ŞİİRİN ARADIĞI MATEMATİKTİR TÜRKÇE[1]
Tahsin ŞİMŞEK
Bir gün Şilili ozan Neruda’ya sormuşlar: “10 şairin yer alacağı bir “seçki” yapmanızı isteseler, o seçkiye Nâzım’ı alır mıydınız?” Bu soruya, Neruda’nın yanıtı ne olmuş biliyor musunuz: “On değil, bir şairin yer alacağı seçki yapardım; o bir şair de Nâzım olurdu!” Ayrıca Nâzım için, Neruda’nın Zekeriya Sertel’i şöyle uyardığını da biliyoruz: “Bu adamın kıymetini bilin. Biz onun yanında şair bile sayılmayız.”
Fransız ozan P. Soupault’un “Bütün dünyayı dolaştım, şiiri Türkiye’de buldum.” sözlerini, salt Türk şiiri için bir övgü olarak mı algılamalıyız; Türkçenin gücüne bir vurgu olarak mı?
“Türkçem, benim ses bayrağım…” diyen Fazıl Hüsnü’nün bu dizesi, Cemal Süreya’nın şu dizeleriyle daha da anlam ve somutluk kazanmıyor mu? “Beş dil biliyormuş ünlü kişi / Ünlü ve saygıdeğer / Bir de Türkçe öğrense / Altı eder”
Fuzuli’nin “Şair sözü yalandır.” saptamasına, yazınsal ve düşünsel değerler yükleyip bütün bu söylenenleri “fuzuli” bulabilirsiniz. Peki, bilim adamları ne diyor, bir de ona bakalım.
Fransız Türkolog Jean Deny: “Türkçe bir bilim dilidir.” saptamasını yapıyor.
ABD’li bilim adamı Prof. David Cathhl: “Yüz Bilgisayar profesörü bir araya gelmişler, Türkçeyi yaratmışlardır.” tümcesiyle Türkçenin gücünü somutluyor. “Türkçe, bir bilgisayarcının rüyalarının dilidir.” diyen de bilgisunar, yani internet dünyasının önde gelenlerinden başka bir Amerikalı..
Türkiye Felsefe Kurumu Başkanı Prof. Dr. İoanna Kuçuradi, “Şu anda Türkçenin mevcut kelime hazinesiyle felsefe yapamazsınız.” diyen devlet büyüğüne, bakın hangi yanıtı veriyor: “Ben beş dilde yayın yapmış biri olarak söylüyorum; Türkçede de çok rahat felsefe yapılabilir, yapan olduktan sonra.”
“Türkçe, dünya dillerinin matematiğidir.” diyen Oktay Sinanoğlu’nun kaygısını duymak gerek: “Hedef Türkiye, Türkçe giderse Türkiye gider.”
Peki, ozanla bilim adamını, şiirle bilimi aynı yolçatıda, aynı çatalağızda buluşturan gerçek ne?
Ben, yıllarca bunun yanıtı aradım; benden önce araması gerekenler, kuşkusuz bilim adamları.
Bilimin görevi, ezberleri bozmak, kalıpları kırmaktır. Bir ODTÜ ziyaretinde Kenan Evren’in “Siz de üniversiteye anarşi getirdiniz.” diklenmesine, gerçek bir bilim adamı olan Cahit Arf’in, verdiği o yanıtı anımsayalım: “Üniversite bilim üretilen yerdir. Bilimin özünde anarşi vardır.”
Evet, önyargılarla, itaat kültürüyle ne bilim yapılır, ne Osmanlıca yaşatılır. Ne “Dil Devrimi”!… Ne TDK’ler yaşar, ne Dil Dernekleri. Böylesi kurumların göstermelik varlıkları da hiçbir şey ifade etmez.
***
Gelelim, “Şiirin Aradığı Matematiktir Türkçede.” yargımızı somutlamaya.
Şiir, öncelikle ses zenginliği ve uyumudur. Türkçe de ses uyumuyla biçimlenen bir dildir. Şiir akıcılık ister; Nâzım’ın gürül gürül sesine yakışan bir akıcılık. Türkçede bu pürüzsüz akıcılığı sağlayan, ses uyumu kurallarıdır. Şiir, yazıdan çok söze yakışır. Dahası ulamasız konuşmayız; şiir de…
Şiir, sözcük arıtma sanatıdır. Çoğu ozan bunu bilir de dilin kuralları arasında bu var mıdır bilmez. Türkçe, Ne fazla bir sözcük ne fazla bir ek ister. Türkçe de gizli öznesiyle, ortak öğe ve ek kullanma özelliğiyle, hatta eksiltili tümce kullanarak yarattığı vurgu etkisiyle şiirle bir kez daha buluşur. “Anasını sen al, kızını ben.” Hani nerede bu tümcede yüklem; nerede “alayım”?
