eğitilmelerine gerek yoktur!..
Bunlar bir de adlarının başında koca koca sanlar taşıyan kişiler; ayıp! Gerçekten ayıp.
Bu çokbilmiş bilimcilere bakarsanız, köy enstitülerinin kapatılmasında derebeylerinin, toprak ağalarının etkisi yokmuş; enstitüler küçük toprak mülkiyetinin bulunduğu yerlerde açılmışmış. Adama gülerler. Nasıl araştırmacısınız, 200 köyün sahibi Kinyas Kartal’ın (tabii bu durum ikinci cumhuriyetçiler için iyi bir şey, o kadar köylünün sorumluluğunu almak kolay mı) Sabri Tığlı’yla söyleşisindeki açıklamaları bilmezsiniz. Kartal açıkça söyler: “Ne kömünizmi” der; Adnan Menderes’le, yüzlerce köylülerinin (siz bunu kulları diye de okuyabilirsiniz) oylarının Demokrat Parti’ye verilmesi karşılığı, köy enstitülerini kapatması için anlaştıklarını, köy enstitülerinin de bu nedenle kapatıldığını açıklar (Tığlı’dan aktaran Kut, 1996-ayrıca Turhan, 2013 ve Eşme, 2009). (Kimi dostlar bile Kinyas Kartal’la ilgili bu belge ve kaynağı yetersiz bulmaktalar. Neden mi? Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmış da olsa aktarmaya dayanıyormuş da ondan… Kinyas Kartal’ı konuşturup, görsel –video- kaydını mı yapmak gerekirdi? Neden bir başka ad değil de Kinyas Kartal’ın adı belirtiliyor? Bu iş o denli kolay olmamalı.)
Bu sözde bilimcilere göre toprak ağaları bile “eşitlikçi”dir, “köylüsever”dir. Gönülleri köylünün yorulmasına katiyen razı olmaz!
Emin Sazak köy enstitülerinin kapatılmasına karşı çıkmamış, ve hatta “eşitlikçi”ymiş… Oysa “Okul parası diye köylülerin davarları, sığırları, öküzleri, yatakları satılmaktadır. Köylüye efendi deniliyor oysa kent ve kasaba okulları devlet tarafından yapılıyor… Köy Enstitülerinde gidilen yol iyi değildir” demekteyken, köy enstitülerine karşıtlığını süslemektedir, insancı bir havaya sokmaktadır.
Aynı Sazak, Çiftçiyi Topraklandırma Yasa tasarısının bazı maddelerine, üyesi olduğu komisyonda, T.C. Berker ve A.Sungur’la birlikte “muhalefet kaydı” koyar. Emin Sazak konuşmasında:
“Alnımın teri ile, kafamın çalışmasıyla elde ettiğim toprakları verirken acı duymaz değilim. Hissim vardır. Herhangi biriniz böyle bir şeye uğrarsa ne yaparsınız? Araya insanların menfaati giriyor. Bir tabir vardır, ‘El başından saç yolmak kolay’ derler. Başından saçı yolunmayan bunun acısını bilmez ki” demektedir (İnan, 2002: 58). Emin Sazak sınıfsal çıkarını savunurken, aynı zamanda güldürüyor: “Alnımın teri ile, kafamın çalışmasıyla elde ettiğim topraklar…”
Öte yandan, kendini sol sanan başka aymazların yineleyip durduğu sav var ki neresinden tutmalı: Köy enstitüleri başta Kürtleri olmak üzere, Rum, Ermeni, Süryani…topluluklarını (halklarını) “asimile” etmek için kurulmuş! Bu okullarda Türkçe öğretilmiş de ondan… Aydınlanmak eşittir asimile! Öyle mi? Ne denli aydınca bir anlayış!
Aymazca laflar ne kadar gevelenirse gevelensin, köy enstitülü yazarların ortak paydalarından biri sömürüye kesin karşıtlık, sorunlara sınıf bilinciyle yaklaşımdır. Köy enstitülü yazarlardan ve aydınlardan etnik yücelti, kimlikçilik çıkmaz.
