Orhan Pamuk Gerçekten “Tuhaf” Adam
Nobel Ödüllü Yazar Orhan Pamuk, Libération (Liberasyoğn) gazetesine yine ilginç sözler etmiş. Ah bu kibir belası, insana neler söyletiyor:
“Kitabımı okumayan insanlar bana ülkemdeki siyasi durumu nasıl değerlendirdiğimi soruyor. Bense romanım hakkında bir söyleşi istiyorum. Çünkü hayatımın altı yılını Mevlüt’e (Kafamda Bir Tuhaflık’ın karakteri) verdim ve sorulan ilk soru ‘Erdoğan hakkında ne düşünüyorsunuz’ oluyor. Umberto Eco’yla bir gün geçirdim, ona bunun belki de tipik bir Türk problemi olduğundan bahsettim. Bana, ‘Hayır, bana da her zaman Berlusconi (Eski İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi) hakkında soru soruyorlar’ dedi. Altı yıl boyunca çalışıyorsun, 650 sayfa yazıyorsun ve ilk soru: ‘Erdoğan.’ Ama Türkiye İtalya değil. Durum korkunç.” (Cumhuriyet, 7 Eylül 2017).
Bu sözleri okuyan insan, Orhan Pamuk’un asla ve asla siyasal söz etmediğini, böyle sözleri sevmediğini, salt yazınla ilgilendiğini sanır. Şu küçük paragraf bile Pamuk’un bilinçaltına ilişkin neler söylemiyor ki. Örneğin Umberto Eco’ya ne diyor? “…bunun belki de tipik bir Türk problemi olduğundan…” söz ediyor. Eco, Pamuk gibi değil, durumu düzeltme gereği duyuyor. “Tipik bir İtalyan problemi” demiyor. Durum korkunç diyor Pamuk. Neymiş korkunç olan? Orhan Pamuk hazretlerine Erdoğan’ın sorulmasıymış korkunç olan. Oysa asıl korkunç olan Orhan Pamuk ve benzerlerinin eşitlik, özgürlük, aydınlanma ülküsünün karşısında birer engel oluşturmalarıdır.
Aralık 2012’de bir imza kampanyası yapılır. İmzacıları arasında Orhan Pamuk’un da bulunduğu bir mektup yayımlanır. Unutulacak gibi değil…
Toplam altı yazar, İsrail’den David Grossman, İtalya’dan Claudio Magris, Fransa’dan Alfred Grosser, Almanya’dan Martin Walser, Cezayir’den Bualem Sansal ve Orhan Pamuk, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a, “Sonun Saddam ve Kaddafi gibi olur. Bir an önce istifa et. Kendin, ailen ve Suriye için en iyi çözüm bu” diye sesleniyorlardı.
Orhan Pamuk siyaset konuşmuyor, yazmıyordu değil mi?
Bu utanç mektubunda, Suriye’de barışın sağlanması yönünde bir öneri, insancı, evrensel, saygılı bir bakış bulunmuyordu. Beşar Esad’ı ve ailesini açıkça tehdit ediyorlardı. Bu şarlatanlara göre, eğer Esad’ı bekleyen son Saddam ve Kaddafi gibi olmak, yani ölmek değilse “Ya da Lahey’de dezenfekte edilmiş bir hücrede ömür boyu hapis.”
Ne aydınca, ne sorumluca, ne saygılı, edepli düşünceler değil mi?
Orhan Pamuk ve benzerleri, demokrasinin yok edilmesinde, dinci faşizme ve emperyalizme verdikleri alabildiğine destekle büyük sorumluluk taşımaktadırlar; suçludurlar. “Vesayet”, “Kemalist diktatörlük”, “kimlikler”, “dindarlar inançlarını yaşayamadı”, “cemaatler, tarikatlar dayanışma kurumlarıdır, iyidir”… incilerini, haykırışlarını unutmamız neden gereksin.
Orhan Pamuk “Kitabımı okumayanlar ” diyor. Kendi adıma ilk kitaplarını okudum, görev gereği de okumalıydım. Çabam sürüyordu. Ne ki son kitaplara doğru yaşadığım eziyet arttı. Kusura bakmasın; dünyada okumadan öleceğim milyarlarca kitap var ve zamanım çok değerli. Güzelduyusal düzeyim Orhan Pamuk’u okumaya yetmiyor…
Ayrıca Nobel Ödüllü Orhan Pamuk (Cumhuriyet’te aynen böyle yazılmış) “sayfa sayısı çok olan kitap daha emek işidir, daha iyidir,” demeye getirmiş. Olacak iş mi?
Ne istiyordu Orhan Pamuk? Siyaset sorulmasın.
Siyaset sorulmasını istemeyen Orhan Pamuk’un imza attığı metni neden unutalım? Bu sözde bildiriyi soruyoruz Orhan Pamuk’a. Yanıtını istiyoruz. Hem de ivedi olarak.
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.