Evet, Türkçe, bir “Pisagor Bardağı”dır. Ölçünün kaçırılmasına izin vermez. Yazanı da okuyanı da sarhoş etmez. Fazla sözü, sesi hemen boşaltır. Gizli özneyi sever. Tamlamada ve tümcede ortak ek, ortak öğe ile yetinmeyi bilir. Eksiltili tümce ise, lezzete lezzet katan sostur. “Edirne Köprüsü taştan / Sen çıkardın beni baştan / Hem anadan hem kardaştan”; hani nerde ”ayırdın” yüklemleri.
Arıtma, fazlalığı atmanın de elbette koşulları var. İşte o vazgeçilmez koşullardan ikisi; 1) çatı uyumu, 2. zaman uyumu (eylem tümcelerinde). Uymayanlara söylenecek söz hazır: “Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur.”
Şiir, dört dörtlük bir somutlama sanatıdır. Sabahattin Kudret Aksal sorar: “Bir ilkçağ ozanı şiirini okusun istemez misin?” diye. “Bir avucun matematik / Bir avucun büyü / Bunda da çelişki yok” diyen de Aksal’dır. Yani sözün gücünü, somutla buluşturmaya çağırıyor bizi Aksal. Unutmayalım ki Aksal felsefecidir. Şiirin ve Türkçenin mantığını görüp birbiriyle buluşturanlardan.
Türkçenin gücünü bize öğretenlerden biri de dilbilimci Doğan Aksan’dır. Onun Türkçenin Gücü adlı yapıtından ilk öğrendiğim; Türkçeyi var eden anadamarın somutlama olduğudur. “Eğretileme, benzetme, kişileştirme, çağrıştırım, sözcüğü duygu değerine uygun kullanma, imge…” şiirin olmazsa olmazlarıdır. Peki, Türkçede yan alamlar, deyim ve yani her türlü değişmece de birer somutlama değil midir? Adaktarmalarına (düz değişmece) sıra gelinceye değin, Türkçe aktarma ve değişmece gereksiniminin % 99’unu zaten karşılamıştır.
Şiir, dilin matematiğidir; disiplin ister, savrukluğu sevmez. Şiir, sözünü bilip pişirmek, ağzını derip devşirmektir. Yunusça söylersek: “ağulu aşı, yağ ile bal etmek”tir.
Türkçe, dünyanın en düzenli dillerinden biridir. Yani tepeden tırnağa matematik; kuralları belirli, ayrıklıkları (istisna) çok az olan bir dil. Birlikte düşünelim.
Eklerin belli bir düzeni var. Örneğin, bir eylemin sonuna gelecek çekim eklerini ancak şu sırayla getirebilirsiniz: 1. olumsuzluk eki, 2. basit zaman eki, 3. soru eki / ilgeci, 4. bileşik zaman eki, 5. kişi eki. Bu sayıyı altı yapamazsınız, yer değiştiremezsiniz. Örnekleyelim: “Bilmiyor muydunuz?” İronik oldu değil mi? Ad soylu bir sözcüğün sonuna da beş çekim eki geliyor: 1. çoğul eki, 2. iyelik eki, 3. durum eki ya da tamlayan ekinden biri, 4. ilgi eki (öndeki ekin bulunması koşuluyla), 5. ekeylem. Bu sayıyı altı yapmak yine olanaklı değil, sırayı değiştirmek de. Bunu da örnekleyelim: “Bu söylediklerim belleklerimizdekidir.” Özetle neye, ne kadarına gereksinim duyarsanız o kadarını kullanıyorsunuz; bu sırayı asla değiştirmemeniz koşuluyla. İster birini kullanın ister beşini; isterseniz hiç kullanmayın.
Bu sıkı disiplin, salt eklerin sıralanışında sınırlı değil. Kaynaştırma seslerinin nereye geleceği de belli. Tamlayan ekinden önce “n”, durum ekinden önce “y”, iyelik ekinden önce “s”, üleştirme ekinden önce “ş”. Lütfen “neyin nesi”nde, “suyun suyu”nu aramayan. Bu kadarı, kadı kızının şaşırtmacası.
