Sen misin Gazete Okuyan!
A.Tarık Emre
Mayıs ayı gelmişti. Güzel bir bahar sabahı Deniz kahvaltısını bitirdi, evden çıktı, az ötedeki metro istasyonuna yürüdü. Zamanında karısıyla borç harç aldıkları dairenin emlak vergisini ödemek üzere belediyeye gidecekti. Biraz bekledikten sonra tren geldi. İkinci duraktan bindiği için tren pek kalabalık değildi. Zaten bu saatlerde tren tenha olurdu.
Bulduğu ilk boş yere oturdu, katladığı gazetesini ceket cebinden çıkardı ve okumaya başladı. Yıllardır tiryakisi olduğu bu gazeteden; iktidar partisi yanlıları, muhafazakârlar, aşırı milliyetçiler, fırsatçılar hiç hazzetmezlerdi. Eskiden bu gazeteyi okuyanlar saldırıya uğrardı ama artık gazetelerin gizli gizli okunduğu günler geride kalmıştı. İsteyen istediği gazeteyi okurdu.
Bir durak sonra kapıların biri arızalanınca; tren durdu, ses yükseltecinden duyuru yapıldı. Arıza giderilene kadar tren bekleyecekti. Deniz’in acelesi yoktu. Oturduğu yerde rahat rahat okurdu gazetesini. Hem böyle daha iyiydi, hareket olmayınca sarsıntı da olmazdı. Köşeyazılarından birine kendini kaptırmışken kaba saba konuşmalar duydu. Biri oturan, diğeri ayakta yirmili yaşlarında iki genç ağız dalaşına girişmişlerdi.
“Hem doğru dürüst oturmuyon, hem de artizlik yapıyon” diyordu ayaktaki.
“Senden mi öğrenecem nasıl oturulacanı?” diye dikleniyordu öbürü.
“Tabii benden öğrenecen. Var mı öyle otururken dirseği demire dayamak! Ben de yaslanırım üstüne…”
“Doğru konuş la… Nereye yaslanıyon sen bakayım!”
Düzeysiz konuşmanın bu biçimde sürmesi belki küfürleşmeye dönüşecek; gençler de birbirlerine tekme tokat girişeceklerdi.
Deniz, “Gençler ayıp oluyor ama…” diyecek oldu. Daha lafını bitiremeden ayaktaki genç dayılandı.
“Senin üstüne vazife değil” dedi gayet bıçkın bir ifadeyle.
Oturan genç de Deniz’e laf yetiştirdi, “Senden mi öğrenecez ayıbı, kayıbı?” dedi.
Deniz şaşırdı. Yardım istercesine çevresine bakındı fakat az önce olanları ilgiyle izleyen yolcuların hepsi yüzlerini farklı yönlere çevirmişlerdi.
Yanındaki adama döndü, “Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış” dedi. Gazetedeki karikatürü gösterdi, acı acı tebessüm etti. Adam hiç tepki vermedi.
Ayaktaki genç iyice arsızlaştı, “Sen kime hırsız diyon?” diyerek sesini yükseltti.
Oturan genç ayağa kalktı.
“Sen bize hırsız mı dedin?” deyip Deniz’in yanına geldi.
Deniz, “Tamam gençler, size hiçbir şey söylemedim. Unutun gitsin” demek zorunda kaldı.
İki genç zafer kazanmış komutan edasıyla gururlandılar, el sıkıştılar ve aralarında konuşmaya başladılar.
“Demin boşu boşuna birbirimize ağır laflar ettik. Şunun okuduğu gazeteyi biliyon, di mi?”
“Bilmez miyim? Ne kadar vatan haini, bölücü, dinsiz imansız varsa bundan başkasını okumaz.”
“Şunun tipine baksana… Saçı sakalına karışmış. Kaç yaşına gelmiş; bir de küpe takıyor.”
Deniz içinden, “Çattık” dedi. “Şu tren hareket etse de kurtulsam.”
O anda ikinci duyuru yapıldı. Kapı arızası giderilemediğinden yolcuların treni terk etmeleri isteniyordu. Arızalı tren çekildikten sonra gelecek treni bekleyeceklerdi. İniş esnasında gençler Deniz’e omuz attılar. Deniz başına gelenleri anlatmak amacıyla istasyondaki görevlilerden birinin yanına gitti.
Gençleri başıyla göstererek, “Şu ikisiyle trendeyken tartıştık; ancak uyarı niyetine söylediklerimi yanlış anladılar. Olayı büyütebilirler” dedi.
Güvenlik görevlisi Deniz’i umursamadı, “Ne istediğini anlamadım. Ne yapmam gerekiyor? Şikâyetçi misin yani?” diye sordu.
“Şikâyetçi değilim ama bir taşkınlık yapabilirler.”
İki genç de Deniz’le adamın yanına geldi. Birisi güvenlik görevlisiyle tanış çıktı, “Sen, Cebeci’deki kunduracı Sami Dayının yeğeni değil misin?” diye sordu.
“Doğrudur, Kürşat benim adım. Ben de seni tanıyacağım ama çıkaramadım nereden.”
