Tahsin Şimşek
SANATÇI SÖZDÜŞÜMLERİ – I
Afrodisyas Sanat, gündemi önceden belirlenen bir dergiydi. 2007 başından 2015 sonuna, 54 sayılık bir ömrü oldu. Her sayısında, iki sanatçımızı, ölüm yıldönümlerinde andık. 30 sayısında “Benden İçeri” başlığı altında, sanatçılarımız kendilerini anlattılar. İzleyebildiğimiz kadarıyla, yitirdiğimiz her sanatçımızı okura duyurmaya çalıştık. Ve dergiyle özdeşleşenlerin anısına özel bölümler yaptık.
Böyle bir duyarlık, “Afrodisyas Sanat’tan Merhaba”nın içeriğini de belirledi doğal olarak. O sunularda, gönlümce notlar düştüm. Bunlar, dergimizin duyarlığını yansıtan tümceler olsun istedim. Olabildiğince çarpıcı, özgün… Peki, o 271 not, orada unutulup gidecek miydi? Gönlüm elvermedi, hepsini bir dosyada topladım.
İşte o notlarımdan otuz ikisi; tekmili birden bir arada, hepsi de dört köşe. Evet, kalemin bir keyif yolculuğu…
Ahmet Miskioğlu, nicemizin öğretmeni, Türk Dili Dergisi’ni ödünsüz bir tutarlılıkla yaşatan dil devrimcisi. “Dilimiz Yazınımız”, zamanda onunla soluklanacaktır.
Ali Yüce, direnişin ozanlarından; “Şiir Tufanı”na “Boyundan Utan Darağacı” çığlığıyla başlamıştı. Onun ve kuşağının düşlediği “Halk Çağı”nın özeti, şu iki sözcüktedir: “Sevgim Servetimdir”.
Attilâ İlhan: Edebiyatın “Sisler Bulvarı”nda kelâma can vermeyi hepimize öğreten “Kaptan”.
Burhan Günel: O, “Ateş” sınavlarından geçmeyi yeğleyen yazarlardandı. “Aşka Yorgun” düşmeden, nasıl olsa bu “Güz de Geçer” demeden, yaşamı ve sanatı sıkboğaz eden o “Ahtapotlar”la savaştı bir ömür.
Dinçer Sezgin: Alçakgönüllülüğü ve sevecenliğiyle tam bir gönül adamı; “Sır Gecesi”nin “Hor Sardunya”sı….
Doğan Aksan: “Türkçenin Söz Varlığını” enine boyunu inceleyen bir dilbilimci. Özellikle “dil-şiir ilişkisi”ni, Yunus’tan Nâzım’a nice örnekle önümüze koyarak “Türkçenin Gücü”ne güç kattı. Türkçeyle güven sorunu yaşayan şairlere önerim: “Şiir Dili ve Türk Şiir Dili” kendilerine yeter.
Fakir Baykurt: Yazınımızda, İstanbul tekelini kıranların en başında gelen, halkı
küçümseyen, koşullara göre durmadan kav değiştiren bütün “Yılanların Öcü”nü kursağında bırakan usta.
Fazıl Hüsnü Dağlarca: Şiir ufkumuza, “Havaya Çizilen Dünya” olarak doğmuştun. Sonra kendini hep yenileyerek başka ufuklarda göründün. “Yaşamak Ölmekten uzundur.” göndermesiyle başlayan o şiirindeki dizelerinle esenliyorum seni: “Senin için öldü diyor insanların çoğu / Oysa seninle birlikte yaşamaktayız”. Bil ki ozanım, Türkçenin dağlarında, bundan sonra da ses bayrağımız “Dağlarca” dalgalanacaktır.
Haldun Taner: “Keşanlı Ali”nin kolunda “Önce İnsan” demeyi bilen, yazınsal zarafetle bağdaşmayan her şeyi mutlaka “Tuş”a getiren bir usta. Hepimizin belleğine “Ölür İse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil” gerçeğini o kazıdı
Halikarnas Balıkıçısı: Ege’yle zenginleşen, Ege’yi zenginleştiren usta. Yazınımızda “Mavi Sürgün”, onunla “Ege’den” uç vermişti. Üç tarafımızın denizle çevrili olduğunu bize o göstermişti. Dünle bugünün, sanatla düşünün merhabalaşmasını coşkulu bir şölene dönüştüren odur. Ve en güzel Egeli merhaba onun merhabasıdır.
