İnsanlığın En İyi İnsanı: Schiller
Bedriye Korkankorkmaz
Baharın geldiğini müjdeliyor tabiat. Pencerenin pervazlarına konmuş bir kuş gibi camdan dışarıyı seyrediyorum. Duygularım karmakarışık. Elimde Gürsel Aytaç’ın çevirip yayına hazırladığı Doğu-Batı Yayınları arasından çıkan Schiller kitabını okurken onu düşünüyorum. Kendi yazgısını değiştirmeyi başaramamış. Hayatın zorluklarına alışık olması beni ona daha da yakınlaştırıyor. Acının dibine vuran yaşanmışlıklarının karşısında onurundan ödün vermemiş biri. İsyancı ruhu bana oldukça insani geliyor. Güzelliklere sevdalı oluşu da, onu yapıtlarında güzel ruh arayışına itmiş. Sürekli çalışmış ve araştırmış. Hayatı zoru başarmakla geçmiş. Onun yapıtları bu gerçeğinin armağanları bize. O da benim gibi hastalığına şükran duymuş. Ne ilginçtir ki Thomas Mann’a göre Schilller özgürlük ve yurtseverlik hayranlığını hep başka toplumlara aktardı yapıtlarında. “Carlos’ta Hollanda’ya,Bakire’de Fransa’ya Tell’de İsviçre’ye! Bu büyük Alman, kendi toplumuna ulusal bir özgürlük dramı yazmamış, ulusunun ulus oluşturma yeteneğini kabul etmemiş, buna karşılık Almanlara kendilerini iyi insan olarak yetiştirmelerini tavsiye etmiştir.”
Neden kendi ülken için bir dram yazmadın Schiller? Bu konuda seni engelleyen eziklik duygusu ile desteksiz oluşundu öyle değil mi? Onların iyi insan olarak kendilerini yetiştirmeleri senin için yazdığın dramlardan daha önemliydi. İnsan olmak insanlığın bir üyesi olmaya eşitti. İnsanlığı yüceltmek için çırpındın durdun. Bu konuda kendini öylesine yalnız hissediyordun ki… Senin sermayen çalışmaktı. Bu konuda zengin olmak istiyordun öyle değil mi Schilller? Goethe’ye yazdığın şu satırlar beni çok etkiledi: “Ben yine de hayatla düşünce arasındaki o sonsuz mesafeyi henüz daha az canlı hissetmiyorum ve böyle melankolik bir anda tabiatımın bir eksiğini görmekten kendimi alamıyorum ama keyfim yerindeyken bunu meselenin doğal özelliği olarak görüyorum. Kesin olan şu ki, edebiyatçı biricik hakiki insandır ve en iyi filozof bile onunkarşısında ancak bir karikatürdür.”
Hayatım boyunca dünya yazınına damgasını vurmuş şair/yazar ve düşünürlerin eserlerine yansıyan kişilikleri, ilgi alanım oldu. Bugün hastanedeki odamın penceresinden dışarıyı seyrediyordum. Bir hapiste bir de hastanede görüş saatleri değişmez. Koridorda insan sesleri birbirine karışıyordu. Neden bilmem sırtımı buluşma saatine dönmüştüm; çünkü ziyaretime gelen kimselerin olmadığını bildiğim için beklentim yoktu. Odamda yalnız olmanın mutluluğunu yaşıyordum ki, kapıda elinde bir buket kır çiçeğiyle genç biribelirdi. Odama yanlışlıkla geldiğine inandığım için ilgilenmediğim adam, elindeki çiçeğiyatağımın yanındaki etajere bıraktı. Yanlışlıkla da olsa odanıza elinde bir demet çiçekle, yüzünde insanlığın en masum halini anımsatan gülümsemeyle giren ziyaretçinin sizin için gelmiş olmasını istersiniz içten içe. Hayale kapılmamak için kibarbeye şunları dedim:
“Oda numarasını şaşırdınız.” Adamın sözlerime karşılık gülümsemesi bana güven verdi. Yatağımın üzerindeki kitabı alarak “Ben de kendi yazdıklarımı seninle birlikte okumak istedim. Yıllardır okumuyorum hiçbir şey” dedi.O an heyecandan küçük dilimi yutmuştum sanki! Göz bebeklerime birikmiş olan yaşlar yavaş yavaş boşalarak yanaklarımı okşuyordu. Adam yanıma daha çok yaklaştı ve bana sarıldı. Mırıldanır gibi “Schiller!” diyebildim…
“Evet, ya Schiller!