Aydın sorununu irdelemişken, Kemal Tahir ile Attilâ İlhan’ın, iki tanınmış yazarın yaklaşımlarına da değinmeden geçmemeli. İlginçtir, İlhan ve Tahir başka birçok konuda tümüyle ayrı düşünürler, görüşlerinin birbirine yaklaşması bile olanaksızdır. Ne ki köy enstitüleri konusunda, tek parti dönemi konusunda neredeyse aynı düşünürler: Köylüye angarya yaptırılmıştır. Okulları köylü yapmıştır. (Anımsayacaksınız toprak ağası Emin Sazak da bu azabı duyanlardandı.) Köy enstitüleri rejime bağlı kitle yetiştirmeyi amaçlamıştır… Kemal Tahir, daha ileri giderek, “Bozkırdaki Çekirdek” adlı romanında, ulusun, köylünün büyük saygı duyduğu, “Tonguç Baba” diye anıp seslendiği İsmail Hakkı Tonguç’la ilgili, “Bulgaryalı”, “dülger kılıklı”… gibi aşağılayıcı sözler kullanabilmiştir.
Dünyaya örnek gösterilmiş, birçok ülke tarafından alınıp uygulanmaya çalışılmış köy enstitüleri modeli, ancak aydınlarca anlaşılır ve gerçeğe uygun çözümlenir; aydın gibi gözüküp gericiliğe çalışanlarca değil.
Kaynaklar
Buğra, Ayşe, “Devletçi Dönemde Yoksulluğa Bakış ve Sosyal Politika ‘Zenginlerimiz Nerede?’”, http://www.obarsiv.com/guncel_vct_2004_ayseb2.html
Eşme, İsa, “Köy Enstitüleri Neden Kuruldu, Neden Kapatıldı?”, Cumhuriyet Gazetesi, 14 Nisan 2009
Gazalcı, Mustafa, “Köy Enstitüleri Sistemi”, Bilgi Yayınevi, 2015
İnan, Süleyman, “Mıhalefette Adnan Menderes – 1945-1950”, TC Süleyman Demirel Ünv. SBE Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2002, https://core.ac.uk/download/pdf/35314199.pdf
Karaömerlioğlu, M. Asım. “Türkiye’de Köycülük”, BORA, Tanıl / GÜLTEKİNGİL, Murat (der.), Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce (Kemalizm), İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s. 284-298, http://psi520.cankaya.edu.tr/uploads/files/Karaomerlioglu,%20Koyculuk.PDF
__ “Orada Bir Köy Var Uzakta-Erken Cumhuriyet Döneminde Köycü Söylem”, İletişim Yayınları, 2014
__ “Erken Dönem Türk Edebiyatında Köylüler”, Doğu Batı Dergisi, Edebiyat Üstüne, S. 22, 2013
Kirby, Fay, “Türkiye’de Köy Enstitüleri”, Tarihçi Kitabevi, 2015
“Köy Enstitüleri ve Edebiyat”, (Açıkoturum kitabı-Konuşmacılar: Talip Apaydın, Adnan Binyazar, Emin Özdemir, Erdal Atıcı), (Haz.: Erdal Atıcı), Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yayınları, 2011
Kut, Dursun, “Kinyas Ağa Köy Enstitülerini Nasıl Kapattı?”, Cumhuriyet Gazetesi, 20.7.1996
Makal, Mahmut, “Köy Enstitüleri ve Ötesi”, Literatür Yayıncılık, 2009
__ “Ekmek Kokusu ve Ali Dündar”, (Ali Dündar, “Ekmek Kokusu”na önsöz), 1992
__ “Edebiyata Kendi Giren Köylü”, “Köy Enstitüleri ve Edebiyat” içinde, (Açıkoturum kitabı-Konuşmacılar: Talip Apaydın, Adnan Binyazar, Emin Özdemir, Erdal Atıcı), (Haz.: Erdal Atıcı), Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yayınları, 2011
Turhan, Kaan, “Köylü / Çiftçi Aydınlanmasında Köy Enstitüleri’ne Ağa Engeli”, İlk Kurşun Gazetesi, 15 Nisan 2013, http://www.ilk-kursun.com/haber/142912/kaan-turhan-koyluciftci-aydinlanmasinda-koy-enstitulerine-aga-engeli/
(*) Bu satırların yazarı, 1990’lı yıllarda, görev yaptığı bir Haymana köyünde, Urfa’dan gelen bir mevsimlik işçi gencin, Ay’a insanın gittiğine, oraya ayak bastığına, dinsel korkular kaynaklı olarak kesinlikle inanmadığına, neredeyse tepki gösterdiğine acıyla tanıklık etmiştir GG.
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.