Sözcükler de evlenir. Yuvasını bozup kendine yeni eş de seçebilir. Ancak sıfatlar ve belirteçler – özellikle durum belirteçleri – için bu çok zor bir iş. Ya eşine bağlılık yeminine uyacak ya da boşanırsan ömür boyu dul kalacaksın. Yani adlaşacak, evinin hem erkeği hem kadını olacaksın. Bunu bilmeyene ve bu kurala bağlı kalmayana ben şair demem.
Yeri gelmişken matematiğe bir kapı daha açalım: Matematikte eksi ile eksinin çarpımı artıdır, (–2 X –2 = 4). Türkçe hiçbir şeyi sıfırlamaz. Türkçede de iki olumsuzdan bir olumluya varılır; iki “ne”den ise bir olumsuza. İşte örnekleri: “gelmemesi düşünülemez (gelir), yapamaz değil (yapar), gelmemek yok (gel); ne geldi ne göründü (gelmedi de görünmedi de)…”
Türkçenin bir başka sıkıdüzeni, kalıp sözlerle, özellikle ikilemeler ve deyimlerle ilgilidir. Bir ikilemenin ya da deyimin herhangi bir sözcüğünü değiştirebilir misiniz? Değiştirirseniz, o ikileme ya da deyim olarak kalır mı? “İleri geri”nin “geri ileri”si var mı? “Bas git” yerine, “bak git” diyebilir misiniz? Diyene ses çıkarmazsanız, sizin bilim adamlığınız, dile saygınız kalır mı? Egemen Bağış, “bak git” dediğinde kimsenin ses çıkarmamasına şaşırıp kalmıştım. Bilim adamı “biat etmez”, boyun eğmez. Kimseye “kalpsiz” demiyorum, bazılarına “yüreksiz” diyorum.
Belirtisiz nesnenin yeri, hep yüklemin önüdür. Peki, yüklemin arkasına alsak diyemezsiniz; oraya, belirtisizi değil de belirtilisi yakışır. Dil zorlamayı sevmez. Unutmayalım, Türkçenin matematiği, yaşamın geometrisiyle uyumludur.
Son sözüm, Osmanlı Türkçesi diyemeyip de Osmanlıca demekte diretenlere. Osmanlıcanın ayrı bir dil olarak algılanması için çabalayanlara.
Bir dilin iskeletini “eylemler, ekeylemler; adıllar, iyelik ekleri” oluşturur; yani yüklem ve özne. Türkçede hatta Osmanlıcada bu saydıklarımdan Türkçe olmayan bir tekini gösteremezsiniz. Eğer varsa, biz ona Türkçe demeyiz. O, Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızcadır zaten… Uzağa gitmeye gerek yok, bakın Yunancaya; Herkül Milas’ın sözlüğüne. Türkçe, başka dillere eylem vermiştir; ama başka hiçbir dilden eylem almamıştır.
Çağlar boyu Türkçeyi koruyan, Türkçenin varlığını sürdüren gizem de budur. Türkçedeki bu sağduyu!… O İran atasözü, bu sağduyunun somutlamasıdır: “Türkçe bilenin işi rast gider.”
“Sözün eyleminden uzun olmasın.” diyen Çerkez atasözünden dil alarak sözümü şair dostum, ağabeyim Dinçer Sezgin’in bir sözüyle noktalamak istiyorum:
“Dilimizi kuru fasulye kadar sevin yeter.”
KAYNAKLAR:
AKSAL, Sabahattin Kudret (1990), Buluşma, Cem Yayınevi
AKSAN, Doğan (1977,1980, 1983), Her Yönüyle Dil (Üç cilt), Türk Dil Kurumu
AKSAN, Doğan (1990, 2. Baskı), Türkçenin Gücü, Bilgi Yayınevi
GENCAN, Tahir Nejat (1966), Dilbilgisi, Türk Dil Kurumu Yayınları
MİLAS, Herkül (2012), Türkçe – Yunanca Ortak Kelimeler, İstos Yay.
ÖZÖN (1965, 4. Basım), Mustafa Nihat, Osmanlıca Sözlük, İnkılap ve Aka Kitabevleri
YURDAKUL, Yunus Bekir (2016), Ölmeden İyi İnsanlar, Yitik Ülke Yayınları
[1] XXII. Uluslararası Büyük Türk Dili Kurultayı’nda sunulan bildiri metni (Bükreş Üniversitesi, 26 Eylül 2017)
telgrafhanesanat.org
Yorum Kapalı.