“Biliyor musun Bedriye, insan ruhu ölümsüzdür ve ölümsüzlüğünün insana verdiği en büyük güvende ruhunu ruhunla birleştirenlerle birlikte kalbinin yenidenattığını hissetmektir. Gerçek ölüm hissedememektir. Hissetmeden yaşayan bir dolu insan varken biz hislerimizin kanattığı kalbimizin yaralarını sarıyoruz usanmadan.”
“Schiller, sen sevgili Goethe gibi saraydan yardım almadın. Yazın çalışmalarına köstek olan kurul ve kuruluşlarla mücadele etmek zorunda kaldın. 46 yaşında veremden hayata gözlerini yumduğunda disiplinli çalışmansayesinde insanlığın kütüphanesine armağan ettiğin yapıtlar, hem kişiliğin hem de yazın dehan hakkında bilgilendiriyor bizi.”
“Goethe ile yollarımız benim çıkardığım DieHoren adlı dergi için kendisinden yardım istediğimde kesişti. Aslını sorarsan mizaç olarak birbirimizin zıt kutuplarıydık. Dahası birbirimizin varlığında birbirimizi tamamladık. Birbirimizle çoğaldık senin tanımlamanla. Bizim dostluğumuzla en çok Thomas Mann ilgilendi. Bu ilgi onun verdiği konferanslara konu oldu.
“Sevgili dostum, Goethe ile seninkişiliğin arasındaki en büyük fark neydi merak ettim doğrusu. Peki halka mal olmanı nasıl açıklarsın?”
“Ben şımartılmadan büyümüş, en önemlisi hayatın zorluklarını yakından tanımıştım. Halka mal olmam, onlardan biri olmamdan kaynaklanıyor sanıyorum. Acının derinliğine inmiş bir insanla acının değerini anlamaya çalışan bir insan yazık ki bir olmuyor. Her şeyden önce halkı hiç küçümsemedim ve hayatı bilgi ve deneyime indirgemedim. Bunun etkili olduğunu düşünüyorum. Ayrıca benim sistemle kavgalı oluşumun da rolü büyüktür halka mal olmamda. Dahası zorlukları halkla birlikte göğüsledik. Halkın yaşadığı tüm zorluklarınbenim başımın üstünde yeri oldu. Goethe de bu konuda düşüncelerini şöyle ifade ediyor:
“Alman yazarları arasında son asil…(..) Schiller, benden daha aristokrattı, söylediklerini benden çok düşünürdü; [ama] tuhaf bir şans eseri onu, halkın özel dostu sayarlar. Onu buna yürekten layık görüyorum.”
Bir başka tanımıyla Goethe’yi doğru algılamak için onun karşıt kutbu olan beni derinlemesine anlamak gerekiyor. Biz her şeyden önce birbirimizin çağdaşı olmanın yanı sıra Alman edebiyatının önde gelen isimleriydik. Hatta Goethe’ye sormuşlar hangimizin daha büyük olduğunu. Yanıtı şöyle olmuş: “Kim daha büyük? Schiller mi ben mi diye çekişip duruyor Almanlar. Aslında sevinmeliler bu konuda çekişecekleri böyle iki adamları olduğu için.”
“Siz Goethe’den daha kısa yaşadınız. Böylelikle yaşayanbüyük adamsıfatına ulaştı siz öldükten sonra Goethe.”
“Goethe, zengin ailesinden başlayarak saraya kadar ulaşan bir çevreye sahipti ve sağlığına gereken özeni gösteriyordu. Ben ekonomik olarak kendi yağıyla kavrulan birisi olmamdan öte, bana köstek olan kurum ve kuruluşlara rağmen yapıt vermiş biriyim. Sağlığıma da yazık ki gereken önemi vermedim/veremedim koşullarım gereği. Ne mutlu bana ki yazma ve öğrenme mesleğimi tutku haline getirdim. Çalışkanlığımla altı haftada Brautvon Messina’nın 1500 dizesini tamamladım. Beni Goethe’ye yaklaştıran,onun karşısında kendim olmaktır. Ne yargılamanın ne de suçlamanın olmadığı gerçek bir ilişkimiz oldu onunla. Her anı benim için kıymetliydi. Onun ekonomik durumu benim ilgimi çekmediği gibi Goethe de benim karşımda üstün görmüyordu kendisini. Tüm bu duygu karmaşasını, onunla aramızdaki dostluğu özel yapan birbirimize duyumsadığımız nefret karışımı sevgiydi. Hiç böyle bir anı yaşadın mı Bedriye? Düşün ki bir insandan aynı anda hem nefret ediyorsun hem de seviyorsun. Bu gerçek bir yakınlık, ödünsüz bir dürüstlük… Goethe’yi kıskanırdım örneğin. Kişiliğimin en belirgin özelliği ateşli ve hümanist olmamdır. Benim ölümümün akabinde Goethe şunları söylemiştir kelimesi kelimesine: “O, muhteşem bir insandı ve en güçlü çağında yanımızdan ayrıldı…Her hafta başka biriydi, hem de hep daha olgun biri; onunla buluştuğum her seferinde bana okumuşluğu ve bilgili oluşuyla daha ilerlemiş görünüyordu. Evet, onun her şeyi gururlu ve muazzamdı ama bakışları yumuşaktı. Ve yeteneği bedeni gibiydi.” Garip olan ne biliyor musun Bedriye?O benden önce ölseydi bende onun hakkında aynı kelimeleri kullanırdım. Biz birbirimizin kelimeleri olduğumuzu bildiğimiz için kıskanıyorduk birbirimizi.”
