Bahattin Gemici
ONU ELİME BİR GEÇİRSEM!…
Bir kahvede oturmuş çayımı yudumluyor, hayal kuruyordum. İçeriye giren bir tanıdık “Mahmut kalp krizi geçirmiş!” deyince hemen yola çıktım. Elisabeth Hospital Hastanesinin önünde aracımı park ettikten sonra yandaki çiçekçiden bir buket çiçek aldım. Kapının girişindeki danışma odasından onun yattığı odayı öğrendim.
Asansörle üçüncü katta bulunan iç hastalıkları bölümündeki 105 nolu odaya tam giriyordum ki yan odadan çıkan güleryüzlü Alman hemşire beni durdurdu:
-Hastamız yoğun bakımdan dün çıktı.
-Şimdi nasıl?…
-İyiye gidiyor…
-Aman iyi olsun…
-Siz nesi oluyorsunuz?
-İlkokuldan beri arkadaşız.
-Hastayı fazla yormayın… En fazla beş dakika ona göre.
Kapıda ellerimi dezenfekte ettikten sonra içeri girdim. Mahmut uyukluyordu. Serum şişesinden pıt pıt düşen damlalar ince bir hortumdan geçerek sağ eline bantlı kelebekten vücuduna akıyor, doktor odasından bile takip edilen kalp atışları yandaki ekrana yansıyordu. Mahmut’un benzi solmuş, dudakları çatlamıştı. Yüreğim “cız” etti. Onun henüz kırkında kalp krizi geçirmiş olması beni korkutmuştu. Çiçekleri vazoya güzelce yerleştirdikten sonra başucundaki masaya koydum. Yanına oturdum ve elini tuttum; ürpererek gözlerini açtı. Kısık bir sesle:
-Sen misin İrfan?…
– Benim ya… Geçmiş olsun…
Mahmut doğrulmaya çalışınca yatağının baş bölümünü hafifçe yukarı kaldırdım.
-Nasılsın arkadaşım? diye sordum.
Derin bir iç çekti; gözlerini boşlukta gezdirdi:
-Az kalsın gidiyordum, dedi.
-Yapma yaa!… Nasıl oldu? Anlat hele!
-Ne sen sor, ne de ben söyleyeyim…
Gülerek;
-Yine ne haltlar karıştırdın? diye sordum. “Kırkından sonra azanı teneşir paklar…”
Acı acı gülümsedi:
– Lâf aramızda… Benim başıma gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi. Biliyorsun benim Polonyalı bir dostum vardı.
-Biliyorum; hani şu tombul, iri göğüslü, sarışın kadın…
-Evet, Maria…
-Kadından dayak mı yedin yoksa?
-Keşke!… Benimki dayaktan da beter…
-Hayırdır!…
-Hiç de hayır değil… Maria ile bir yıldır birlikteydim. Gizli gizli görüşüyordum, karım duysaydı beni öldürürdü! Geçen gün elimde küçük bir hediye paketi evine gittim. Kucaklaştık, öpüştük. Kahvemizi içtik. Maria’nın eli ayağı birbirine dolaşıyordu; belli ki beni çok özlemişti. Ben de onun koynuna girmek için sabırsızlanıyordum. Bir süre oturma odasında oyalandık. Ben sigaramı içerken o duş almak üzere banyoya gitti.
Su sesleri kesilip yatak odasının kapısı kapanınca ben de duşumu aldım ve yatak odasına girdim. Ayışığı ince perdelerden süzülüyor, içeriye hoş bir görüntü veriyordu. Maria yatağa girmiş, yorganı başına çekmişti. Yanına sokuldum. Vücudu buz gibi soğuktu. Sarıldım, fakat o da ne?… Maria’nın memeleri bir anda küçülmüş avucumu bile doldurmamıştı. Kemikleri adeta vücuduma batıyordu. “N’oluyor?” demeye kalmadı, birden yatağın kenarındaki lamba yandı, yorgan açıldı.
“Aman Allahım!…” diye bir çığlık attığımı anımsıyorum. Gözümü açtığımda kendimi hastanede buldum.
-Hayal görmüş olmayasın!… Yoksa, yataktaki kadının eski kocası mıydı?
-Yok, yok!… Yatakta yatan Hacer’di, yani karım…
-Yok yaa!… Eyvah!…
-Eyvah ki ne eyvah!…
-Hacer bu işi nasıl becerdi?… Kadını nasıl kafese aldı bir türlü anlamadım.
-Hayret ya!… Vallahi bu şeytanın bile aklına gelmez.
-Maria ile güzel bir ilişkimiz vardı. Bana bunu nasıl yaptı? Beni niçin tuzağa düşürdü? Oysa onun bir dediğini iki etmiyordum. Ah, ah… Yaktı beni!… Onu elime bir geçirsem!… Anladım ki kadın milletine asla güven olmaz. Kısacası faka bastık…
İçimde acımayla karışık bir gülme isteği belirdi:
-Mahmut sen faka değil…derken kapı açıldı. Mahmut’un gözlerinde bir korku belirdi. Hemşireyi görünce rahat bir nefes aldı.
-Süreniz doldu; lütfen hastamızı yormayalım!…
Sandalyeden kalktım, Mahmut’a göz kırparak fısıltıyla;
-Hemşiren de pek güzelmiş, dedim ve bir isteği olup olmadığını sordum:
-Can sağlığı, dedi.
Vedalaşıp odadan çıktım. Dışarıda soğuk bir hava vardı; yağmur çiseliyor, rüzgârın savurduğu yapraklar havada uçuşuyordu. Şapkamı taktım, paltomun düğmelerini ilikledim. Az ötede Hacer Hanımın iki çocuğuyla birlikte hastane girişine doğru ilerlediğini gördüm. Öfkesi yüzünden okunuyor; elinden tuttuğu çocukları ikide bir azarlıyor; “Allah belânı versin herif!… Evde gül gibi karın dururken elin koynuna girdin ya!… Yazıklar olsun sana!… Ben sana dünyayı dar etmezsem!…” diye söylenip duruyordu. Beni görmemesi için başımı başka yöne çevirdim, yolumu değiştirdim.
Mahmut’un içine düştüğü durum beni iyice üzmüş, moralimi bozmuştu. Onun Hacer Hanımın dilinden çekeceği vardı. Belki az sonra bir kriz daha geçirecek tahtalı köyü boylayacaktı. Arabamın içine girince cep telefonumu çıkardım ve Petra’yı aradım. Akşama beni beklememesini, ilişkimizi bitirdiğimi söyledim. Petra’nın ağlamalarına kulak asmadan “çat” diye telefonu kapattım. Yol üstündeki çiçekçide güzel bir buket yaptırıp evin yolunu tuttum.
14.11.2015, Gelsenkirchen
telgrafhanesanat
Yorum Kapalı.