Akademisyen-Yazar Serdar Şahinkaya, kitapeki.com sitesinde Işık Kansu’nun, Telgrafhane Yayınları’ndan çıkan kitabı Akasyalı Sokaklar’ı yazdı…
İşte o yazı:
Işık Kansu, Akasyalı Sokaklar‘da cumhuriyeti, cumhuriyetin devrimciliğini ve devrimcilerini, o devrimcilerin kentsel yansımalarını da yeniden gözlerimizin önüne seriyor.
Dostluğun, kardeşliğin yılların imbiğinden süzülüp gelişmesi bir yana, sevgili Işık’ın bu yeni kitabı “Akasyalı Sokaklar”ı okurken birden bire aklıma geldi ki ben de bir zamanlar akasyalı sokakları olan bir kentte yani İzmir’de doğup, büyümüştüm.
1960’ların ilk yarısıydı Eşrefpaşa’daki kitapçı Tevfik’in karşısındaki Halit Bey İlk Okulu’na gidiyordum.
Her yokuşundan denizi gören sokaklardan bir olan 352 inci sokakta Bakkal Muhittin Amcanın dükkânının üst katında kirada oturuyorduk. Arnavut kaldırımlı sokaklarımızın iki yanı onar metre ara ile yıllar önce dikilmiş çift sıra akasyalarla süslü idi. İzmir’in o deli yağmurlarında bile hiçbir eve hasar vermeyip doğrudan denize kavuşan suların yıkayıp pırıl pırıl kıldığı sokaklar…
İşte o yılların birinde bir sabah motorlu testere sesleri uyandık. Pencereden baktığımızda sokağın başında o güne kadar hiç tanımadığımız canavar makineler vardı.
Ellerinde motorlu testereleri tutan işçiler o yılların eseri kentimin süsü akasyaları birer birer kökünden keserek cansız bedenlerini sokağın ortasına yatırıyordu. Bütün mahalle kadını, erkeği, çoluğu çocuğu ile pencereler, balkonlara üşüşmüştü. Ne yapıyorsunuz siz? Çıldırdınız mı? nidalarımız boğazlarımıza düğümlenmişti.
Sonradan adının Osman Kibar olduğunu öğrendiğim beyaz saçlı göbekli ve gri takım elbiseli yaşlıca bir adam işçileri yönlendiriyordu. Ellerindeki kancaları akasyaların cansız bedenlerine saplayarak kamyon kasalarına istiflemeye başlamışlardı. Arkasından da kesif ve genizleri yakıcı siyah zift tabakası ile kaplanan sokağımız “uygarlık adına” asfaltlanıyordu. O gri takım elbiseli adamında adı artık gazete manşetlerine “Asfalt Osman” olara yazılıyordu. Denizi kız, kızı deniz o güzelim kent sanki ikinci işgal mezalimini görüyordu.
* * *
Uzunca bir giriş oldu belki ama eğer bu kusursa kitabın adındandır. Başkent bu bağlamda yani tarihsel süreç açısından İzmir’den çok daha şanslı imiş.
Efendim gelelim Sevgili Kansu’nun Akasyalı Sokaklar’ına. Kitap esas olarak yıllardır Ankara üzerine yazılan yazılardan oluşuyor. Bu yazılar Işık’ın bir anlamda öz yaşam öyküsünün ipuçlarını da veriyor. Çocukluğu, haşarılığı, ilk gençliğindeki kolej yılları, üniversite yılları ve gazeteciliğe adım atışın izlerini sürmek mümkün yazılarda.
Kansu, bu kitabı ile bir anlamda kenti ile iç içe geçmiş bir yaşamı ve bu yaşama ait tespitleri, “hınzır” gözlemleri de barındırarak bir anlamda tarihe de tanıklık ediyor.
Sevgili Işık, bize bu yeni kitabı ile sadece “Akasyalı Sokakları” anlatmakla kalmıyor. Cumhuriyeti, cumhuriyetin devrimciliğini ve devrimcilerini ve o devrimcilerin kentsel yansımalarını da yeniden gözlerimizin önüne seriyor ve bir anlamda yitip gitmiş hafızalarımızı canlandırıyor. Kireçlenmiş ve bir anlamda kolalanmış beyin kıvrımlarımızı yeniden eski normal haline getiriyor.