“Sevgili Bedriye, benim gerçek adım Johann ChristophFriedrichvonSchiller. 10 Kasım 1759’daNeckarkıyısındaMarbach’da dünyaya geldim. Babam askerdi. Beş kızın içinde tek erkek bendim. İlk tiyatrooyunlarımı on üç yaşımda yazdım. Bunlardan ikisi Absalonile DieChristen.Denemelerimi okursan ne anlatmak istediğimi anlayabilirsin.İlköğrenimime Stuttgart’taki askeri akademi olan HoheKarsschule’debaşladım. Okuldaki sıkı askeri disipline karşı gizli gizli yazılar yazarak başkaldırdım. Çok geçmeden tıp okuluna kaydımı yaptırarak branş değişirdim. O sıralar devrimci SturmundDrangşairleri veKlopstock’un şiirleri de aynı oranda dikkatimi çekiyordu. Aynı yıl “Der StudentvonNassau” dramınıkaleme aldım. O yıllarda da Goethe’nin yapıtlarıyla yakından ilgilendim. Sonuçta askeri akademiden tabip olarak ayrıldım.”
“DieRauber(Haydutlar) dramı 1781’de yazar adı vermeden yayımlandı. Dük Kral Eugen’i yazdığımda da iki hafta hapis cezası aldığım gibi, bir daha bu tür şeyler yazmamam konusunda uyarıldım. Stuttgart’tan arkadaşımStreicher’le birlikte kaçtık. Yazı ve şiir çalışmalarımı sürdürdüm. Weimar’da Goethe ile tanıştım. AhBedriye, Goetheile yakınlaştıkça kaderin bana ne kadar kötü davrandığını anladım. Sanıyordum ki hayat herkese eşit davranır ama anladım ki hayatta eşitlik sadece kelimelerin dünyasında mümkünmüş. Ben aldığım nefes için mücadele etmek zorundaydım O ise öyle rahattı ki… Hayatımdaki kayıpları yerine koyacağım o kadar az şeye sahiptim ki… Umudu elden çıkarmamak için mücadele ettim hayatım boyunca.”
“1789 yılında Jena şehrinde ücretsiz tarih hocalığı yaptım. “GeschictedesAbfalls der VereinigtenNiederlande” başlıklı, Hollanda’nın çöküşünü anlatan yazımla uzmanlaştım ve Rauber dramıyla da kendi kitlemi oluşturdum. 1790 yılında CharlottevonLengefeld ile tanıştım, tanışlığımızın akabinde de evlendim onunla. Güzel kadınlardan gereğinden fazla etkilenirim. Buna karşı hiçbirini kendime âşık edemedim; çünkü benim asıl aradığım evde huzurdur. Aşktaki tutku beni ürkütmüştür iç huzurumu bozacağı için. Otuz yaşından sonra evlendim ve çocuklarım oldu. Kaderim, mutlu bir aile ve başarılı sanat yılımda bana oynadığı oyunla,hastalığımla, gölge düşürdü mutluluğuma. Sanki uğraşılarım yetmiyormuş gibi bir de sağlığımla uğraşmak zorunda kaldım. DieRauber 1792 yılında bana Fransa Cumhuriyeti onur vatandaşlığını kazandırdı. Bu dramla isyana teşvik ediyordum halkı. İnan ki kendimi övmek için söylemiyorum amaRousseau’nun, o büyük ustanın duygusal tek yanlılığını aşan öğrencisi bendim. Tarih çalışmalarımın tiyatro çalışmalarıma büyük katkısı oldu. Rousseau’nun üzerimdeki etkilerindentamamen kurtulup kendim olmayı başardım diyebilirim zamanla. 1797’de Goethe ile birlikte edebiyat dünyasına daha eleştirel gözle baktığımız Xenien’i yayımladık. Benim baladlarımın yılı oldu o yıl. 9 Mayıs 1805’te akciğer iltihabından hayata veda ettim.”
