Maviköşe (İki)
ŞİİRİNİ YİTİREN KENTLER
Yücel Çağlar
ormanlarindelisi@gmail.com
“- Hangisiymiş o?”
diye soruyorsanız şaşarım doğrusu; yitirmeyeni neredeyse hiç yok çünkü. Peki;
“- Bir kentin şiirini yitirmesi ne demek?”
diyorsanız eğer, şöyle bir yanıt verebilirim:
Şiirini yitirmesi, bir kentin anlamını yitirmesi demektir!
Yanlış anlaşılmasın; yakındığım kentin “kimliğinin” değil, anlamını yitirmesinden söz ediyorum… Bence bir kent “kimliğini” yitirmez, ancak, dönüştürebilir; açıktır ki, ikisi farklı süreçlerdir. Örneğin Ankara’nın “kimliğini” yitirdiğini ama anlamını yitirdiğini söyleyemeyiz. Kentin “kimliğinin” değişmesinde temel belirleyici süreç yapılaşma ve yaşama biçimidir. Açıktır ki, karşı durulmadığında bu süreç uzun dönemde kentin anlamını yitirmesine de yol açabilir. Bu, hem gerçekleştirilmesi hem de karşı durulması göreceli olarak daha kolay bir süreçtir. Ancak, kentin anlamını yitirmesi öyle mi; kentin anlamını yitirmesi kültürel, duyumsal bir süreçtir; geri dönülmesi ise olanaksızdır. Üstelik söz konusu olan yalnızca benim ya da sizin yahut onların yüklediği anlamların yitirilmesi değildir; o da var kuşkusuz ama ben kentin artık ortaklaşmış anlamının yitirilmesinin göreceli olarak daha çok önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum. O anlamı yalnızca ben, siz ya da onlar üretmiyoruz; “doğal” süreçler ve ortamlar ile varlıklar, toplumsal ve kültürel değişme ve gelişmeler onlarca, yüzlerce yılda etkileşim içinde birlikte oluşturuyor çünkü. Sözgelimi; çoğu yurttaşımız Zonguldak’ı “İşçi Kenti Zonguldak”, Bursa’yı “Yeşil Bursa”, İzmir’i “Güzel İzmir”, Ankara’yı “Memur Şehri”, İstanbul’u “Yedi Tepeli Şehir” vb olarak anardı; peki, şimdi öyle mi?
“Yangından mal kaçırıyorlar” sanki…
Orta ve daha üst yaşlardaki yurttaşlarımız bu bağlamda öne süreceklerimi göreceli olarak çok daha kolay kavrayacaktır. Ancak, böyle bir çabaya girebilecek genç kuşakların ise işi gerçekten de çok zor; özel, yanı sıra, çok zorlu bir çabaya girmeleri gerekecek çünkü. Sözgelimi kentsel yerleşmeler özellikle de AKP’li belediyelerce akıl almaz biçimde sıkça, yanı sıra, hızlıca değiştirilip dönüştürülüyor. Öyle ki, ne yargı kararları ne bilimsel uyarılar ne de toplumsal hoşnutsuzluklar, tepkiler onları bu yönelimlerinden vazgeçirebiliyor. Bu nedenle, özellikle yirmili, dahası otuzlu yaşlardaki yurttaşlarımızın çoğunluğu doğup büyüdükleri kentinin “dününü” bilmiyor; gerektiğince ve yeterince anlatılmadığından dolayı da sahiplenme gereksinmesi duymuyor.
Öte yandan; “… sanki” dediğime bakmayın siz; evet, deyimin tam anlamıyla “yangından mal kaçırıyorlar.”; kimbilir belki de şöyle düşünüyorlardır:
“- Ne olur ne olmaz; su akarken testimizi dolduralım !”
Ne dolmaz testileri varmış…
Ne yapmak istediklerini anlayan var mı?
