Günümüzde uygulayımbilim, sınırları çizilemeyecek, belirlenemeyecek denli gelişti. Hızla da gelişiyor… Dolayısıyla günlük gazeteler, sanat, yazın dergileri de gitgide bilgisunar (internet) ortamında yayın yapmayı yeğliyorlar.
Böylesi bir güzel yayın da tiyatro oyuncularının, emekçilerinin, düşünürlerinin bir araya gelip oluşturdukları Müstehak dergisi.
Müstehak’ta Iraz Yöntem, Ece Saruhan, Baysan Pamay, Merve Engin, Sevinç Erbulak, Yeşim Özsoy, Özlem Özdemir, Güney Zeki Göker, Murat Mahmutyazıcıoğlu, Sabahattin Yakut, Zeki Göker köşeyazıları yazıyorlar.
Derginin dayanışıcı yazarları üzerlerine yük almaktan çekinmeyen gerçek tiyatrocular.
Derginin köşeyazarlarından, başarılı oyuncu Iraz Yöntem’le söyleştik. Annesi Bale Sanatçısı-Kareograf Cihan Yöntem gibi o da tepeden tırnağa içtenlik dolu bir genç sanatçı. İçtenliğin sanatçının olmazsa olmazlarındanlığına inanırım. (İçtenlik yoksunluğuyla da sanatçılık olmaz mı, olur da bir yere kadar…) Ayzı zamanda baba da usta oyuncu; Selçuk Yöntem.
Ne ki Iraz Yöntem sözkonusu olanakları değerlendirmekle birlikte öz, bağımsız kişiliğini kanıtlamış sanatçı.
Ayırdına varmadan öyle bir acı anımı anlattım ki bir an oyuncu Iraz’la yüz yüze bulunduğumu unuttuğumu algıladım. Anım da oyunla ilgiliydi…
Iraz Yöntem ne olduğu bilinen sağ anlayış bir yana, kendine sol diyenlerin sanatçıya, yazara, oyuncuya yönelik düzeysiz, aymazca yaklaşımından haklı olarak yakınıyor. Gelin de Mustafa Kemal Atatürk’ün o eşsiz düşüncesini; her şey olunabileceğini ama sanatçı olunamayacağını belirtişini anımsamayın…
Türk Devrimi olmasaydı ülkemizde gerçek tiyatronun, operanın, balenin, senfonik müziğin olabileceğini sananlar çok ama çok yanılırlar. Olurdu olmasına da özüyle, tiniyle (ruhuyla), kişiliğiyle, özgünlüğüyle, bağımsızlığıyla asla gerçeğe dönüşmezdi. Kıytırığından bir şey işte, o kadar… Küçümsemiyorum, bugün Ortadoğu’daki denemelere, sınırlı sahnelemelere, çoksesli müzik seslendirme çabalarına bakarsanız, ne demek istediğimi anlarsınız.
Şekspir oyunlarını, özellikle Kral Lear’i sevsem de Çehov oyunlarının bendeki etkisi eşsizdir. Ibsen’i de severim, mutlak anmalıyım. Ve kuşkusuz bu adların yapıtlarıyla sınırlı değil.
Günümüzde sözde tiyatro ortamlarında suya sabuna dokunmaz ilişkiler ve uzun erimli değil, saatlik yaklaşımlarla beyazcama kapağı atma girişimleri geçerli. Düşene gülsünler, sövene, cinsel çağrışıma gülsünler; “reyting” artsın… Bir de banka reklamı kapıldı mı değme gitsin!
Türkiye halkı buna “müstehak” mı?
Şu sıralar “İdam, idam” diyenden, ip atandan geçilmiyor ya, Faruk Erem’in anılarından uyarlanan “Bir Ceza Avukatının Anıları”nın sahnelenmesinin tam sırasıdır.
Bunu yazarken bir yandan da Ankara Sanat Tiyatrosu AST’ın altın dönemini anımsıyorum.
Iraz Yöntemler bu devrimci geleneğin süreğini yaratıyorlar.
Onları yürekten selamlıyorum, kutluyorum; saygılar, sevgiler sunuyorum.
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.