“Sevgili dostum, senin eserlerin içinde önemli yer tutan tiyatro yapıtların hakkındaki düşüncelerini öğrenmek istiyorum.”
“Sevgili Bedriye, tiyatro eserlerimde yarattığım kahramanların salt kötü yanlarını değil içlerinde en ufak insanlık kırıntısı kalmışsa onları da aynı dürüstlükle vermeye özen gösterdim.Haydutlar bu söylediklerime bir örnektir. Ben tüm kahramanlarımla kendimi eşitledim; onların karşısına tüm çıplaklığımla çıktım. Bana göre bir sanatçı özellikle de bir edebiyatçı asla gerçekçiliği işlemez. Tersine hep yalnız ideal olanı seçer. Yani gerçek hayatın içinden sanata/ sanatına uygun olarak seçtiğini yapıtında işler. Örneğin hiçbir zaman ahlakı, dini değil, bunların her birinin yalnızca birlikte düşünmek istediği özelliklerini işler hiçbirine ters düşmeden. Sadece estetikdüzenlemeye ya da beğeniye ters düşebilir. Bu, tiyatroya ve seyirciye yönelik olmaktan çok edebiyat gereğidir. İyi bir tiyatro eseri yazmayı başaracaksam bu yalnızca edebi yolla olabilir; bazen sıradan birkabiliyet ve sırf beceriyle de sağlanabildiği oluyor. Ben bunu asla amaç edinmem, üstelik istesem de bunu başaramam. Antik Yunan tiyatrosundan etkilendim, yirmi dört yaşıma kadar çağdaş yazarların (Goethe ve diğer romantik yazarlar) yapıtlarıyla beslendim. Sonraki yıllarımda romantiklerden uzaklaşmamın nedeni antikiteden ziyade Şark dünyasına ilgi duymalarıdır. Yunan edebiyatıyla daha sonra tanıştım İlk eserlerimi SturmundDrang’da verdim. Bu yapıtlarda coşkulu bir üslup kullandım. Tiyatro eserlerimdeki coşkunun önemi şöyle ifade edildi: “Bu dilde içtenlik değil büyüklük vardır; canlandırma değil güç. Coşkuludur çünkü bir coşkudan, çelişkide çekilenacıdan vebunu felakette ya da barışmada yenmebaskısından kaynaklanır. Bu dil hitabet dilidir çünkü kendiiçinde huzur bulmak değil, korkutmak ve uyandırmak ister. Böyle güçlü bir dilde yalın ve solgun düşünce değil, berrakça kurgulanmış, ciddiyetle yürütülmüş biryapının görkemi ortaya çıkar, onun durmadan hızlanan çabası ve abartması.”
“Sevgili Schiller, sen, şiirlerinle de dünya edebiyatına adını altın harflerle yazdırmış birisin. Şiire/ şiirine bakışını öğrenmek istiyorum senin.”
“Şiiri fethedilmiş bir bölgeden çok bir sürgün yeri olarak görüyorum. Ben her şeyden önce bir fikir şairiyim. Şiirlerim daha çok düşünce ve hayal ürünüdür. Büyük ve yüce konulara olan yakınlığımdan dolayı beni dindar şair Klopstock’a benzetirler. Edebiyat tarihçisi Von Wiese’nindeyişiyle bende hâkim olan zihniyet, düşünsel olanı lirik tarzda duymaktır. Bana göre şiirin en büyük değeri olgun bir kafanın, ilginç bir ruh halinin mükemmel ifadesi olmasıdır. Avrupalılığa dair düşüncelerim de şöyle özetleyebilirim: Avrupa’da doğmuş olmanın ne nimet olduğu anlaşılıyor. Gerçekten akıl almaz bir şey, insanın o canlandırıcı gücü nasıl da dünyanın böyle küçük bir bölümünde etkili oluyor ve muazzam halk yığınları, insanlığın mükemmelliği konusunda hiçbir şey ifade etmiyor. İlginç olansa Avrupa dışında da ahlâki ve estetik kabiliyetlerin tamamen eksik olmamasıdır. Gerçekçilikte idealizm de var onlarda ama her iki kabiliyet asla insani bir biçimde birleşmiyor. Ben, bu halk yığınlarında epik ya da trajik şiirler için asla konu bulamazdım ya da konuyu onlara yerleştiremezdim. Bence edebiyat, o bilinçsiz olanı dile getirmek ve iletebilmekten ibarettir, yani bir objeye aktarmaktan.”