İlhan Selçuk: Türk düşün ve basın dünyasının “Pencere”si. O Cumhuriyet aydınlanmasına açılan “Percere”yi bir an önce kapatmak için o “Duvar Üstündeki Tilki”ler, 12 Mart’tan Ergenekon’a, ne karadüzenler kurmadılar ki! Onunki işkencelerle sınanmış “Ağlamak ve Gülmek” arası bir yaşamdı. Biliyoruz ki “Düşünüyorum Öyleyse Vurun” çığlığındaki acımasız ironi hâlâ güncel.
Kemal Bekir, bu ülkenin nice aydını gibi, hep “Yabancılar”dan görüldüğü için, genç yaşında “Hücre”yle tanışmıştı. Yazın ve kültür “Kaçaklar”ı anımsamak istemeseler de kendi “Hücre”lerinin dışında da bir sanat var. Kemal Bekir’i zaman mutlaka anımsayacak. Ömrünün son günlerinde anılarını yazmaya yöneltmişti, bunu da “Unutmamak” gerekir.
Kemal Özer: Yevtuşenko gibi “susmanın büyük bir ayıp olduğu”nu çok iyi bilen bir ustamızdı. “Gül Yordamı” bir duyarlılıkla, “Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya”
diyordu. Ne var ki o da “Temmuz İçin Yaralı Semah”a durarak, “yangın şiirleri”yle yaşama hoşça kal deyiverdi. Katıldığı son etkinlik olan 4. Akyaka Edebiyat Günleri’nde (22-24 Mayıs 2009), “Hâlâ şiirin belli bir konusu var; şiir hâlâ insanla, yaşamla ve toplumla iç içe.” diyordu.
Leyla Ebil, 50 Kuşağı’nın en özgün sesi. Bütün “Hallaç” işlemlerden sonra “Eski
Sevgili”den “Kalan”ları hep anımsayacağız. “Karanlığın Gücü”ne direnmekte inat edenlerdendi. Edebiyatımızın böyle “Zihin Kuşları”na hep gereksinimi oldu.
Mehmet Başaran Orpheus’tan el alan “Trakya Rüzgârı”, “Nisan Haritası”yla ülkemizin eğitim coğrafyasını bir: kez daha çizmişti. Evet, O, yazınımızın “Trakya Rüzgârı”ydı; dindi. Her tarafta “Giz Kokan Suskunluk”.
Melih Cevdet Anday: “Sözcükler”in çağdaş yontucusu. Onunla şiir yolculuğuna ancak “Yağmur Altında” çıkılabilir.
Metin Demirtaş, “Hançer ve Lirik”in kesiştiği kavşakta hep “Hazırol Kalbim” diyen bir şair; çünkü ona “Umutsuzluk Yasak”.
Necati Cumalı: “Viran Dağlar” doğallığında duru bir özgünlük. O halde bütün “Başaklar Gebe”
Neyzen Tevfik: “Azab-ı Mukaddes”le hicve renk katan ustamızdı. Bugün yaşasaydı, kim bilir hangi değerlere hakaretten mahkeme kapılarında süründürülürdü.
Oktay Akbal, “Güzel Düşlerin Sonu”nda “Önce Ekmekler Bozuldu”ğu için bir ömür yaşamı ve insanı hep sorguladı; kuşkusuz “Suçumuz İnsan Olmak”tı ona göre her şeyin nedeni.
Oktay Rifat: Türk şirininin kendini yenileme ustası. Kuşkusuz şiir için attığı o “Elleri Var Özgürlüğün” çığlığında yerden göğe kadar haklıydı.
