SİGARALI SANAT POLİTİKASI
A.CELAL BİNZET
Yaşadığımız sürece günlük gereksinimlerimizin ardı arkası kesilmez.
Öyle önemli şeylerden söz etmiyorum. Sıradan nesneler. Ekmek gibi, makarna gibi, temizlik deterjanı gibi… Sanıyorum yalnızca bana özgü bir durum değil bu. Hepimizin az ya da çok yaptığı eylemler. Şimdilerde güzelim adını değiştirip “market” dediğimiz yerlerden alışveriş edenlerin uzayan ödeme sıralarında beklerken nedense gözüm kasadaki görevlinin başı üzerindeki büyük dolaba ilişir. Adlarını bilemediğim onlarca sigara kutuları renk renk dizili durur karşımda. Almak isteyenler onlardan özelliklerini vurgulayarak isterler. Bir gün dayanamayıp sordum kaç çeşit sigara olduğunu. 300’e yakın farklı sigara varmış. İçlerinde bir tane bile yerli adlısını göremedim. Oysa bir zamanlar satılan sigaraların hepsi tanıdık Türkçe’ydi. Şimdilerde yerlerinde yeller esiyor. Kökü dışarıda yabancı tekellerin ürünleri bizim bilindik markaları silip süpürmüş.
Okuyanların, sanat yerine böylesine sıradan bir yazıyı karşılarında görerek şaşkınlığını anlamak zor değil. Zaten amacım bakkal/market eleştirisi hiç değil. Sanat üzerinden yapılan para-politika ilişkisini gündeme getirmek. Bir adım ötesinde de ülke çıkarlarını yabancı tekellere peşkeş çekenlerin kendilerince kutsal saydıkları kimi değerleri nasıl kullandıklarını görüntülemek istiyorum.
Bir olayı kazıdığınızda altında nelerin yattığını görmemiz gerekmez mi? Öyleyse biraz gerilere gitmekte yarar var.
Ülkemizde 1980 darbesi ardından Turgut Özal’ın başbakanlığı dönemi. Kenan Evren’in Türk sözcüğü yanına islam sözcüğünü ekleyerek helikopterlerle Kuran kitabından alıntılanmış sözleri insanların üzerlerine yağdırdığı günler. Turgut Özal derseniz tarikattan gelme dinci birisi. (İlginçtir görev süreleriyle ilgili bu araştırmayı yaparken bilgisayarda bugüne değin görev almış tüm cumhurbaşkanlarını inceledim. Yalnızca Turgut Özal’ın bilgileri arasına “dini: islam” açıklaması konmuş. Ötekilerde bu bölüm bulunmuyor.) Durum böyle olunca başbakan da Osmanlıcılık sevdasıyla söylemlerden geri durur mu? Ne denli şanlı bir geçmişe sahip olduğumuzu dünyaya tanıtmak için harekete geçer. Hep övünülen Kanuni Sultan Süleyman’la ilgili büyük bir sergi düzenlenir. “Kanuni Sultan Süleyman Çağı” başlıklı sergi 25 Ocak 1987’de Washington’da (ABD) National Gallery of Art’ta açılır. Topkapı Müzesi dışında Arkeoloji Müzesi ile Türk İslam Eserleri Müzesi ve başka yerlerden toplanan 210 parçadan oluşan sergiyi açık olduğu 17 Mayıs 1987’ye değin 400.000 kişi gezer. Ülkemizdeki kimi uzmanlar böylesi müze eşyalarının bu denli uzun zaman için uygunsuz ortamlarda dolaştırılmasının sakıncalarına değinseler de anlatacak kimse bulamazlar. Serginin açılış günü ilginç bir olay yaşanacaktır. İş insanı Sakıp Sabancı konuk davetliler arasında görülür. Ancak kendisini davet eden kurum Philip Morris şirketinden başkası değil. Sergi, aynı yılın Haziran-Eylül aylarında Chicago’da açıldıktan sonra Amerika’da son durak olarak New York’ta izleyici karşısına çıkarılır.
ABD’den sonra serginin gideceği yer İngiltere. Burada küçük bir pürüz yaşanır. British Museum sigorta bedelinin yüksekliğine karşı çıkar ama İngiliz devleti sorunu çözer. 14 Şubat 1988’de Galler Prensi Charles ile Prenses Diana sergi açılışını yapar. Şimdi sırada Japonya var. 8 ay da bu ülkede kaldıktan sonra sıra Fransa’ya geliyor. 15 Şubat 1990 günü Paris’teki açılışı artık cumhurbaşkanı olan Turgut Özal yapar. Buradaki sergileme de 14 Mayıs günü sona erecektir. Yaklaşık üç yıl süren sergideki eşyaların koruma ortamları dışında bulunmasının sakıncalarını bir yana koyalım. Az önce Amerika’daki ilk açılışta Sakıp Sabancı’nın bir yabancı şirketin konuğu olarak çağrılı olduğuna değinilmişti. Böylesine önemli bir serginin giderlerini karşılayan kuruluşun Philip Morris şirketi olduğu kısa sürede ortaya çıktı. Gerçi kendilerine sorulduğunda adı geçen şirketle ortak olduklarını söyleyecekti ama bunu çağrıştıracak sorulara da kızmaktan geri durmuyordu. Daha sonra bu yardımsever(!) şirketin adı bir yerde yeniden karşımızda görülür. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclis binamızın restore edilen kapısında rastlıyoruz bu yabancı şirketi. Bir ulusun ve devletin varoluş savaşımının gözbebeği binasını yeniden onaracak parayı bulmaktan yoksun mu kalmıştık yoksa? Bilinmez!
Bu arada şanlı geçmişimizi tüm dünyaya tanıtmak için milyonlarca doları gözden çıkaran bu çok yardımcı kuruluşun bizim islam başkanımızdan küçük bir ricası olacaktı. Ülkemizdeki tütün ekim alanlarının daraltılması ve yerli sigaraların yok edilmesini istemek gibi küçük bir rica. Böylesi bir isteği geri çevirmek bizimkilerin cömertliğine yakışmazdı elbet. Hem, tüm dünya şanlı Osmanlı tarihini ve onların bugünkü izinden gidenlerini tanımış oluyordu. Bu da tanıtım yönünden az kazanç değil sanırım.
Geçmiş bir döneme ilişkin tarihsel nesnelerle sanat yapıtlarını ülke üreticilerini yok etme pahasına kullanmak şanlı dindar bir başkana çok yakıştı doğrusu. Ekonomik ve politik yönden dışarıyla bağlantılı olanların nedense böyle gerici görüşlerin arkasına sığınmaları bir gelenek galiba.
Alışveriş yerlerine uğradığımda karşıma çıkan renk renk kutulardaki yabancı adlı sigaralara baktıkça geçmişin kirli sayfalarını anımsarım. Çünkü orada Anadolu çiftçisinin, köylüsünün yok edilen emeğinin izleri duruyor.
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.