TAHSİN ŞİMŞEK
KURTULUŞ SAVAŞI ROMANLARI
Melih Cevdet Anday, 1987’de “…Kitap satın almak, bizde bir tur moda gereği oldu, ‘Bir kitap çıkmış, çok satıyormuş, aman biz de alalım!’ Ama ister okuruz, ister okumayız. Evimizde bulunsun yeter. Gerekirse daha okuyamadım, der, soranları başımızdan savarız.” diye yazıyordu. Anday’ın yakınmasının üzerinden yirmi yedi yıl geçti. Moda olan, aşık olunan o kadar çok, yeni şey var ki!.. Şimdi “fare”ye aşığız; Nez’e, Gulşen’e, Serdar Ortaç’a, Ferhat Göçer’e, hatta Demet Akalın’a aşığız, İngilizcenin sokak ağzına aşığız… Üstelik hepsi de moda. Daha dun, “Sakın, sakın, sakın ha!”nın erotik tatminsizliğinde, koro halinde, yeri göğü “Kömür gibi yanıyorum!” diye inletiyorduk.
Hepsini bir sure sonra “Poşet”e koyup çope attık. Evet, aslında kömür gibi yanan, ne yazık ki dünsüz kurmaya kalktığımız geleceğimiz.
Biliyoruz ki tablete, papirüse döküldüğü günden bu yana, insanoğlu düşünceden hep korkmuştur; daha doğrusu “yazı”dan. Ne güzel öyküdür: “Kırkayağa sormuşlar: ‘Önce hangi ayağını atıyorsun?’ Kırkayak düşünmeye başlamış ve yürüyememiş. ‘Keşke daha önce düşünmeyi öğrenseydim!’ demiş.” Peki ya o kırkayak düşünmeye başlasaydı, çıkıp düşünen bir beyinle ve acık alınla alanlarda yürüseydi; nice olurdu milletin hali? İşte bu “nice olurdu” korkusu, nice kitabı yaksa da, “Okumak mı, oda ne?” dense de, bilgisayarın sanal kapılar önündeki faresi, kükreyip her şeyi çet çet yutmaya kalksa da ak kağıt üstündeki kara harfler hep olacaktır; çünkü hep oldu. Elbet bir gün bizi, sanal dünyalardan koparıp “yalnız olmadığımızı bize öğretme” işlevini yine yerine getirecektir.
Kitabın ateşle ilişkisini düşündüm. Kitabın ne denli dokuz canlı olduğunu fark ettim; semender gibi. O can size aksın, sizin olsun istemez misiniz? Bu dünyada altmış yetmiş yıl yaşamak yerine birkaç kuşak, birkaç yüzyıl; hatta daha çok yaşamak istemez misiniz? Ya da yaşayan dostlarınız olsun. Kitap, gönüldeki od, tüten ocaktaki ateş, yolumuzu aydınlatan meşaledir. Ateşin üzerine ateşle gitmek neye yarar ki?… İskenderiye Kitaplığı’nı yakan iki bin yıl önceki ateş, 10 Mayıs 1933 Berlin meydanındaki ateş, 2 Temmuz 1993 Sivas’taki ateş kitabın o dokuz canından birini alabildi mi?
Kurtuluş Savaşı ateşi, olur mu öyle şey, desek de ne yazık ki sönüyor. Yurttaşlığı öğretecek kitapların kapaklarında benim kurtuluş ateşim değil, ABD’nin Hürriyet Heykeli’nin meşalesi yanıyor. Ateş bir de tribünlerde yanıyor, ekranlarda yanıyor. Tepkisiz bir toplum olduk. Onurumuza, geleceğimize yapılan saldırılara tepkisiz. Düşünmeyi zamanında öğrenememiş o kırkayaktan ne farkımız var? Önce hangi ayağımızı atacağımızı bir türlü öğrenemedik.
Kitabı unuttuk, düşünmeyi de unuttuk. Felsefesiz bir toplumuz. Sahi felsefe, okullarımızdan hangi tarihte kaldırılmıştı? Bir duşunun, ne dehşet Atatürkçülerdi onlar. Hegel: “Felsefe, kendini bilinçli hale getiren düşüncedir.” diyor. Şu anda bilinçli hale getirilecek biricik düşünce, Kurtuluş Savaşı’nın felsefesini kavramaktır, kavratmaktır.
Öğretmenlerimize ve gençlerimize bir görev düşüyor. O görev de “Okumak mı, oh ne keyif!” deyip okumaya yeniden başlamaktır. Romanın sevgili gibi sıcacık bir yanı vardır. Roman, sizinle hep iç içedir. Roman, bize önce kendimiz olmayı, sonra kendimizi başkasının yerine koymayı (empati) öğretir. Okuduğunuzla özdeşleşmenin aracıdır roman. Kurtuluş Savaşı’yla da kendimizi özdeşleştirmenin tam zamanı değil mi? İşte ödev konusu; işte tarih, işte edebiyat. İşte “arayıp durduğumuz kendimiz”i bulmanın yolu.
Ben, listemi tarih sırasına göre yapmadım. Dilini düşündüm, okuma rahatlığını düşündüm. Elbette içeriğini ve coşkusunu da…
İşte benim saptayabildiğim Kurtuluş Savaşı Romanları:
Cumhuriyet 2. Sayfa, 1 Kasım 2003 – Mustafa Kemal Sınavı, Tahsin Şimşek, Afrodisyas Sanat Yayınları 2015 (Sayfa: 21-25)
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.