Onat Kutlar: Sevginin ve imkânın fotoğrafı. Fotoğraf altyazısı şöyle: “İshak”, yüreğin “Yeter ki Kararmasın”
Sait Faik: Önüne çıkan ilk “Lüzumsuz Adam”a bile, “Yazmasam deli olacaktım.” diyen deli sevginin ustası
Salah Birsel: Denemenin şaşırtıcı dili ve tadı. “Kurutulmuş Felsefe Bahçesi”nden gelen “Yalnızlığın Fırınlamış Kokusu”. Bu kokuyu, “Nezleli Karga”ların duyması elbette olanaksız.
Samim Kocagöz: Aydınları “Kalpaklılar”la buluşturan o “Doludizgin” Egeli.
Server Tanilli: “Uygarlık Tarihi”nin ışığı bu ülkeye vursun diye çok çaba harcadı. Nice bedel ödedi. “Din ve Politika” sarmalında “İnsanlığı Nasıl bir Gelecek Bekliyor” sorusuna hep yanıt aradı. Aydınlanma kavgasında, “İnsanlığı Nasıl Bir Gelecek Bekliyor?” sorusuna “Yaratıcı Aklın Sentezi”yle yanıt veren, direniş simgesi bir aydındı.
Şair Eşref,. Gezi, kuşkusuz mizahı da gündeme taşıdı. Şu “Deccal”ı bol dünyada, insan sesini duyuracak, daha çok Şair Eşref’e gereksinimimiz olduğunu düşünüyoruz. Eşref de öğrencisi Neyzen gibi Ege’nin o duyarlı özgür sesiydi. Onun şu iki dizesi, hâlâ zamanın sesi: “Gözlerim ebna-yi ademden ol rütbe yıldı kim, / istemem tek Fatiha, tek çalmasınlar taşımı”
Talât Sait Halman, Türk edebiyatı için “Ümit Harmanı”, edebiyata emek veren herkes için “Can Kulağı”.. Türk edebiyatının moral hocası.
Talip Apaydın, “Akan Sulara Karşı”, “Tütün Yorgunu – Köylüler” le birlikte olmayı yeğledi hep. “Toz Duman İçinde” bir ülkede “Karanlığın Kuvveti”ni Apaydın yüreğiyle yenmek için çırpınan “O Güzel İnsanlar”dandı; çünkü kuşaktaşlarıyla önce “Vatan Dediler”, başlarına gelmedik iş kalmadı.
Turgut Özakman: Birileri, “Güneşte On Kişi”yi çok görüp onları, “Duvarların Ötesi”ne göndermeyi uygun bulsa da, o tiyatronun doruğundan “Şu Çılgın Türkler”in “Diriliş”ine hep tanıklık eden meraklıdır.
Vecihi Timuroğlu: Promete’nin aydınlığında edebiyatımızı çok yönlü araştıran bilge bir aydın. O, “İnsan Hakları Sözlüğü”de ölümsüz bir Promete. Onun “Estetik” dünyasında “Siyah Bir Güldür Ölüm”.
Yaşar Kemal, sanatın yerelden evrensele nasıl evrilebileceğini Türk edebiyatçısına öğreten ustadır. O, düşlerini, fantezilerini değil; “halk”ı anlatan vicdandır. O, Homer ve Dede Korkut soyundan Karacaoğlan mayalı Anadolu’dur. O, bin bir renkli Türkiye’dir; çünkü o, “Benim hayatım Türk diline, Türk kültürüne adanmıştır.” diyen ustadır. O, “Yeterince cesaretim olsa, İnce Mehmed’in destanı gibi Mustafa Kemal’in de destanını yazmak isterdim; ama başaramamaktan korkuyorum.” diyen yurtseverdir. Onun gidişiyle kuşkusuz, edebiyatımızın “Ortadirek”i yıkıldı. Ama ölüm kadar bir başka gerçek daha var, doğanın ve yaşamın gerçeği, ustanın dilinde şöyle somutlanıyor: “Demir olsaydım çürürdüm, toprak oldum dayandım.” Bu gerçeği şöyle de dillendirmek olası: Ülkemizin üstüne çökecek her “Sarı Sıcak”ta, kurgulanacak her “Pis Hikâye”de aydınlığı muştulayan o “Tanyeri Horozları”, “Kanın Sesi”ni susturmak için, inadına “İnce Memed”
telgrafhanesanat
Yorum Kapalı.