“Gerek yapıtlarında gerekse özel yaşamda benim için güzel ruh hakkındaki samimi fikirlerini açıklar mısın?”
“Bir insanın bütün hislerinin ahlaki duygusu en sonunda belirli bir dereceye ulaşmışsa; yani iradenin yönetimini hiç çekinmeden heyecanabırakabiliyorsa ve iradenin kararlarıyla çatışma tehlikesine asla düşmüyorsa, işte o zaman güzel ruh buradadır.
Benim için sevgili Bedriye, kültür ve güzel ahlak çok önemli. Yöneldiğim genel kültür konularında bile ahlakiolanın arayışı içindeyim. İdeal olanı realize etmeye çalıştım ve düşünceyi imaja dönüştürmeye çalıştım. Kullandığımimgelerbirkerelikdurumları çokyönlü veçok katlı nitelikleri içinde sembolleştiren imgeler değil, şahsi özelliklerden arınmış tasarımlardır; yani hayal gücünün yarattığı, konudan uzak; yine de somut imgelerdir. Antik mitolojiden, tarihten, daha çok Jambus veracheus vezninden, Hexametre’den faydalandım. Thaliadergisinde yayımlanmış şiirlerimResignation (feragat) ve An dieFreude (sevince),DieGötterGriechenlandes(Grek Tanrıları),DieKünstler (sanatkarlar), felsefi şiirlerDasIdealundleben (ideal ve hayat) DasverschleierteBildzuSais (Sais’taki Peçeli Resim) DerSpaziergang (Gezinti),DieTeilung der Erde (Dünyanın Bölüştürülmesi) bunlara örnektir.”“Sen ölümünden sonra da yapıtlarından öte insanlığınla da anıldın. Ölümünün akabinde Thomas Mann’ın yazdığı uzun denemesindeki bazı başlıkları sana hatırlatacağım. “Schiller’in kendine özgü büyüklüğünden söz bir kez başladı mı sonunu getirmek kolay değildir; soylu, uçarı, ateşli yükseltici, evren sarhoşu veinsancıl kültür eğiticisi, her şeyde en erkekçe. Ve işte aşırı, neredeyse doğa yabancısı iradede, özgürlüğe,bilince adanmışerkeklikte bir sanatçı çocuk gizlidir: Bütün dünyada oyundan daha yüce hiçbir şey tanımaz, bütün yaratıklar içinde yalnızca insanın oyun oynamayı bildiğini ve yalnızca oynadığı yerde tam insan olduğunu söyler.”
“Evet, Bedriye bana göre insan olmak tüm sıfatların üstündedir. Seni hasta odanda ziyaret etmem de bu nedenle. İkimizi birbirimize yaklaştıran “önce insan” anlayışı. Ben ölümümün akabinde kopan kuru gürültüye baktım; hayal edemeyeceğim bir düzeye ulaştı ünüm. Bu bana boşuna yaşamadığımı hissettirse de senin gibi birçok okuyucum da beni önce insan yanımla iç dünyalarına aldılar. Ben yaşadıklarımın karşısına yerleştirmiştim yapıtlarımı. Onların anlaşılması demek benim anlaşılmam demekti. Bu yüzden yapıtlarımkabul gördükçe ben de ruhsal dirilişi yaşıyorum. Ruhu ölümsüz insanlardan biri olmaktır benim başarım. Sevgiye Bedriye sevgiye çok muhtaçtım ve sevginin gücünü hastalığım sırasında da hissettim. Bu öyle sıradan bir duygu değil. Öleceğini biliyorsun ama buna karşı hayata tutunuyorsun. Hayatım boyunca zorluklarla mücadele ederken o zorlukların bana kazandırdığı derinliğin farkına vardım. Yaşanmışlıklar o kadar değerli ki… Yaşadım. Yaşadıklarımı yüreğimin derinliklerinde hissettim. Acıyı tanıdım. Umarsızlıkla tanıştım. Çalacağım kapılar bir yana, üzerime kapanan kapılarla yüzleştim. Yoksunluk ikiz kardeşim oldu. Bilgi Bedriye, yaşadıklarının tabağıdır. O tabağı yaşadıklarınla dolduracaksın.
Evet, yazan insan yalnızdır. Kendi yalnızlığımı yazdım durdum.
Sevgili dostum kalbimde yaşamaya devam edeceksin. Seni hasretle kucaklıyorum. Dilerim bir daha görüşebiliriz seninle.
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.