Bence yok; ne kamuya soruyor ve bilgi veriyor, ne kamuya açık süreçlerde tartışıyorlar çünkü. Ancak, haksızlık da etmemeliyim: Kimilerini çok yakından bilgilendiriyorlar; kimbilir “belki” kimi kararları da birlikte oluşturuyorlar… İlgili hukuksal düzenlemelerin gereğini yerine getirmek amacıyla “planlar” hazırlıyor; gerek duyduklarında bu “planlarda” köklü değişiklikler de yapıyorlar ancak temelde “projelerle” çalışıyorlar; kimler tarafından, neden, nasıl hazırlandığı bilinmeyen projelerle…
Öte yandan, örneğin;
2002-2016 döneminde gerçekleştirilmiş; bu düzenlemelerin çoğu Anayasa Mahkemesi tarafından ya iptal edilmiş ya da yürürlüğü durulmuştur. Son seçimlerde il belediye başkanlıkların siyasal partilere dağılımı bu düzenlemeler ışığında değerlendirildiğinde çok daha anlamlı sonuçlara ulaşılacağını düşünüyorum; bilmem, yanılıyor muyum? Ancak, tüm önemine karşın bu bir yana; söz konusu yasal düzenlemelerle kentlerin “kimliklerinin” ne yönde değiştirilmesinin hedeflendiği; bu sürecin yurttaşların yaşadıkları kentlere yükledikleri anlamı nasıl etkilediğini bir bilen, sorgulayan, daha da önemlisi “dert edinen” var mı?
Ankara, Ankara…
Sözleri Halil Bediî Yönetken’in, bestesi Aka Gündüz’ün “Ankara Marşı”nı anımsıyorum:
“Ankara, Ankara güzel Ankara / Seni görmek ister her bahtı kara. / Senden yardım umar her düşen dara / Yetersin onlara güzel Ankara. …” Yanı sıra, güftesi ve bestesi Gündoğdu Duran’ın ünlü “Ankara Rüzgârı” şarkısını yahut Ceyhun Atuf Kansu’nun “Ankara Kalesi” ile Şükrü Erbaş’ın “Kıravatlı bozkırım” dizesiyle başlayan “Ankara” başlıklı şiirlerini… Çok merak ediyorum: Şimdilerde “gençten” yurttaşlarımız, biliyorlarsa eğer, bu dizeleri nasıl anlamlandırabiliyor; daha doğru bir söyleyişle, anlamlandırabiliyor mu acaba? Çok olmadığını düşünüyorum. Artık öyle bir Ankara’da yaşıyoruz ki; Ankara’yı anlamlandıran; deyiş yerindeyse “Ankara’yı Ankara yapan” hemen hemen hiçbir şey kalmadı; yirmi yıl içinde Ankara’yı Ankara yapan tüm anlamları tükettiler; hem de göz göre göre… Gerek var mı, bilmiyorum ancak yine de yalnızca son birkaç yılda yapılanlara ilişkin kimi örnekler vereceğim:
Ankara’da yaşıyorsanız eğer, siz başka ne örnekler verebilirsiniz, kimbilir…
Sözgelimi, Ankara’nın şiir yazılabilecek neyi kaldı?
Bana sorarsanız; hiçbir şeyi!
olmuş; güzelim türküleri “Ankaralı” önadıyla ünlenmeye çalışan şarkıcılara teslim edilmiş; ülkemizin köklü spor kulüplerinden Makina Kimya Endüstrisi Ankaragücü Spor Kulübü bile çökertilebilmiştir.
Sonradan Ankaralı olmuş ben bile bu gelişmeleri dert edinebiliyorsam, Ankara, gerçekten de Ankara olmaktan çıkmıştır artık!
***
Kentlerimizde yapılıp edilenlerle, yanı sıra, yapılmayıp edilmeyenlerle bir başka anlam alanımızın da göz göre göre yok edildiğini gözlemliyor; üzülüyorum. Kentlerimize kazandırılmaya çalışılan yeni “kimlikleri” Cumhuriyetimizin bağımsızlıkçı değerleriyle bağdaştıramıyorum çünkü. Ancak, “tek ağaca odaklanmaktan ormanı” ya da “ormana bakmaktan tek ağacı” göremeyenlere ise “fena halde” öfkeleniyorum. Haksız mıyım sizce?
telgrafhanesanat
Yorum Kapalı.