“Ben Fatih. Söğütlü Çarşı’daki lokantacı Hüseyin amcam olur.”
Kürşat’ın gözleri parladı, “Yahu sen nerelerdesin? Değişmişsin, adını vermesen hayatta tanımazdım” dedi.
“Mahalleden taşınalı üç yıl oluyor.”
Deniz kalakaldı; güvenlikçi ile konuşmanın bir anlamı yoktu artık. Gitti istasyondaki ikili metal sandalyeye oturdu.
Kürşat az önce Deniz’in dediklerini sırıtarak anlattı, “Şu var ya; az önce sizden rahatsız olduğunu söyledi.”
Fatih oturduğu yerde gazetesini okuyan Deniz’e doğru bakışlarını çevirerek, “Kim kimi rahatsız etmiş! Bize yok yere hırsız dedi” diye söylendi.
Diğer genç daha fazla sessizliğini bozdu, kararlı bir sesle, “Ben askerden yeni döndüm. Kansızlarla çatışmalara girdik. Namazında, niyazında çok efendi bir asteğmenimiz vardı; bunun okuduğu gazeteye yazanların en beter bölücüler olduğunu söylemişti” dedi.
İki genç ve güvenlikçi Kürşat gazetesini okuyan Deniz’i uzun uzun incelediler. Deniz konuşulanları duymamıştı. Ceket cebinden kalemini çıkardı, gazetenin bulmacasını çözecekti.
Kürşat, “Şuna bak hele! Nispet yapar gibi açmış gazetesini okuyor” dedi
Fatih, “Bir şey okuduğu falan yok. Eline kalem almış bir şeyler yazıyor; ne yazıyorsa?” dedi sinirli sinirli.
Askerden yeni dönen Kürşat’a gözüyle Deniz’i işaret etti, “Şuna bir şeyler söyle de rahatı kaçsın” dedi pis pis sırıtarak.
Kürşat kasıldı, koltuklarını kabarttı, göğsünü gerdi ve olanca gücüyle Deniz’e seslendi, “Esas bu ikisi senden şikâyetçiymiş” dedikten sonra telsizle birileriyle konuştu ve hemen ardından birkaç görevli sökün etti.
Tam o sırada da gelen trenin homurtusu duyuldu. Deniz trene binmek için hamle yaptı; ama görevliler engel oldular. Deniz’in itirazı fayda etmedi.
“Arkadaşlara hakaret etmişsin, senden şikâyetçi olmuşlar. Karakola haber verdik. Polislerin gelmesini bekleyeceğiz” dedi gelen görevlilerden amir olanı.
Deniz bıkkın ve sıkkın bir sesle, “Ne işimiz var polisle? Meseleyi büyütmenin ne gereği var?” diye konuştu.
“Polis lafını duyunca nasıl da korktu, gördünüz mü?” dedi Fatih.
Askerden yeni gelenin sesi neşeli neşeli çıktı, “Bir yanlışı var ki polisten tırsıyor” dedi.
Deniz tam karşılık vermek üzereydi ki istasyona iki polis memuru geldi. Güvenlik görevlileri olanı biteni anlattılar.
“Karakola gidip ifadelerinizi alacağız” dedi memurlardan biri.
***
Karakoldaki komiser Deniz’e, “Ne iş yaparsın sen?” diye sordu.
“Ben ressamım. Üç yıl öncesine kadar resim öğretmeniydim ama istifa ettim.”
“Niye istifa ettin?”
“Öğretmenliğin eskisi kadar saygın bir meslek olmadığını anladığım için. Şimdi yalnızca özel dersler vererek öğretmenliğe devam ediyorum. Ayrıca sergilere katılıyorum.”
Komiser yüzünde küçümseyen bir ifadeyle, “Senin resimler de heykeller gibi ucube mi?” diye sordu.
“Ben aynı fikirde değilim. Sanat eserlerine ucube demek, sanattan anlamamaktır.”
Komiser renk vermedi, “Neyse konumuz sanat değil. Gençlerin ifadesine göre onları hırsızlıkla suçlamışsın, ayrıca okuduğun gazetede devlet büyüklerimizle ilgili çizilmiş bir karikatüre de çok gülmüşsün” dedi.
Deniz duyduklarına inanamadı, “Gençler trende birbirleriyle seviyesiz bir biçimde konuşmaya başlamışlardı. Onları terbiyeye davet edince, üste çıkmaya kalkıştılar. Ben de yanımdaki kişiye, yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış dedim. Ayrıca bana komik gelen her şeye gülerim” diye olanları anlattı.
“Okuduğun gazetenin bazı yazarları hâlâhapisteler. Senin başın emniyetle derde girmiş miydi hiç?”
“Ne alakası var? Ne demek istiyorsunuz, sayın komiserim?”