Yazar, bizleri Anıtkabirden, Çıkrıkçılar Yokuşu’na, Maltepe’deki Havagazı Fabrikasından, Konur sokaktaki manolya ağacına, oradan da Sakarya’daki birahanelere, Bulvar pastanelerine götürüyor. Kitap ile birlikte o sıcak yaz akşamlarında tahta iskemleli sinemalarda Yeşilçam filmlerini izlerken sade gazoz içmenin tadını yeniden anımsatıyor.
Sayfaları bir solukta tüketirken birde Menekşe Pasajındaki bir zamanların Maketçi Babür Abi’sinden bir kalyon ya da Spitfaire Maketini satın almanın yarattığı heyecan ile bodrum katta o meşhur köfteciden az köfte tek döner seansını tamamlamak için tavşankanı çayınızı yudumlayıp, yediklerinizi eritebilmek için Başkentin yokuşlarına tırmanıveriyorsunuz.
Işık Kansu kitabında ayrıca dört yazı eşliğinde bölgede saklı potansiyellerden zenginlik yaratarak sosyo – ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmeyi amaçladığını bildiğimiz GAP’ı “GAP’ta Neler Oluyor? başlığı altında irdeliyor.
Bilindiği üzere yukarı Mezopotamya bölgesi sayılan ve tarihte “Verimli Hilal” olarak bilinen bu bölge uçsuz bucaksız bereketli topraklara sahiptir. Dicle ve Fırat’a ve bölgenin sahip olduğu topraklara rağmen, yıllardır bölge insanının büyük çoğunluğu toprağa, toprakta suya hasrettir. Yaşanan sorun, bu çelişkide yatıyor. Bu asırlık çelişki’nin yani su ile toprak, toprak ile insan arasında süregeldiğini Kansu’nun satırları bir kere daha çarpıcı bir gerçek olarak yüzümüze vuruyor. Ve yıllardır suyu toprak ile buluşturup insanla uyumunu sağlayamamanın hüznünü çığlığa dönüştüren gözlemlerini yöre gerçeğinden hareketle anlatıyor.
Işık Kansu’nun satırlarından bir bölümüne gelin birlikte göz atalım:
“Kızılay’ın ortasında durun. Sağa sola, arkaya öne bir göz atın. Üstünüze üstünüze gelen paltolu, gocuklu, hele hele sürekli elleri kulaklarında “cep”leriyle konuşan griliğin içinden, arasından, yanından, köşesinden bir seçme yapmaya kalkın.
Mutlaka başka bir renk çıkacaktır içinden. Tanımadığınız, bir daha hiç karşılaşmayacağınız bu insan kalabalığından tek kişi çıksın, grilikten sıyrılıp mavi olsun örneğin, yeter. Habire, bile bile kötülüklerle mi karşılaşır insan? Kim demiş, hiç de öyle değil. İyilik mıknatısı galiba insanın kendi elinde…
Artı eksiyi çekmez mi? Çeker.
Artı olmakta yarar var o zaman.
Eksilik uzak olsun, eksi eksiyi itsin, çatık kaşlılık bitsin.
Sokaklarda, geniş caddelerde kaybolurken, ekmek arası döner yerken, kitapçılarda kaçamak müzik dinlerken, ayakkabı boyacısının fırçası son cilada parmağınızı gıdıklarken, parkta bir bankta anlamsız gözlerle etrafa bakarken, sokak köpeği önünüzde pörsümüş kara burnu ile yaltaklanırken…
Yüzünde bir kıvrım, bir kıvrım daha.
Bak güleceksin, tutma kendini güleceksin.
Gül, insanları ezenler arasına katılma, gül.
Haksızlık etmeden, kardeşçe yaşamak için, durma, gül…”
Evet, Kansu’nun “Akasyalı Sokaklar”ı önce başkentin sonra da ülkenin öyküsünü “Kansuca” anlatıp “Işık” landırıyor.
Ben derim ki, sevgili Işık’ın bu kitabını okumadan Ankara’da yaşanmaz, Ankara’ya gelinmez…
|
Serdar Şahinkaya
kitapeki.com
Yorum Kapalı.