“Dinle beni eski öğretmen! Ben bilirim senin gibilerin ne mal olduğunu. Yıllarca meydanı boş bulup az zehirlemediniz koç misali vatan evlatlarını. Hele senin gibi sanatçı takımı. Kalıbımı basarım ki sen zamanında komünistlik propagandası yapmaktan veya başka bir anarşistlikten içeri alınmışsındır. Dünyaya bir daha geri gelmemek üzere komünizm ve ona tapan sapıklar ortadan kalktı gitti ama şimdi de onlardan hiçbir farkı olmayan darbeciler, bölücüler, muhalif vatan hainleri ortaya çıktı. Kimliğini bildirdim bizim istihbaratçılara, birazdan anlarız neyin nesi, kimin fesi olduğunu” diyen komiser çok azılı bir kanun kaçağını yakalamışçasına şiştikçe şişiniyordu.
Deniz korkusuzca konuşmaya gayret ederek, “Zahmet etmeseydiniz komiserim, ben size yardımcı olurdum. Öğrenciliğimde iki, devlet memuru olduğum dönemde de bir; toplam üç kere tutuksuz yargılandım ve üçünde de beraat ettim” dedi.
“Göreceğiz bakalım.” diyen komiser koridora çıktı, en gür sesiyle bağırdı.
“Necati, gelmedi mi şu eski öğretmenin bilgisi?”
Memur Necati az sonra elinde bir dosyayla geldi, masaya bıraktı. Deniz’i hiç de dostça olmayan bakışlarla süzdü.
Komiser dosyayı incelemeye koyuldu, “Gözüne bir şeyler çarptı mı Necati? Bakışlarından anladığım kadarıyla ressam beyimizin sütten çıkma ak kaşık olmadığını bulup çıkartmışsın gibi geldi bana” dedi gayet keyifli.
“Son görev yerinde, okul müdürüyle takışmış. Ayrıca bazı veliler kendisinden şikâyetçi olmuşlar, komiserim.”
“Anlat niye takışmıştın müdürünle? Veliler neden şikâyetçi olmuşlardı senden?”
Necati elini kaldırıp söz istedi.
“Ramazanda oruç tutan öğrencileri eleştirmiş de, komiserim.”
“Lan sen kim oluyorsun da vatan evlatlarının dini inancına karışıyorsun?” diyen komiserin gözleri hiddetinden kocaman olmuştu.
“Olay zannettiğiniz gibi değil. Oruç tutan öğrencilerden birisi açlığa dayanamamış ve sınıfta bayılmıştı. Daha sonra velilere olayı yorumlarken böyle tutulan orucun sevabı olmaz demiştim sadece. Yani eleştirmek gibi bir tutum içinde değildim. Hayatımda hiçbir kimsenin dini inancına, düşüncesine karışmadım. Ben oruç tutan insanlara hep saygı gösterdim ama oruç tutmadığım için aynı saygıyı göremedim. Görev aldığım bazı yerlerde oruç tutmadığımdan dolayı dinsiz damgası bile yemiştim.”
“Bırak şimdi o eskiden olanları da beni dinle. Bak burada ne yazıyor? Okul müdürüyle takışmanın bir başka nedeni ise okuduğun o gazeteye bütün uyarılara rağmen yazılar yollaman olmuş. Sen ne biçim devlet memuruymuşsun; hiç bilmiyor muydun mevzuatı?”
“Çıkan yazılarım gülmece amaçlı yayımlanmıştı. Müdürün şikâyeti üzerine okula gelen bakanlık müfettişleri soruşturma açılmasına gerek görmemişlerdi. Okul müdürünün yok yere feveran etmesinden başka bir şey değildi. Zaten o sıralarda istifamı vermiştim.”
Komiser hiç ikna olmamıştı. O sırada televizyonda öğle haberleri başlamıştı. Memur Necati televizyonun sesini açtı. Muhalefet partilerini suçlayan açıklamalarda bulunan bir bakan ekrandan gülücükler yollayarak konuşuyordu. Sayın bakan yurtdışına yapacağı yolculuk öncesi havaalanındaki habercilere kendi imzasıyla atadığı bürokratlarını desteklediğini, hepsine kefil olduğunu söylerken yüzüne yavaş yavaş yayılan zafer tebessümünün içinden rengârenk güller açıyordu.
“İşte bu kadar. Devlet adamlığı böyle olur, Necati. Ülkeyi bölmek isteyenlerin yalanlarına böyle cevap verilir.”
Komiser, Deniz’in gözlerinin içine uzun uzun baktı. Son noktayı koymak amacıyla sesine olanca bir güç katarak, “İfadeni yazılı olarak alacağız ve seni savcılığa sevk edeceğiz. Okuduğun gazetenin yazarları darbecilikten yargılanıyorlar. Senin de aynı örgütle ilişkinin olduğundan şüphe ediyoruz” diye konuştu.
“Fakat bu söyledikleriniz tam bir saçmalık.”
“Ben hakikatlerden bahsediyorum, ressam efendi!”
Deniz, “Bari eşime bir telefon etmeme izin verin. Benden haber alamazsa çok meraklanır…” diyecek oldu ama tam o anda çalan telefona cevap veren komiser Deniz’i duymadı bile.
Memur Necati az önce televizyonda izlediği bakanın gülümsemesini andıran bir ifadeyle, “Yan odaya geçelim şimdi, soruşturma için…” dedi.
Yorum Kapalı.